Demokrasinin İşleyişi

SİYASAL PARTİLER

Bireyler haklarını ancak örgütlenerek etkin bir biçimde savunabilirler. Bu örgütler arasında siyasal iktidar elde etmek ya da bu iktidara ortak olmak ise siyasal partilerle sağlanır.

Partiler toplumdaki çeşitli sınıfların ve katmanların çıkarlarını gözetirler.Ancak sermaye sınıfının çıkarlarını savunan partiler bile seçimlerde oy tabanını oluşturan emekçi sınıfların taleplerine yer vermek zorundadırlar. Bu olgu,siyasal bilinç düzeyinin gelişmesi engellenen seçmen kitlesinin doğru karar vermesini önlemekte ve partilerin popülist yaklaşımlarına olanak sağlamaktadır. Bunun yanı sıra, partiler oy tabanı olan emekçilerin taleplerini, emekçi sınıfların toplumdaki güçleri ve etkileri oranında kısmen de olsa yerine getirmek zorunda kalırlar. Bu zorunluluk ancak gizli ya da açık bir faşizm uygulamasıyla ortadan kalkar. Birden çok partinin varlığını demokrasinin en temel göstergesi olarak yansıtan görüşler de bulunmaktadır.Oysa "çok partili" deyimi bu partilerin temsil ettikleri sınıf ve katmanların temsili ile birlikte ele alınmak zorundadır ve demokrasinin çoğulculuk ilkesi çok sayıda partinin varlığı ile değil, bu partilerin ülkedeki emekçi sınıf dahil bütün sınıf ve katmanları temsil etmeleri oranında yaşama geçer. Yakın geçmişte, 12 Eylül yönetimi altında kurulan partiler dönemin cuntasının iznine bağlı olarak kuruldular ve cuntanın önceliklerine ve amaçlarına uymayan partilerin kurulmasına bile olanak tanınmadı. Partilerin büyük çoğunluğu, parti içi demokrasi anlayışından uzak bir yapılanma içindedir ve başkanlarının onay makamı durumuna düşürülmüştür.

Partilerin demokratik ilkelere uyması için;

l. Partilerin emekçi sınıf ve katmanları temsil edebilmelerinin önündeki sınırlamalar kaldırılmalıdır;

2. Partilerin etkinliklerini sürdürebilmesi güvence altına alınmalıdır; bu güvence için uluslar arası hukukun kısıtlamaları ve sınırlamaları gözetilerek ulusal hukukta gerekli düzeltmeler yapılmalıdır;

3. Partilerin iç işleyişleri üzerindeki sınırlamalar kaldırılmalıdır;

4. Partiler sivil toplum örgütleri, DKÖ ve sendikalarla organik ilişkiler kurabilmelidirler;

5. Partilerin yerel örgütlerini gençlik, kadın gibi özel örgüt birimlerini kurabilmeleri hızla sağlanmalıdır.

6. Partilerin ekonomik kaynakları ve harcamaları saydamlaştırılmalı, halkın denetimi etkinleştirilmelidir.

7. Partilerin politikalarının belirlenmesinde parti içi demokrasiyi ve üyelerin söz, karar ve girişim sahibi olmasını sağlayacak, parti çalışmalarına yönetime, denetime, geniş ölçüde katılmaları sağlanmalıdır. Partilerde yönetici diktasının kurulmasını engelleyecek düzenlemeler yapılmalıdır.

8. Partiler toplumla yaygın ve sürekli etkileşim kurabilmeli, politikalarını dayandıkları toplum kesitleriyle birlikte oluşturabilmeli, alacakları kararların hazırlayacakları yasaların geçerliliğini böyle bir iletişim ve etkileşim sürecinde önceden ölçebilmelidirler.

9. Yüz kızartıcı suç işlememiş olmak şartıyla siyasi nedenlerle mahkum edilmiş kişilerin parti kurma ve partilerde yöneticilik yapma hakları sağlanmalıdır.

