ODALARDAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ AÇIKLAMALARI

05.06.2017

Çevre Mühendisleri Odası, İnşaat Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Makina Mühendisleri Odası ve Mimarlar Odası, Dünya Çevre Günü dolayısıyla 5 Haziran 2017 tarihinde birer basın açıklaması yaptılar.

ÇMO: 5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ

5 Haziran1972 yılında, BM Stokholm Konferansı`nda insanların çevre ile ilişkisi üzerinde durulmuş ve 5 Haziran, Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmiştir. Dünya Çevre Günü "Sadece bir Dünya var." sloganı temeline dayanmaktadır. 1970`lerden 1980`e kadar Dünya Çevre Günü Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından çevre bilincinin arttırılmasına yönelik olarak değerlendirilmiştir. Ozon tabakasının incelmesi, toksik kimyasallar, çölleşme ve küresel ısınma vb. konular her yıl tema olarak belirlenmiştir.

Geçmişten günümüze, dünyamızın çevre problemleri daha çok artmış ve su kirliliği, toprak kirliliği, iklim değişikliği, nesli tükenmekte olan canlı türlerinin sayılarında artış vb. birçok konu ortaya çıkmıştır. İklim değişikliği gibi büyüyen çevre problemleri doğal kaynakları da kısıtlamaktadır. Örneğin sera gazlarının artışıyla birlikte gelen iklim değişikliği problemi su kaynaklarına etki etmekte, azalan su kaynakları tarımsal üretime etki etmekte ve biyolojik çeşitliliği azaltmaktadır. Çevre sorunları doğa için büyük bir tehdittir ve daha önceleri doğa ile iç içe olan insanoğlu doğadan giderek uzaklaştırmaktadır.

2017 yılı Dünya Çevre Günü`nün teması ise "Doğaya Dönüş"  olarak belirlenmiştir. Bu tema ile Birleşmiş Milletler insanları tekrar doğaya dönmeye çağırmış, doğanın ve doğada olabilmenin güzelliğini ve önemini vurgulamak istemiş, bununla birlikte yaşadığımız doğaya dönüp nasıl zarar verdiğimizi görmemizi ve doğayı korumak için neler yapabileceğimizi düşünmeye ve herkesin dünyamızı korumak için birlikte sorumluluk almaya çağırmıştır.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası olarak, genel kurulumuzda alınan karar doğrultusunda, Dünya Çevre Günü, Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası olarak ele alınmakta, ekolojik yıkımın etkileri ve bu yıkıma karşı çözüm önerileri toplumu aktarılmaktadır.

Kuşkusuz, ülkemizde çevre yönetimi alanında güzel gelişmeler de yaşanmakta, düzenli depolama sahalarının, atıksu arıtma tesislerinin sayısı artmakta, alt yapı güçlendirilmekte, ağaçlandırma faaliyetleri de yapılmaktadır. Ancak, bu gelişmelerin yanında, çevre kirliliği halen artmakta, çalışmayan atıksu arıtma ve içmesuyu arıtma tesisleri de bulunmakta, derelerimiz, havamız ve toprağımız kirlenmeye devam etmektedir. Örneğin, Cumhuriyetin ilk yıllarında 44 milyon hektarla ülke yüzölçümünün yüzde %56`sını oluşturan mera ve çayır alanları, 2014 yılı verilerine göre 14,6 milyon hektara inerek %19`a gerilemiştir. Buna rağmen çeşitli kanun teklifleri ve mevzuat düzenlemeleri ile bu alanların da azaltılmasına neden olacak adımların önünün açılma potansiyeli yaratılmaktadır. Bizlere düşen görev, sorunları dile getirerek çözüme katkı vermek, toplumda ve kamu yönetiminde farkındalık yaratmaktır. Bu kapsamda, sorun alanlarına yönelik mevcut duruma dair görüşlerimiz ve önerilerimiz derlenmiştir. 

Atık Yönetimi

Beyan ile tehlikeli atıklar yönetilemez…

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 06.01.2017 tarihine yayımlanmış olan 2015 yılına ait Tehlikeli Atık İstatistik Bülteninde 2014 yılında 39.134 firma  Tehlikeli atık beyan sistemi üzerinden (TABS ) 1.413.220 ton/yıl  atık beyan etmiş, 2015 yılında ise;  bu rakam 44.922 firma (%14.8 artış) toplamda 1.357.340 ton/yıl  (%4 azalma) olmuştur.2015 yılı verilerine göre atık üreticileri tarafından üretilen atıkların;

  • %83.18 inin geri kazanılmak üzere atık işleme tesislerine gönderildiği
  • %12.32 sinin bertaraf edilmek üzere sterilizasyon, düzenli depolama ve yakma tesislerine gönderildiği 

Beyan edilmiştir. 

