EMİN KORAMAZ YAZDI: "40. YILINDA DARBE VE TEK ADAM REJİMİ"

11.09.2020

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, 11 Eylül 2020 tarihli BirGün Gazetesi'ndeki köşesinde, 12 Eylül Darbesi'nin 40. yılı vesilesiyle, tek adam rejiminin günümüzdeki uygulamaları ve ihraçlar üzerine yazdı.

40. YILINDA DARBE VE TEK ADAM REJİMİ

12 Eylül Askeri Darbesi’nin 40. yılındayız… Ülke tarihimizin en önemli kırılma noktalarından birisi olan darbe üzerinden kırk yıl geçmiş olmasına rağmen bugüne kadar ne darbecilerle hesaplaşılabildi, ne de darbenin yarattığı yıkıcı toplumsal sonuçları telafi edilebildi.

40 yıldan bu yana ülkeyi yöneten tüm iktidar sahipleri darbenin açtığı yoldan ilerlemeye devam etti. Daha önce çeşitli defalar dile getirdiğim gibi bugün yaşadığımız tek adam rejimi, 12 Eylül Darbesi’nin ürünü ve en üst aşamasıdır.

Bugün tek adam rejimi altında yaşadığımız pek çok şey, 12 Eylül günlerinde yaşadıklarımızla büyük paralellikler gösteriyor. Cezaevinde tutulan siyasi parti liderleri, milletvekilleri ve belediye başkanları; tutuklu gazeteciler; sendika ve demokratik kitle örgütlerine yönelik baskılar; muhalefeti sindirmeye yönelik uygulamalar; iktidarın sopasına dönüştürülen hukuk kurumları; gücünü ve itibarını yitirmiş parlamento; ırkçı-gerici ideolojik tahakküm; neoliberal politikalar; denetimsiz polis şiddeti ve daha pek çok uygulama 12 Eylül döneminden bugüne pek fazla değişen bir şeyin olmadığını gösteriyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Robert Spano’nun ülkemizi ziyaretiyle bir kez daha gündeme gelen OHAL dönemi Kanun Hükmünde Kararnameleri ile ihraç edilenlerin durumu bile, 12 Eylül dönemindeki 1402’likleri fazlasıyla çağrıştırıyor.

İHRAÇLARIN DURUMU

Bildiğiniz gibi, 12 Eylül darbesinden sonra Milli Güvenlik Konseyi, 1971 tarihli 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na bir ek yaparak komutanlıklara, kamu kurumu görevlilerinin işlerine son verebilmesini isteme yetkisi tanımıştı. Bu yasa uyarınca, aralarında çok sayıda değerli öğretim üyesinin de bulunduğu 5 bine yakın kamu görevlisi Sıkı Yönetim Komutanlıkları tarafından görevden alındılar.

2016-2018 yılları arasında yaşanan OHAL döneminde ise 13 ayrı ihraç KHK’sı ile 135 binin üzerinde kamu çalışanı ihraç edildi. İhraçların hukuki nedeni darbe girişiminde bulunan FETÖ ile ilişkide olmak gösterilse de, ihraç edilenler arasında yıllarca FETÖ gibi gerici tarikat yapılarıyla mücadele eden, ilerici, muhalif ve Barış Bildirisi imzacısı çok sayıda öğretim üyesi ve kamu emekçisi de bulunuyor.

OHAL dönemi ihraçlarının en tartışmalı yönü, ihraçların herhangi bir idari soruşturmaya ya da yargı kararına dayanmadan yapılmış olması. Kimler tarafından ne şekilde hazırlandığı belli olmayan listelerle yapılan ihraç kararlarına karşı yargı yolu da kapatıldı. İdare Mahkemelerine, Anayasa Mahkemesine ve AİHM’e yapılan tüm başvurular, OHAL İnceleme Komisyonu adres gösterilerek reddedildi. OHAL İnceleme Komisyonu ise bağımsız bir yargı kurumu değil, yine KHK ile kurulmuş idari bir yapı. Yürütme kendi işlemine karşı itirazı yine kendi biriminde inceleyerek karara bağlıyor. Bunu da bir yargı süreci gibi göstererek iç hukuk yollarını tümüyle geciktiriyor.

AİHM’den aldıkları akılla kurdukları bu mekanizmada kendilerince başarılı da oldular. OHAL Komisyonu 3 yılını geçmesine rağmen başvuruların incelemesini halen tamamlamış değil. Özellikle Barış Bildiri İmzacıları ve KESK üyelerinin komisyon başvuruları bilinçli biçimde geciktiriliyor. İhracının üzerinden 4 yıl geçmiş olmasına rağmen henüz hukuki yola başvuramayan ihraçların olması, yaşanan sürecin hukuk dışı ve keyfi yönünü ortaya koyuyor.

Kamudan ihraç edilenler sadece işlerini kaybetmekle kalmadılar, aynı zamanda başka işlerde çalışmaları önünde engeller de çıkartıldı. Yurt içinde kamusal hizmeti niteliğinde işlerde çalışmaları engellendiği gibi, yıllar süren pasaport yasağıyla yurt dışına çıkmaları da engellendi. İhraç edilen pek çok kişi, uzmanlık alanının dışında, çok düşük ücretlerle, çoğu zaman güvencesiz biçimlerle çalışarak hayatını devam ettirmeye çalışıyor.

TEK ADAM HUKUKU

Daha önce çok defalar dile getirilse de bir kez daha yinelemekte fayda var: Anayasamıza göre “OHAL Rejimi”, “neden, konu, amaç ve süre” bakımlarından sınırlandırılmış istisnai bir yönetim biçimidir. Herhangi bir nedene bağlı olmaksızın sürekli bir olağanüstü hal uygulaması söz konusu olamaz.

Türkiye’deki OHAL Rejimi ve buna bağlı sınırlandırmalar da resmi olarak 19 Temmuz 2018 tarihi itibariyle ortadan kalkmıştır. Ama İhraç arkadaşlarımızın durumunda gördüğümüz gibi OHAL kararnameleri etkilerini sürdürmektedir. Buna benzer bir hukuki durum 12 Eylül Darbesi sonrasında 1402’lik olarak bilinen kamu ihraçlarında da ortaya çıkmıştı. Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu, kamudan ihraç edilenlere ilişkin olarak 1989 tarihinde “sıkıyönetim komutanlarının istemleri üzerine işlerine son verilen memurların, diğer kamu görevlilerinin ve kamu hizmetlerinde görevli işçilerin işlerine son verildiği bölgede sıkıyönetim kalktıktan sonra, kurumlarınca eski görevlerine iade edilmeleri gerektiği” doğrultusunda bağlayıcı bir karar almıştır.

Danıştay’ın bu kararı, Sıkıyönetim ve OHAL dönemlerinde alınan tüm kararlar için bağlayıcıdır. Bunun anlamı, OHAL döneminde alınan kararların da yürürlükten kalktığı, hukuksuz biçimde ihraç edilen ve haklarında kamu görevinden yasaklı olmalarını gerektirecek bir ceza verilmeyen herkesin görevlerine iade edilmesi gerektiğidir.

Bu açık hukuksal gerçekliğe rağmen siyasi iktidar hukuk tanımaz tutumunda ısrar ediyor. Tıpkı 12 Eylül Darbecilerinin kendi kararlarını her şeyin üstünde gören anlayışı gibi, tek adam rejimi de kendi kararlarını hukukun üstünde görüyor. Bu hukuksuzlukla hesaplaşmadan, bu anlayış ortadan kaldırılmadan 12 Eylül rejiminin sona erdiğinden bahsetmek mümkün görünmüyor.