10. Irkçı, gerici, savaş kışkırtıcısı, hal,k düşmanı partilerin kurulmasına izin verilmez.

11. Kadınların, toplum yaşamına ve siyasete aktif olarak katılmalar! teşvik edilmelidir.

12. Partilerdeki disiplin kurulları yerine bağımsız siyasal biryargı kurumu oluşturulmalıdır.

SEÇİMLER

Seçimler, halkın mevcut partiler arasında tercihlerini belirleyerek siyasi iktidarın belirlenmesinin aracıdır. Temsili demokrasilerde partilerin, dolaylı olarak bu partilerin temsil ettikleri sınıf ve katmanların siyasal iktidarı ele geçirmesi ya da paylaşması seçimler yoluyla olur. Bu nedenle seçim, demokrasinin vazgeçilmez öğelerinden birisidir. Ancak seçimlerin demokrasi ile özdeşleştirilmesi, mevcut düzenin korunmasını amaçlayan bir yaklaşımdır.

Halkın seçimlere katılan partiler arasında tercih yapmasının kendi iradesini belirlemesine dönüşmesi için seçimlerin temel kimi koşullara uygun olarak gerçekleşmesi gerekir. Seçimlerin her şeyden önce yurttaşların özgür iradelerinin bir ifadesi olması gerekir. Ancak kapitalizmin gelişme düzeyinin genel bir engel oluşturduğu, devletin şoven milliyetçi ideolojiyi topluma dayattığı ve özellikle feodal ya da yan feodal üretim ilişkilerinin sürdüğü, dini örgütlenmelerin insanların tercihleri üzerinde önemli bir etken olduğu, insan haklarının ve özellikle de düşünce özgürlüğünün kısıtlandığı ülkemizde, seçimlerde özgür irade ilkesinin uygulamada geçerliliği tartışmalı bir konudur.

Seçim sistemleri "temsilde adalet, yönetimde istikrar" ilkesine dayandırılmaktadır. Demokrasilerde iktidar hep egemen sınıfların iktidarıdır ve bu bağlamda temelde bir "istikrar" söz konusudur. Oysa, temel olması gereken "sınıfların ve katmanların temsilidir". Barajlar, her seçim döneminde az oyla çoğunluk olma hesaplarına dayanan seçim sistemleri hep emekçi sınıf ve katmanların için temsilini önlemeye yöneliktir. Seçimlerin serbestliği, seçimlere katılanların eşit yarışma olanaklarının bulunmasını gerektirir. Bu ilkenin uygulanması da günümüzde tartışmalıdır. Devletin müdahalesi, propaganda olanakları, maddi güçler arasındaki dengesizlikler seçimlerin serbestliği ilkesini büyük ölçüde zedelemektedir. Genel ve eşit oy, gizli oy açık sayım, seçimlerin belli dönemlerde yapılması gibi kimi temel konular yasalar tarafından güvenceye alınmıştır. Ancak gizli oy kavramının aşiret, tarikat ilişkileri içindeki topluluklarda, kimi siyasi partilerin oy karşılığı çıkar sağladığı koşullarda ne kadar geçerli olduğu tartışmaya açık bir konudur. Ayrıca OHAL uygulaması anti-demokratik niteliği seçimlerin demokratik niteliğine gölge düşürmektedir. Nihayet, seçilenlerin seçenler tarafından denetlenmesi ve geri çağrılabilmesi olanağı sağlanmadan, seçimin katılımcı bir anlayışa kavuşması, seçilenlerin seçmenlerine yabancılaşmaması sağlanamaz. Parlamenter sistemde tek denetim hakkı, bir sonraki seçimdeki oy hakkıyla sınırlıdır. Yeni dünya düzeninde ekonomimiz sıcak paraya bağımlı durumdadır ve seçim programları ne olursa olsun düzen partileri iktidarda ayar programları uygulaya gelmektedirler. Bu durum seçmenlerde "kadere boyun eğme" etkisi yaratmakta ve güvensizlik doğurmaktadır.Güvensizliğin alternatifi ne yazık ki demokratik bir emekçi iktidarı değil, seçimlerden uzaklaşma olmaktadır.