  • Ülkemizde bu miktarın (1.357.340 ton) çok üstünde tehlikeli atık olduğu (yaklaşık 5 milyon ton), hem genel ekonomik göstergeler ile anlaşılmakta, hem de zaten gerek sektörde gerekse bakanlıktaki en yetkili kişiler tarafından da açıkça ifade edilmektedir. Buradan beyanların doğru yapılmadığı anlaşılmaktadır.
  • Mevcut lisanslı firmaların –bazen de kapasitesinin üzerinde- atık alım yapmaları, bu atıkların nerede nasıl bertaraf edildiği takip edilmemekte ve denetlenmemektedir.
  • Tehlikeli atık piyasa uygulamalarını çok keskin etkileyen bir yasal mevzuat problemi yoktur. Asıl olan bu uygulamaların sahada hem atık üreticisi, hem de nakliyeden bertaraf ve/veya geri kazanıma kadar denetim eksikliğidir.
  • Çevre denetimlerinin daha verimli yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kapsamda çevre mühendislerinin denetimden sorumlu kurumlarda (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Belediyeler) istihdamı arttırılmalıdır.
  • Denetimin yanından, Bakanlık bünyesinde güçlü bir yapı kurularak teknik kapasitesi yüksek personeller vasıtasıyla beyanlar üzerinden proses değerlendirmesi yapılarak işletmelerin beyanlarının doğruluğu irdelenmeli,

Son ifade olarak; ülkemizde her hangi bir altyapı yatırımı (örneğin bir otoyol) gecikse bile telafi edilebilir.

Ama atık yönetimi değildir, birikip kangren olmaktadır. Kontrol altına alınamayan atıklar doğada ve kentlerde birikerek kümülatif tehlikeler oluşturmaktadır. Bu atıklar şu anda bile havamıza, suyumuza ve toprağımıza karışmaya devam etmektedir.

Ambalaj Atıkları

Türkiye`de ambalaj atıkları, oluşan belediye atıklarının ağırlıkça yaklaşık %20`sini, hacimce ise %50`sini oluşturmaktadır .Eurostat verilerine göre Türkiye`de bir yılda üretilen belediye atığı miktarı kişi başı 400 kg civarındadır18. Yani her bir insan günlük 1,1 kg atık üretirken, bunun 220 gramını ambalaj atığı oluşturmakta…

Bugün itibariyle çevre lisansı bulunan ambalaj atığı toplama ayırma tesisi sayısı 554 e ulaşmıştır. Bu sayıya ve Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliğinde ilgili tarafların sorumlulukları tanımlanmış olmasına rağmen halen etkili, verimli ve sürdürülebilir bir sistem kurulamamıştır.  

Bu noktada; 

  • Yerel yönetimler ile çevre ve şehircilik il müdürlüklerinin ambalaj atığı toplama ayırma tesislerine ambalaj atıklarının kaynağında ayrı toplanması konusunda gereken idari desteği kesintisiz ve kararlı bir şekilde vermeleri,
  • Yetkilendirilmiş kuruluşların da gerçekçi finansal destekleri sağlamaları,
  • Mevzuatta tanımlanan sistemin dışında kalan sokak toplayıcıları sorununun çözülmesi için sokak toplayıcılarının kayıt altına alınarak, toplama sistemine dahil edilmesinin sağlanması,
  • Ambalaj atığı toplama ayırma tesislerine standart getirilerek tesislerin modernize edilmesi, idari ve teknik kapasitelerinin arttırılması ile 554 olan sayının daha makul seviyelere indirilmesi,

·         Tüm bunların yanı sıra ambalaj atıkları konusunda Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü ve Türkiye Belediyeler Birliği ile Bakanlığın işbirliği içerisinde bulunmasıdikkate alınması gereken hususlar olarak gözükmektedir. 

Bununla birlikte;

 Finansman kaynakları öncelikle alt yapıya harcanmalı, ülkemiz ayrı toplama ekipmanı ve konteynerler ile donatılmalıdır. Belediyelerin kurmakla yükümlü olduğu Atık Getirme Merkezlerine işlerlik kazandırılarak sokak toplayıcıları bu sisteme entegre edilmelidir. Odamız meslektaşlarımızın da katkıları ile bu konuda üzerine düşen her şeyi yapmaya hazırdır.

Çok yakın zamanda Milli Eğitim Bakanlığının taslak müfredatına Çevre ve Doğa dersi önerisinde bulunduk. Ders notlarında atıklar ve geri dönüşüm konularını ekledik. Biliyoruz ki bizden sonraki nesillerin atıksız bir çevrede yaşaması ancak onları bilinçlendirmek ile mümkündür.

