ŞPO: SAĞLIKLI VE DİRENÇLİ KENTLERE ULAŞMAK İÇİN PLANLAMA İLKELERİNE BAĞLI KALINMALIDIR

03.05.2021

TMMOB Şehir Plancıları Odası 3 Mayıs 2021 tarihinde "Sağlıklı ve Dirençli Kentlere Ulaşmak için Planlama İlkelerine Bağlı Kalınmalıdır" başlıklı bir basın açıklaması yaptı.

Dünya ölçeğinde giderek görünürlüğü artan küresel iklim krizleri, ülkemizde geçmişten bugüne süregelen popülist, rantı ve sermayeyi önceleyen, hızlı ve kontrolsüz kentleşme süreci ile birleşerek, afet ve özellikle de deprem risklerinin artmasına neden olmuştur. Bu hatalı politikaların son ürünlerinden olan ve 2018 yılında yürürlüğe giren imar affı, iktidar adına hiçbir sorumluluk üstlenmemek koşuluyla kentleri adeta depreme teslim etmiş, riskler ve belirsizliklerle dolu bir sürecin içine itmiştir.

Sık sık değişen yasalar, imar afları, yasaların uygulama araçlarının etkin bir şekilde kullanılamaması, yetki çatışmaları, kamu yararı amacından, bilimsel dayanaklardan, planlama ilke ve esaslarından uzak parçacıl planlama ve uygulama sorunları nedeniyle kentlerin belli bölgeleri, afet riskleri karşısında bir darboğaza girmiş, çözümsüzlükler derinleşerek kalıcı hale gelmiştir. Bu darboğaz, kentleri doğal risklere karşı giderek kırılganlaştırırken, kentlerin farklı bölgeleri açısından eşitsizlikleri ve mağduriyetleri de beraberinde getirmektedir. Kentlerin bazı bölgeleri, noktasal planlar ve dönüşüm projeleri ile yüksek ve hatta ayrıcalıklı imar haklarına kavuşarak yoğunlaşırken, belli bölgeleri afet riski ile baş başa kalmaktadır. Bu durum, imar planlarının eşitlik ilkesine, Anayasanın sosyal devlet olma ilkesine, devlete Anayasa ile verilen, vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlama görevine, temel haklardan olan yaşam hakkı ve barınma hakkına aykırılık teşkil etmektedir. Can güvenliği ve barınma hakkının korunabilmesi için atılması gereken en ivedi adım yerleşim alanlarında jeolojik etütlerin yapılmasının zorunlu hale getirilmesi ve aciliyetle tamamlanmasının sağlanması olacaktır. Tespit edilen jeolojik sakıncalı alanlardan başlanarak afet sakınımı için sağlıklaştırma ve yenileme stratejilerinin üretilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte yaşadığımız depremlerin acı sonuçlarına rağmen jeolojik etütler ve yapı stoğunun depremselliğine ilişkin araştırmaların oldukça yetersiz olduğu görülmektedir.

Son dönemlerde bu darboğazdan bir çıkış yolu olarak, büyükşehir belediyeleri 6306 sayılı yasa kapsamında riskli yapı olarak tespit edilmiş olan, 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmeliklerine göre ruhsat ve/veya yapı kullanma iznine sahip ve meri planlara göre yapılaşma izni bulunan alanlarda kalan yapılara ilişkin tüm planlara işlenmesi ön görülen, ilke kararı niteliğinde bazı plan notları tanımlamak suretiyle konuya bir çözüm getirme çabasına girmişlerdir.

Her ne kadar söz konusu plan notları büyükşehir belediyelerinin bu darboğaza bir çözüm üretme arayışı ile oluşturulmuş olsa da, çözüm olarak ortaya konulan bu yaklaşım aslında mevcut sorunları daha da kronikleştiren bir durumun alt yapısını oluşturan, uzun vadeli ve kalıcı çözümler yerine, kısa vadeli, parçacıl çözümlerle kent içi eşitsizlikleri artıran bir duruma zemin hazırlamaktadır. Kaçınılmaz bir sonuç olarak, plan notu değişiklikleri eliyle, dönüşüm uygulamalarına konu olacak yapılar ve çevrelerde, ilave kat ve yoğunluk artışları meydana gelecek ve bu durum, mer`i planların tüm hesaplarını, altyapı, donatı ve yoğunluk dengelerini değiştirecektir. Böylelikle kentler, bir tür kısır döngü içinde yeni bir plansızlık kıskacının içine düşeceklerdir. Üstelik, büyükşehir belediyelerinin nazım plan kapsamında öngördüğü bu plan notlarının, ilçeler bazında uygulama imar planları içerisinde yorumlanarak uygulanması, farklı anlayışlarla düzenlemeler getirilmesi tehlikesini de doğurmaktadır ki, bu durum, planlamanın bütünsellliği açısından da büyük sakıncalar içermektedir. Bunun yanı sıra söz konusu plan notları mülk sahiplerinin yapılarını yenileyebilmek için müteahhit firmalarla anlaşabilmesini önceleyen içeriğiyle planlamanın adalet ve eşitlik ilkeleri açısından da sorunlu bir yaklaşıma sahiptir. Can güvenliğine ilişkin bir sorunun mülk sahibinin müteahhit firma ile anlaşabilme ve yenileme bedelini karşılayabilme durumuna, dolayısıyla piyasa koşullarına bırakılması kamu yararı açısından sakıncalı bir durum oluşturmaktadır. Bu konuda, devletin eşitlikçi ve rasyonel bir biçimde teknik ve finansman desteklerini ortaya koyacağı çözümlerin bir an önce üretilmesine gereksinim duyulduğu açıktır. Son dönemde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi meclisleri tarafından alınan ilke kararlarını bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Söz konusu ilke kararlarına ilişkin İstanbul ve İzmir şubelerimizin detaylı değerlendirmelerine buradan ulaşabilirsiniz.