Seçimlerin demokratikleşmesi için;

1. Seçim sistemi "temsilde adalet" ilkesi çerçevesinde seçimlere katılan partilerin aldıkları oy oranında temsilini sağlamalı,barajlar kaldırılmalıdır;

2. Seçimlere katılan partilere eşit koşullar tanınmalı. Her türlü anti-demokratik uygulama kaldırılmalıdır.

3. Seçim harcamaları ve bu harcamaların kaynakları seçimlerden önce açıklanmalı, bu konular yargı ve seçmen denetimine tabi tutulmalı, hazine yardımları kaldırılmalıdır.

4. Partilerde adaylar önseçimle belirlenmeli, önseçimlerde delege sistemi yerine doğrudan temsil uygulanmalıdır. Genel seçimlerde tercihli oy kullanılması sağlanmalıdır;

5. Partilere seçimde işbirliği yapma olanağı sağlanmalıdır.

6. Seçenlere seçilmişleri geri çağırma hakkı verilmelidir.

7. Seçimlerde anadilde propaganda yapılabilmelidir.

8. Yüz kızartıcı suçlar hariç bu ülkede yaşayan hiçkimsenin, siyasi nedenlerle seçme ve seçilme hakkı sınırlandırılmamalıdır.

9. Yurtdışında çalışan yurttaşlarımıza da Türkiye‘deki seçimlerde oy hakkı tanınmalıdır.

YASAMA

Devletin üç temel işlevinden birisi olan yasama işlevi TBMM tarafından yerine getirilmektedir. Yasama organı TBMM, genel seçimler sonucunda oluşmaktadır. Parlamenter sistemin en yakınılan noktalarından birisi, yasamanın halktan kopuk olmasıdır. Bu durumun giderilebilmesi için öncelikle seçmenlerin seçtikleri üzerinde denetim ve geri çağırma yetkisiyle donatılması gelmektedir. TBMM‘nin temel işlevleri yasama ve yürütmenin denetlenmesidir. Uluslararası sözleşmelerin yasa niteliğinde olması, özellikle insan hakları, çalışanların örgütlenmesi gibi alanlarda işlememektedir. Yeni dünya düzeni, parlamentonun da işlevsiz kalmasını amaçlamaktadır. Parlamentonun bugünkü yapısı bu işlevsizliği kendiliğinden doğurmaktadır.Görev parlamentonun niteliğini yükseltmek, geliştirmek ve toplumcu demokrasinin sınırlarının geliştirilmesi için görevini yerine getirmesini sağlamaktır. Parlamento, üyelerin özgür iradelerini kullanmadıkları, seçilmişten çok atanmışlardan oluşan bir organ görünümündedir.

Demokratik bir yasama ve yasama organı için;

1. TBMM‘nin en önemli görevi insan haklarına dayalı, hukukun üstünlüğü ve sosyal devlet ilkelerine uygun yeni bir anayasa hazırlamaktır.

2. Ulusal hukuk uluslararası hukuk ve insan hakları normlarına uygun hale getirilmelidir;

3. Kanun hükmündeki kararname uygulaması iptal edilmelidir;

4. TBMM denetimi hiç bir şekilde ve hiç bir gerekçeyle sınırlanmamalıdır;

5. Milletvekilleri, sıfatlarının etkili olabileceği işlerde çalışmamalıdırlar; ancak sivil toplum örgütlerinde çalışanların bu görevleri sürmelidir;

6. Milletvekillerinin dokunulmazlığı kürsü dokunulmazlığıyla sınırlanmalı, bunun dışındaki bütün eylemlerden dolayı yargılanabilmelidirler;