Ayrıca, sanayicinin de yükümlülüklerini zamanında ve eksiksiz yerine getirmesi gerekmekte ve atığını en aza indirecek firmalara teşvikler sağlanmalıdır. Ülkemizde vatandaşın evinde barındırmak istemediği ve kapısına koyduğu atıkları dünyanın en pahalı akaryakıtı ile toplayıp ülkemiz ekonomisi için değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu konuda toplama, taşıma, geri dönüşüm, geri kazanım ve bertaraf yapan tesislerin ilk yatırımına özel KDV muafiyetleri getirilmeli ve bu tesislerde çalışan işçi kardeşlerimizin SGK ları devlet tarafından ödenmelidir. Enerji ve su maliyetleri maksimumda olan bu firmalara enerji teşviki sağlanmalıdır. Bu konuda gerekli temaslarımız devam etmektedir.

Atıkların kaynağında önlenmesi atık piramidinin ilk basamağıdır. Bakanlığımız bu konuda ilk tasarrufunu Ambalaj Atıkları Yönetmelik taslağına naylon poşetlerin tüketiciye satılması noktasında göstermiştir. Bu kararlılığını diğer atıkların kaynağında önlenmesi konusunda da göstermesini bekliyoruz.

Düzensiz depolama sorunu ülkemizde hala devam etmektedir ve düzenli depolama sahalarının arttırılması ve özellikle geniş alanlara hizmet veren belediyelerimizde aktarma merkezleri faaliyete geçmez ise bu sorun artmaya devam edecektir. Maalesef ki  yerel yönetimlerin büyük çoğunluğu atık yönetimi konusunda etkin bir sistem kuramamıştır.  Geri kazanılabilir atıkların kaynağında ayrıldığı ve Yetkili Kuruluşlar ile bu atıkların toplanması planladığı zaman ülkemizde geri dönüşüm, tasarruf ve bu alandaki istihdam artacaktır.

Son olarak bir kavramdan bahsetmek istiyoruz. Döngüsel Ekonomi… Bu kavram temiz üretim sistemleri ile verimli ve sıfır atık çıkaran üretim modelini hedefliyor. ÇMO olarak çevre sektörünün değerli temsilcileri ile birlikte Döngüsel Ekonomi Platformu kurulmasında öncülük ederek ülkemize faydalı işler çıkarabilecek bir yapı tasarlıyoruz.

Atık Sahaları

Ülkemizde, şehirlerin yönetiminden yerel düzeyde belediyeler sorumlu olup; bu amaçla kurulmuş 30 tanesi büyükşehir belediyesi olmak üzere toplam 1397 belediye bulunmaktadır.

Mevcut durumda 83 adet düzenli depolama tesisi bulunmakta ve bu tesisler 1095 belediyede 52.3 milyon nüfusa hizmet vermektedir.

Ancak 83 tesisin sadece 30`u çevre izin ve lisans belgesine sahiptir. (26 lisans 4 GFB). Çevre izin ve lisans belgesi bulunmayan 53 tesisin ise ne yazık ki 19 tanesi büyükşehir belediyelerimizin kurmuş oluğu tesislerdir.

Bu tesislerin lisanslandırılamamasının sebepleri; ya iyileştirme planlarını zamanında sunmamaları,  ya iyileştirme planında belirlenen düzeltici faaliyetlerin gerçekleştirilmemesi ya da düzenli depolama onay belgesi (çevre izin ve lisansı sürecinde gerekli belgeler arasındadır) verilmesine rağmen çevre izin ve lisansı sürecinin başlatılmamış olduğu düşünülmektedir.

Sonuç itibariyle;

2014 yılı verilerine göre ülke genelinde günde oluşan 80.873 ton belediye atığının (27.126.138 ton/yıl) %88.7 si olan 69.669 tonu düzenli depolama sahalarında depolanmaktadır. Ambalaj atıkları ile organik atıkların; biyolojik, mekanik biyolojik ve termal proseslerle geri kazanım oranı ise %11.3 civarında kalmaktadır.

2023 hedeflerine bakıldığında ise belediye atıklarının düzenli depolanma oranının %88.7`den %65 e düşürülmesi,  geri kazanımın ise %11.3`den %35 e çıkarılması hedeflenmektedir.    

Ancak bazı AB ülkelerine bakıldığına düzenli depolamaya giden atık miktarı Almanya ve Hollanda`da %1 civarında, Fransa`da %26, İtalya`da %34 civarına oluğu bilinmektedir.

Bu durum bizlere atık yönetimi için çözümlerin temelinde güçlü bir finansal yapının kurulması gerektiğini göstermektedir.