Özetle; arazi kullanımı ve yapılaşma kararları getiren uygulama ve tasarım araçları olarak imar planları, yörenin koşulları ve planlama alanının genel özellikleri (beldenin inkişaf ve ihtiyaçları), nesnel, teknik ve bilimsel ihtiyaçlar nezdinde kullanım kararları, fonksiyon değişiklikleri ile yapılaşma hakları getirirler. Ancak imar planları sadece çevresel/fiziksel ve ekonomik uygulama araçları olmayıp, bir mekan üretimi sistemi de olarak malikler, paydaşlar, kentliler arasında adil ve hakça bir mekan kullanımını da esas almayı amaçlarlar.

TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak bizler, deprem riskinin ve can güvenliğinin aciliyetinin ve öneminin farkında olarak ve ısrarla, kentlere yönelik alınacak kararlarda ve üretilecek politikalarda, planlı, sağlıklı ve dirençli kentler oluşturmak adına;

- Kamu yararı ve planlama ilke ve esaslarına sıkı sıkıya bağlı kalınmasını,

-Sağlıklı ve güvenli bir çevrede barınma hakkını ve insan onuruna yaraşır yaşam koşullarının oluşturulmasını önceleyen eşitlikçi ve adil planlama anlayışının benimsenmesini,

-Üst ölçekli planlarla getirilen kararların planlama hiyerarşisi delinmeden uygulanmasını,

-Kısa vadeli çözümler üreterek günü kurtaran, ancak uzun vadede yeni felaketlere davetiye çıkaran çözümler yerine, kentleri afetler karşısında dirençli kılmayı hedefleyen tutarlı, kalıcı, sürdürülebilir ve bütüncül çözümler üretilmesini,

-Parsel bazlı, noktasal çözümler yerine, alanın bütününü hedef alan ve somut kamusal amaçlı ihtiyaçlara çözüm üretmeyi hedefleyerek kapsamlı bir ele alış sağlayan araçlar/çözümler geliştirilmesini,

-Afetlere, plan notlarıyla yapı bazında önlem alınabilir bir sorunmuş gibi bakmak yerine, toplumun dezavantajlı gruplarını da dikkate alarak; erişilebilirlik, kriz yönetimi toplanma alanları / kamusal alanlar, tahliye koridorları, sosyal ve teknik altyapı, diğer kentsel riskler, vb. konuları da içerecek şekilde kent bütününde ve katılımcı yöntemlerle ele alacak bir planlama yaklaşımının geliştirilmesini,

-Kamu eliyle ve kamu kaynağı ile, ivedilikle sosyal hedefler içeren, erişilebilir konut ve barınma politikalarının ve uygulamalarının geliştirilmesini,

-Kent halkına yeni maliyetler getirecek konut üretim modelleri yerine, kamu desteği sunacak çözümler üretilmesini

- Kapsamlı altyapı ve analiz çalışmaları yapılmadan, mülkiyet verileri dikkate alınmadan planlar üzerinde değişiklik öngören kararların alınmamasını,

- Afet odaklı planlama politikalarının ekonomik ve sosyal yıkıma yol açmaması için yalnızca mülk sahiplerini değil, toplumun tüm kesimlerini kapsaması gerektiğini savunmaya devam edeceğimizi belirtmek isteriz.

Açıklanan nedenlerle, İzmir ve İstanbul`da deprem gerekçe gösterilerek alınan plan notu niteliğinde meclis ilke kararlarının şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına aykırı olması; bu uygulamaların planlama mesleğinin tarihsel birikimle oluşmuş temel doğrularını göz ardı etmesi ve kentlerimizde var olan sorunlara uzun vadeli, bütüncül çözümler sunmaması nedeniyle yargı yoluna gideceğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız.
Saygılarımızla

TMMOB Şehir Plancıları Odası