7. Meclis çalışmalarında dile getirilen görüşlerin Meclis dışında tekrarlanması suç olmamalıdır;

8. Düşünce ve düşünceyi ifade yalnızca milletvekilleri için değil, herkes için suç olmaktan çıkarılmalıdır.

9. Yasal tasarılarının meclisten önce kamuoyunda tartışılmasına olanak veren siyasi örgütlenmeler kurulmalıdır.

YÜRÜTME

Yürütme de devletin bir başka işlevidir ve hükümet tarafından yerine getirilir. Siyasal iktidar ekonomik iktidarın temsilidir. Demokraside en önemli gelişmeler yürütmenin yetkilerinin sınırlanması, bu sınırlamanın genel normlarının belirlenerek hukuk devleti kavramına varılması olmuştur. Oysa ‘82 Anayasası yürütmenin üstünlüğünü benimsemiştir. Siyasal iktidarın hiç bir kararı ya da eylemi "tarafsız" değildir ve her karar ya da eylem bazı sınıf ve katmanların lehine diğerlerinin aleyhinedir; yürütmenin temel işlevi, büyük çoğunlukla da iktidarda olan sınıfların çıkarları doğrultusunda kaynak dağıtımını gerçekleştirmektir. Yürütmenin karar ya da eylemleri ancak ulusal bağımsızlık koşullarında millet menfaati kavramına uygun düşer. Ancak özellikle 2. Dünya Savaşından sonra iktidarların bu konudaki sorumluluklarını yerine getirdiği söylenemez.

Yürütme çoğunluğun yönetmesidir. Ancak çoğunluğun yönetme hakkı,hukuk devleti kavramı ile ve azınlık haklarına saygı ile sınırlanmak durumundadır. Ve azınlığın çoğunluğa dönüşmesinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Her ne kadar yürütme devletin üç temel işlevinden birisi ise de, devlet yürütme ile yürütmeye bağlı olarak kamu hizmetlerini yerine getiren "idare" ile eş anlamlı görülmektedir. Bir yasanın demokratik de olsa uygulanıp uygulanmaması ve ne şekilde uygulanacağı yürütmenin elindedir ve bu uygulamaların sonucu demokratik olmayabilir. Bu durum yürütmenin denetlenmesini ve sadece yaptığı işlerden dolayı değil aynı zamanda yapmadığı işlerden de sorumlu tutulmasını gerektirir. Kaynak dağılımının kontrol edilmesi için başkanlık sistemi gündeme getiriliyor. Bugün zaten fiilen başkanlık sistemi var ama başkan yok. İller İdaresi, Kriz Yönetmeliği bir anlamda başkanlık sisteminin fiili oluşumunun aracıdır. Günümüzün sistem tartışmaları, bağımsızlık ve demokrasinin gereklerine uygun bir yapılanmaya odaklanmak zorundadır. Başkanlık sistemi gibi tartışmalar, bu yükümlülüklerden kaçınmayı gündeme getirmemelidir. Gündeme gelen, seçim sistemi ve Başkanlık tartışmaları Susurluk‘taki "kaza"dan önce başlamıştı ve Demirel‘in sözleri ile devletin "tepeden tırnağa yenilenmesi" tartışmalarının Susurluk ile bir temas noktası var. Susurluk, devletin kendi yasalarını ihlal etmesinin ilk örneği değildir. Kurulmasından bu yana bu topraklarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti‘nin pek çok kurumu başları sıkıştığında kendi koydukları yasaları ihlal etmiştir. Susurluk‘tan önce bir aparat olarak yasadışı işler gören oluşumlar hep olmuştur; Jitem, Kontrgerilla gibi.. Susurluk sonrasında açığa çıkan bir aparat değil, siyasi hedeflerini kendi belirleyen bir oluşumdur. İktidarın, "kendisine söyleneni yapan çeteye evet, ne yapacağına kendi karar veren çeteye hayır" diyenlerin tutumu, işini daha ustaca gören ve kendisine söyleneni yapan çete ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Susurluk‘ta ortaya çıkanın kontrgerilla örgütü değil, kontrgerilla devletinin ta kendisi olduğu net olarak ortaya çıkmıştır.

Demokratik bir yürütme için:

1. Devletin saydamlığı ilkesi çerçevesinde, yürütmenin ve idarenin bütün kararları ve eylemleri ile ilgili bütün bilgiler halkın bilgisine açık tutulmalı, yürütmenin bütün kararları yayınlanmalıdır;

2. Yürütme sadece yaptığı işlerden dolayı değil aynı zamanda yapmadığı işlerden dolayı da yargı denetimine tabi tutulabilmelidir;

3. Bağımsız, demokratik ve ulusun haklarına saygılı bir devlet anlayışında herhangi bir kurumun yasama, yürütme ve yargının üzerinde bulunması mümkün değildir. Bu nedenlerden dolayı MGK kaldırılmalıdır. Silahlı kuvvetlerin ülkenin bağımsızlığını sağlama dışındaki görevleri, yani iç güvenlik görevleri kaldırılmalıdır;