Tablo 1:Düzenli Depolama Lisansı olmayan Belediyeler

 

BELEDİYE

1

AFYONKARAHİSAR (BELEDİYELER BİRLİĞİ)

2

AKSARAY (AKSARAY BELEDİYELER BİRLİĞİ)

3

AKŞEHİR (KONYA)

4

ANKARA (MAMAK)

 

ANKARA (SİNCAN)

5

ANTALYA

6

AYDIN

7

BAYBURT (BİRLİK)

8

BERGAMA BELEDİYESİ KATI ATIK BERTARAF VE TIBBİ ATIK STERİLİZASYON TESİSİ (İZMİR)

9

ÇANKIRI (BİRLİK)

10

ÇARŞAMBA (SAMSUN)

11

DATÇA (MUĞLA)

12

DENİZLİ

13

DİDİM (AYDIN)

14

DÜZCE (BİRLİK)

15

EDİRNE (EDİRNE KATI ATIK YÖNETİM BİRLİĞİ)

16

ELAZIĞ

17

ERZURUM (PASİNLER)

18

ERZURUM (MERKEZ)

19

ESKİŞEHİR

20

FETHİYE (MUĞLA)

21

GAZİANTEP

22

GİRESUN (BİRLİK)

23

GÖCEK (MUĞLA)

24

HATAY 

25

ISPARTA (GÖLLER BÖLGESİ BELEDİYELER BİRLİĞİ)

26

İNEGÖL (BURSA)

27

İSTANBUL-İSTAÇ İSTANBUL ÇEVRE YÖNETİMİ SANAYİ VE TİCARET ANONİM ŞİRKETİ - ODAYERİ TESİSLERİ

28

İSTANBUL-İSTAÇ İSTANBUL ÇEVRE YÖNETİMİ SANAYİ VE TİCARET ANONİM ŞİRKETİ - SİLİVRİ TESİSLERİ

29

İZMİR

30

KAHRAMANMARAŞ

31

KAYSERİ

32

KIRKLARELİ (BİRLİK)

33

KONYA (CİHANBEYLİ)

34

KUMLUCA (ANTALYA)

35

MALATYA

36

MANAVGAT (ANTALYA)

37

MARDİN

38

MARMARİS (MUĞLA)

39

MERSİN

40

NİĞDE (BİRLİK)

41

NİZİP (GAZİANTEP)

42

ORTACA (MUĞLA)

43

PATARA (MUĞLA)

44

SAMSUN

45

SİİRT (BİRLİK)

46

SİLİFKE (MERSİN)

47

SİVAS (BİRLİK)

48

ŞANLIURFA

49

ŞEREFLİKOÇHİSAR (ANKARA)

50

TRABZON-RİZE

51

UŞAK (BİRLİK)

52

YALOVA (YAKAB)

53

ZONGULDAK (BİRLİK)

Sıra ile belirtilenler Büyükşehir Belediyeleridir.

Atıksu

Atıksu yönetimi konusunda ülkemizde önemli çalışmalar yürütülmektedir. Atıksu arıtma tesisi sayısında ve kanalizasyon yapımında gelişme sağlanmıştır. Ancak, artıma tesislerinin yönetilmesi, atıksuyun alıcı ortamın kirlilik yükünü gözeterek arıtılması henüz mevzuatımıza girmemiştir. Bu nedenle derelerimizdeki, denizlerimizdeki kirlilik artarak devam etmektedir. Tuz Gölü`ne hala atıksular arıtılmadan deşarj edilmekte, İstanbul`un atıksularının bir kısmı ileri seviyede arıtılmadan Marmara Denizi`ne deşarj edilmektedir. Başkentin, Büyükşehir Belediyesi alanına dahil edilen çeper ilçelerinde kanalizasyon ve atıksu arıtma tesisi sorunları devam etmektedir.

Sorunların çözümü için, ülkemizde ekosistem odaklı atıksuyönetimine odaklanılmalı, her alıcı ortamın (dere, göl, deniz) kendi özgün koşulları değerlendirilerek alıcı ortam esaslı deşarj standardına geçilmelidir.

Ergene havzasındaki kirlilik devam etmektedir. Bu konuda yayımlanan genelgenin yürürlüğe giriş tarih yine ertelenmiştir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 1 Kasım 2011 yılında yayımlanan 2011/10 Genelgesi ile basına birçok defa konu olan ve siyah akan Ergene Nehrine atıksu bırakan tesislerin en önemli kirletici parametrelerinden olan KOİ parametre limitlerini 6 Mayıs 2014 tarihine kadar azaltmaları zorunlu kılınmıştı.

Söz konusu süre henüz dolmadan, 22.04.2014 tarihinde 2014/11 sayılı yeni bir genelge yayımlanarak söz konusu süre 6 Mayıs 2016 tarihine ötelenmiştir. 