4. Örtülü ödenek dahil tüm harcamaların Meclis ve yargı denetimine tabi tutulmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır;

5. Güvenlik soruşturması kaldırılmalıdır; bütün yurttaşlar kendisiyle ilgili bilgilere, bu arada güvenlik ve istihbarat birimlerinin araştırmalarına erişebilmeli, bu bilgilere itiraz edebilmelidir;

6. Yürütmenin yargı kararlarını uygulamasını sağlayacak düzenlemeler etkinleştirilmelidir.

7. Kamu kuruluşları faaliyetleri ile ilgili bilgileri kamuoyuna sunmalı ve kamu politikasına ilişkin karar ve uygulamaların önceden halka duyurulması sağlanmalıdır.

8. Vatandaşların kamusal kararların alındığı toplantılara örneğin Belediye Meclisi toplantılarına katılabilmeleri sağlanmalıdır.

9. Kamu yönetiminde gizlilik ve örtbas şeklindeki yozlaşmaların cezai müeyyideleri yasalarda açık bir şekilde belirlenmelidir.

YARGI VE GÜÇLER AYRILIĞI

Güçler ayrılığı, yasama, yürütme ve yargının birbirlerinden bağımsızlığını anlatır. Ancak ülkemizde güçler ayrılığı kavramı öncelikle yargının yasama ve yürütmeden bağımsızlığı konusunu gündeme getirmektedir. Hukuk devleti kavramının önemli bir parçası yargı denetimidir. Yargının yasama ve yürütmeyi denetleyebilmesi, iktidarın keyfiliğini önleyebilmesi öncelikle yargının bu organlardan bağımsız olmasını zorunlu kılar. Bu zorunluluk 18. Yüzyıldan bu yana demokrasinin önemli bir unsuru olarak anılmakta ve 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi‘nde "vatandaş haklarının güven altına alınmadığı ve güçler ayrılığının sağlanmadığı bir toplumda anayasa yok demektir" denilmektedir. Yargı bağımsızlığı, ülkemizde en çok yakınılan konulardan birisidir. Ülkemizde yargının bağımsızlığı büyük ölçüde yürütmenin müdahale ve baskısıyla karşı karşıyadır. Bu durum özellikle olağanüstü dönemlerde çarpıcı biçimleriyle ortaya çıkmakta, örneğin Sıkı Yönetim Mahkemelerinin aynı davada verdiği mahkumiyet kararları olağan mahkemelerde beraatle sonuçlanabilmektedir. Öte yandan yargıya hizmet etmesi gereken kolluk güçleri görevlerini yapma konusunda keyfi davranabilmekte, böylece yargının işlemesini olanaksız hale getirebilmektedir. Bir yıldan bu yana gündemimizde önemli bir yer tutan Susurluk olayının bir türlü yargı önüne getirilememesi, güçler ayrılığının önemini yeterince açıklamaktadır.

Yargının demokratikleştirilmesi ve bağımsız bir yargı için;

1- Yargıç teminatı sağlanmalı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu hem idari hem de mali açıdan özerkleştirilmeli, kurul üyeleri yargı tarafından seçilmelidir.

2- Olağanüstü mahkemelere olanak tanıyan "kanuni hakim" ilkesi yerine "tabi hakim" ilkesine geri dönülmelidir.

3- DGM‘ler ve Sıkıyönetim Mahkemeleri kaldırılmalıdır.

4- Sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasına son verilmeli. Askeri mahkemelerde yargıç olmayan üyelere yer verilmemelidir.

5- Askerlerde disiplin suçları dışında sivil mahkemelerde yargılanmalıdır.

6- Soruşturmaların sağlıklı ve gerçeği araştırmaya yönelik çalışmalarını sağlamak için doğrudan adli mekanizmaya bağlı adalet kolluğu kurulmalıdır.

7- Yargı uluslararası sözleşmeleri yasa kabul ederek işlem yapmalıdır.

8- 12 Eylül dönemi Sıkıyönetim Mahkemeleri‘nin kararları sonuçları ile birlikte, tazminat hakkı saklı kalmak üzere yok sayılmalıdır.

9. Yürütme erki adına insan hakları ihlalleri yapan kamu görevlileri hiçbir ayrıcalık tanınmadan yargılanmalıdır.

10. Tek başına kişiler, sivil toplum örgütleri siyasi partiler ve sendikalar demokratik kitle örgütleri Anayasa Mahkemesi‘ne başvuru hakkına engelsiz sahip olmalıdırlar. Komisyonumuz kurultayda intikal eden aşağıdaki kimi görüşleri sunuş bölümüne eklenmesi önerisiyle kurulunuza sunulmaktadır. l982 Anayasa‘sı 12 Eylül rejimiyle gerçekleştirilenleri sürekli hale getirebilmek için ve güvence altına almaya yönelik olarak hazırlanmış bir Anayasadır. Anayasa değişiklikleri batılılar istediği için bizim insanlarımızın ihtiyacı olduğu için yapılmalıdır.

Anayasayla ilgili temel yaklaşımlarımız;

1. Anayasada düşünce özgürlüğünü sınırlayan değil, geliştiren bir yaklaşım egemen olmalıdır.

2. Laiklik toplumsal yapımızın demokratik hukuk devletinin ve cumhuriyetin temel dayanaklarından birisi olarak gerçek anlamıyla korunmalıdır.

3. Örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.

4. Bireye karşı devleti koruyan bir anlayış yerine devlete karşı bireyi koruyan bir anlayış benimsenmelidir.

5. Yargı bağımsızlığının zedeleyici hükümler Anayasa‘da yer almamalıdır.

6. MGK Anayasa metninden çıkartılmalı, demokratik hukuk devleti kavramına tam olarak işlerlik kazandırılmalıdır.

7. Sosyal adaletin tasfiyesine yönelik yaklaşımlar terk edilmeli, Anayasa‘da sosyal devleti güçlendirici hükümler mutlaka yer almalı, güçsüzler korunmalıdır.

8. Bilgi edinme hakkı, Anayasal bir hak olmalı, Anayasa‘da güvence altına alınmalıdır.

9. Demokrasinin hak ve özgürlüklerin olduğu kadar sorumlulukların da bulunduğu bir sistem olduğu Anayasa‘da belirlenmelidir.

Bu defa, kendi Anayasamızı kendimiz yapalım, terzisi biz olan bir Anayasa yapmalıyız. Çağımızda yükselen değer demokrasidir. Ama nasıl bir demokrasi?

Birliğimizin kurultayında amaçlanan demokrasi çağdaş, çoğulcu, laik ve katılımcı demokrasi olsa gerektir. Bunun için düşünce özgürlüğünün önünü açmak lazımdır. Bu demokrasinin içinde düşünce özgürlüğünün, inanç özgürlüğünün, düşünceyi ifade özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün bulunması, evrensel insan haklarının bir gereğidir. Toplumumuzda düşünce özgürlüğünü yarılamış olan önemli bir olgudan da burada söz etmek gerekiyor. Atatürk‘ün düşünce özgürlüğüne karşı çıkmayacağı bir gerçektir. Ancak, "kominist nerede görülse ezilmelidir" sözünün Atatürk‘e ait olduğu yalanı yıllar boyunca tekrarlandı. Oysa ki Atatürk‘ün konuşma ve yazılarında böyle bir söylem bulunmuyordu ve genel üslubuna uymuyordu. 1962 yılında İsveç‘te Grafoloji Enstitüsü‘nde yapılan bir araştırmada yazının Atatürk‘e ait olmadığı kanıtlanmıştır.TBMM‘nde de yalanı ortaya atanlar yaptıklarını itiraf etmişlerdir. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgilere Necati DOĞRU‘nun ve Çetin ALTAN‘ın 30.06.1996 ve 12.11.1997 ve 2.9.1998 tarihli Sabah Gazetesi‘ndeki köşe yazılarına bakılabilir. Bu gerçek bilimsel raporlarla birlikte bir kitap olarak basılmalıdır. Burada belirtmek gerekir ki demokrasi ile idare edilen bir devlette bütün araştırma ve soruşturmalar bilimsel verilere dayandırılmalı ve bilimsel metotlarla sonuca gidilmelidir.