Ancak bu sürenin dolduğu tarihte yani 06.05.2016`da 2016/3 genelgesi yayımlanarak süre 31.12.2017 tarihine ertelenmiştir. Ergene nehrinin temizlenmesi amacıyla yapılan çalışmaların biran önce tamamlanması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, mevcut teknoloji odaklı atıksu yönetimi ve mevcut mevzuat ile Ergene Nehri ancak 3. Sınıf yani kirliliği devam eden bir nitelikte olacaktır. Bu nedenle söz konusu genelgenin uygulanması  ve alıcı ortam esaslı atıksu deşarj standardı Ergene`de uygulanmalıdır.

Ülkemizde artık tekil problemlere tekil çözüm üretilmesinden uzaklaşılmalıdır. Örneğin, Ankara Atıksu Arıtma Tesisi`nden çıkan suyun Sakarya Nehrine yani İstanbulların içmesuyu kaynağına döküldüğü unutulmamalıdır. Kurak zamanlarda bu durumun ciddi sağlık sorunları yaratacağı su götürmez bir gerçektir. 

İçme Suyu

Özellikle büyük kentlerde içme suyu sorunu yaşanmaya devam etmektedir. Ankara, İzmir, İstanbul`da damacana ve paket su kullanmayan hane neredeyse yok denecek kadar azdır. Belediyelerin yapmış olduğu açıklamalarda suyun temiz olduğu beyan edilmesine rağmen suyun yönetiminden ve halk sağlığından sorumlu olan kurumlarda (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı v.b.) da musluk suyu yerine damacana ve paket su tercih edilmektedir. Herkesin musluğundan temiz su içmesi sağlanarak, damacana ve paket su gibi kanserojen ve kontrolsüz tüketiminin önüne geçilmelidir.

İçme suyu arıtma tesislerinde sayısal olarak önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere birçok tesis yapım çalışmaları devam etmektedir. Ancak ikinci tabloda da belirttiğimiz üzere, büyük yatırımlar yapılan içmesuyu arıtma tesisleri atıl durumdadır. Bu alanda yapılacak yatırımlarda mevcut durum değerlendirmesi, projelendirme süreci önem taşımaktadır. Milyarlarca lira yatırılan bu projelerin planlanması, yapıp ve işletimi sırasında mutlaka çevre mühendisi istihdamı yapılmalıdır. Atıl durumdaki 14 tesisin listesi aşağıda verilmektedir. Odamız bu atıl tesislerin süreçlerine dair inceleme başlatacaktır.

 

Tablo 2:ATIL DURUMDA OLAN TESİSLER (2016 yılında yapılan envanter çalışmasına göre)

 

İl

Tesis

Tesis Tipi

Su Kaynağı

Yatırımı Yapan

Yatırımı İşleten

1

Afyon

Kılıçarslan Belediyesi Arsenik IAT

Paket (Arsenik)

Yeraltı Suyu (Beci Mevkii)

DSİ

Kılıçarslan Belediyesi

2

Aksaray

Helvadere IAT

Paket

Yeraltı Suyu (Helvadere)

 

Helvadere Belediyesi

3

Antalya

Manavgat IAT

Konvansiyonel

Manavgat Çayı

 

Manavgat Belediyesi

4

Aydın

Efeler Tepecik Selenyum İletkenlik IAT

Ters Ozmoz

Yeraltı Suyu

İl Özel İdare

ASKİ

5

Çankırı

Ilgaz Belediyesi IAT

Paket

Yeraltı Suyu (4 adet kuyu)

Ilgaz Belediyesi

Ilgaz Belediyesi

6

Çorum

BahabeyIAT

Konvansiyonel

Çomar Barajı

İller Bankası

Çorum Belediyesi

7

Denizli

Pınarkent IAT

Paket (Arsenik)

Yeraltı Suyu (Kazanpınarı)

Yavuzeren İçme Suyu Birliği - MilgaPınarkent Belediyesi

DESKİ

8

İzmir

Sarıkız IAT (Aktif değil, çünkü Gördes Barajı bakımda)

Konvansiyonel

Gördes Barajı

İZSU

İZSU

9

Kocaeli

Duraklı IAT

Paket

Yeraltı Suyu

ISU Genel Müdürlüğü

ISU Genel Müdürlüğü

10

Konya

Beyşehir IAT

Konvansiyonel

Beyşehir Gölü

Beyşehir Bld. - İller Bankası

KOSKİ

11

Konya

İsmil IAT

Paket

Yeraltı suyu

İsmil Belediyesi

 

12

Niğde

Hıdırlık IAT

Paket

Yeraltı Suyu

 

Hıdırlık Belediyesi

13

Ordu

Ordu IAT

Konvansiyonel

Ordu Barajı

DSİ

OSKİ

14

Sakarya

Karasu IAT

Paket

Yeraltı Suyu (Şerbetpınarı)

Karasu Belediyesi

SASKİ

15

Trabzon

Araklı Yeşilyurt Paket IAT

Paket

Horyan Deresi

İlbank

TİSKİ

16

Trabzon

Düzköy Aykut IAT

Paket

Yeraltı Suyu

 

TİSKİ

  

İklim Değişikliği

CoalSwarm, Sıerra Club ve Greenpeace tarafından yapılan Yükseliş ve Çöküş 2017 raporuna göre son 10 yılda kömürlü termik santrallerde görülen aşırı hızlı büyüme 2016 yılında özellikle Çin ve Hindistan`ın değişen politikalarıyla birlikte büyük bir düşüş gösterdi.  (Shearer, Ghio, Myllyvirta, Yu, & Nace, 2017). Dünyada sera gazı emisyonlarına bakıldığında Türkiye`nin kişi başına düşen sera gazı emisyonları Amerika, Birleşik Krallık, Almanya, Fransa ve Çin`den daha düşük olduğu görülmektedir. (Dünya Bankası, 2017).   Aynı zamanda termik santrallerden kaynaklı sera gazı emisyonları hakkında genel bir bilgi edinmek amacıyla Şekil 7`ye    bakıldığında Türkiye`nin enerji ve ısınma sektöründen kaynaklanan kişi başına düşen sera gazı emisyonlarının da Amerika, Birleşik Krallık, Almanya ve Fransa gibi ülkelerden az olduğu görülmektedir. Fakat Türkiye`nin sera gazı emisyon değerlerine bakıldığında Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya sera gazı emisyonları trendi düşüş gösterirken Türkiye`nin sera gazı emisyonlarında hızlı artış gözlemlenmektedir. (Şekil 2)Bunun sebebi de Türkiye iklim değişikliğinin getirdiği sıkıntıları yaşarken iklim değişikliğin başlıca sebebi olan sera gazı emisyonlarına sebep olan fosil yakıtların kullanımında azalma gözlenmiyor olmasıdır. Yine yükseliş ve Çöküş 2017 raporuna göre Türkiye Hindistan ve Çin`den sonra kömürlü termik santral sıralamasında üçüncü sırada yer almaktadır. Özellikle Adana, Çanakkale, Hatay ve Mersin bölgelerinde var olan termik santrallere ek yoğun termik santral projeleri bulunmaktadır. Yenilenebilir enerji santrallerine destek verilmesine rağmen bunun yanında fosil yakıtların azaltılmasına yönelik yeterli çalışma yapılmamasından kaynaklı kömürlü termik santral sayısı giderek artmaktadır.  Dünya sıcaklığında meydana gelen küçük değişimlerin büyük etkilere sebep olmaktadır. Bu etkilerin bir çoğunu şu anda bile gözlemlemekteyiz. Mevsim normallerinin dışında gerçekleşen hava olayları, taşkınlar ve uzun süren kuraklıklar bunlardan bazıları. Örneğin;2015 Yılının Doğa Kaynaklı Afetleri "Dünya ve Türkiye" raporuna göre bu 20 yıllık dönemde su baskınları %43`lük bir oranla afetlerin büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. (ERSOY, 2016)  Örneğin kayıt altına alınmış olan bazı büyük sel ve su baskınlarında, 20`si ülkemizde olmak üzere toplam 1.751 kişi hayatını kaybetmiştir. (ERSOY, 2016). Aynı zamanda 21 Eylül 2015, Adana`da, 4-8 Ocak 2015 tarihinde Hatay`da, 26 Haziran 2015 İskenderun`da (Hatay) sel felaketleri gözlenmiştir. (ERSOY, 2016) Bu felaketler maddi ve manevi zarara yol açmıştır. Su kıtlığı, kuraklık, tarımsal üretimde gerileme, deniz seviyesinin artışı ile toprak kaybı, yağış rejimindeki değişim nedeniyle oluşacak felaketler, sel, hortum gibi sorunlarla da karşı karşıya gelinecektir.

Şekil 1:Ülkelere Göre Kişi Başına Düşen Enerji ve Isınmadan Kaynaklı CO2 Miktarı(Dünya Bankası, 2017)

Şekil 2:Seragazı emisyonları (CO2 eşdeğeri), 1990 – 2015 (TUİK) 

Şekil 3:Yıllara Göre Toplam Enerji Arzı ve Kömüre Dayalı Enerji Arzı Oranları (2009-2015 İçten Dışa) (Enerji İşleri Genel Müdürlüğü, tarih yok) 

Şekil 4: Türkiye Birincil Enerji Arzı(Enerji İşleri Genel Müdürlüğü, tarih yok)

Termik Santraller

Ülkemizin özellikle, Çanakkale ve Adana Bölgeleri`nde termik santral yapımına yönelik plan ve projeler devam etmektedir. İthal kömürle çalışacak olan bu termik santrallerin ülkemizin hava kirliliği ve atık problemini arttıracağı malumdur. Termik santrallerin mevcut durumuna dair raporumuz (http://www.cmo.org.tr/resimler/ekler/e3d368a00c080db_ek.pdf?tipi=72&turu=X&sube=0) adresinde yer almaktadır.

Çanakkale bölgesinde planlanan termik santrallerin ÇED raporlarındaki veriler kullanılarak kükürtdioksit ve azotoksit kirleticilerine dair modelleme çalışması yapılmıştır. Modelleme çalışması sonucunda, Çanakkale, başta olmak üzere Balıkesir ve Marmara Bölgesi`nin yoğun bir hava kirliliği ile karşı karşıya geleceği görülmüştür. Aşağıda harita ve tablo ile verilen sonuçlardan da görüleceği üzere, projelendirilen termik santral tesisler sağlığımızı, doğamızı tehdit etmektedir

Tablo 3: Model Sonuçları ve SKHKKY karşılaştırması

Parametre

Modelde Çıkan Sonuç

Saatlik

SKHKKY Saatlik Sınır Değeri2017

SKHKKY Saatlik Sınır Değeri2018

SKHKKY Saatlik Sınır Değeri2019-2023

SKHKKY Saatlik Sınır Değeri2024…

HKDYY saatlik sınır değer (İSK*)  µg/m3

Modelde Çıkan SonuçGünlük (KVS)

SKHKKY Günlük Sınır Değeri (KVS)2017

SKHKKY Günlük Sınır Değeri (KVS)

2018

SKHKKY Günlük Sınır Değeri (KVS)

2019-2023

SKHKKY Günlük Sınır Değeri (KVS)

2024 ve sonrası

HKDYY 24 saatlik sınır değer (İSK*)  µg/m3

Modelde Çıkan Sonuç

Aylık

Modelde Çıkan Sonuç

Yıllık (UVS)

SKHKKY Yıllık Sınır Değeri (UVS)

2019-2023

SKHKKY Yıllık Sınır Değeri (UVS)

2019-2023

SKHKKY Yıllık Sınır Değeri (UVS)

2019-2023

SKHKKY Yıllık Sınır Değeri (UVS)

2024 ve sonrası

HKDYY Yıllık (İnsan Sağlığının Korunması İçin)

NO(µg/m3)

(bir yılda 10000 defadan fazla aşıyor)

3616,5

270

(bir yılda 18 defadan fazla aşılmaz)

260

(bir yılda 18 defadan fazla aşılmaz)

250

(bir yılda 18 defadan fazla aşılmaz)

200

(bir yılda 18 defadan fazla aşılmaz)

200 µg/m3
(bir yılda 18 defadan fazla aşılmaz)

250,2

-

-

-

-

-

67,7

56,02

48

44

40

40

   40 µg/m3

SO2

(µg/m3)

(bir yılda 10000 defadan fazla aşıyor)

3616,6

410

(bir yılda 24 defadan fazla aşılmaz)

380

(bir yılda 24 defadan fazla aşılmaz)

350

(bir yılda 24 defadan fazla aşılmaz)

350

(bir yılda 24 defadan fazla aşılmaz)

350 µg/m
(bir yılda 24 defadan fazla aşılmaz)

 

253,2

(bir yılda 423 defa aşıyor)

175

150

125

125

125 µg/m
(bir yılda 3 defadan fazla aşılmaz)

68,2

56,05

20

20

20

20

20 µg/m3

 

 

*İSKinsan sağlığının korunması için

 

Tablo 4:En Yüksek Konsantrasyonların Görüldüğü Noktaların En Yakın Yerleşim Yerlerine Olan Mesafesi

İŞLETME AŞAMASI

Parametre

En Yüksek Konsantrasyon

Koordinat

En Yakın Yerleşim Yeri

Mesafe (km)

X

Y

NO2 (saat)

3616,5 µg/m3

503760

4472350

Bekirli

2,3

NO2 (gün)

250,2 µg/m3

491260

4467350

Çavuşköy

0,6

NO2 (ay)

67,7 µg/m3

491260

4467350

Çavuşköy

0,6

NO2 (yıl)

56,02 µg/m3

494260

4465850

Güreci

1,7

SO2 (saat)

3616,6 µg/m3

503760

4472350

Bekirli

2,3

SO2 (gün)

253,2 µg/m3

491260

4467350

Çavuşköy

0,6

SO2 (ay)

68,2 µg/m3

491260

4467350

Çavuşköy

0,6

SO2 (yıl)

56,05 µg/m3

494260

4465850

Güreci

1,7

 

Hava kirliliğin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bugün birçok kişi tarafından bilinmektedir. Fakat özellikle yaptığımız çalışma sonucunda yüksek konsantrasyonlarda görülen NOve SO2`nin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsedecek olursak;

  • Yüksek konsantrasyonlarda solunan SOakciğerler tarafından absorbe olmakta ve bunun sonucu olarak, bronşit, amfizem ve diğer akciğer hastalık semptomları meydana gelmektedir. Aynı zamanda Sanayi Kaynaklı Hava kirliliği Kontrol Yönetmeliğine göre de SO saatlik sınır değeri giderek azalarak 2019 yılından itibaren 35O miktog/m3 aşamaz iken 3616,6 miktog/m3 değerine ulaşmış ve sınır değeri 10000 defadan fazla aşmıştır.
  • Azotoksitlerin (NOX)  sağlığa zararı ise bu gazların atmosferdeki diğer gazlarla tepkimeye girerek asit formaları oluşturmasından kaynaklıdır. Asit formunda bu gazlar akciğerler kalıcı hasarlara yol açabilirler. Azotoksitlere düşük seviyeli konsantrasyonlar da bile uzun süre maruz kalınması amfizem benzeri rahatsızlıklara yol açmaktadır. Yapılan çalışmalar uzun süre azotdioksite maruz kalan çocukların solunum sistemi semptomlarında artış ve akciğer fonksiyonlarında azalış olduğunu göstermiştir. Yapılan çalışmada ortaya çıkan model sonuçlarına göre NO saatlik sınır değeri giderek azalarak 2019 yılından itibaren 25O miktog/m3 aşamaz iken 3616,6 miktog/m3 değerine ulaşmış ve sınır değeri 10000 defadan fazla aşmıştır.

Model sonuçlarında çıkan rakamlar açıkça göstermektedir ki Çanakkale Bölgesinde yapılacak olan termik santraller bölge halkını çok ciddi sağlık sorunlarıyla yüz yüze getirecektir. 

Hava Kirliliği

2016 yılı hava kirliliği açısından yine olumsuz geçmiştir. Büyükşehirlerimizde hava kirliliği artarak devam etmektedir. Aynı şekilde, Bolu, Edirne, Düzce ve Iğdır gibi illerimizde de hava kirliliği görülmektedir.  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`nın istasyon verilerine göre yaptığımız incelemede, Düzce ilinde PM10 değeri 361 mikg/m3 e ulaşmış, yönetmelikte belirlenen sınır değerini ise 1 yılda 217 kez aşmıştır. Büyükşehirlerimizde de durum çok farklı olmayıp İstanbul gibi ülke nüfusunun yaklaşık %20`sinin yaşadığı bir şehrimizde 2 farklı istasyondan alınan verilere göre 118 gün ve 206 gün aşıldığı bölgeler mevcuttur. Benzer bir şekilde başkent Ankara`da Dünya Sağlık Örgütü`nün belirlediği PM10 değeri bir yılda 245 gün aşıldı. Bununla birlikte Edirne-Keşan`da PM10 değerinin 197 gün aşılmasının yanında SO2 değeri de 166 gün aşılmıştır. Raporda incelenen diğer illerin sınır değeri aşma gün sayıları şekilde belirtilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü, sağlıklı yaşam için PM10  sınır değerini 50 µg/molarak belirlemiştir. ( Sınır değer yılda 35 defadan fazla aşılmaz.) Aynı zamanda SOsınır değeri 125 μg/m3 olarak belirlenmiştir. ( Sınır değer yılda 3 defadan fazla aşılmaz.)

İl

Parametre

Sınır değeri aşan gün sayısı

Düzce

PM10

217

Bolu

PM10

43

Edirne-Keşan

PM10

197

Edirne-Keşan

SO2

166

İstanbul-Yenibosna

PM10

118

İstanbul-Esenyurt

PM10

206

İstanbul-Kadıköy

PM10

91

Ankara-Sıhhıye

PM10

245

Ankara-Sıhhıye

PM10

178

Iğdır

PM10

242

İzmir-Gaziemir

PM10

129

Muş*

PM10

270

Tokar-Erbağ**

PM10

208

Denizli-Merkez

PM10

211

Samsun-Merkez

PM10

185

*Muş ilinde toplamda 77 gün hiç ölçüm yapılmamıştır.

** Tokat-Erbağ`da PM10 konsantrasyonu 895 mikrog/m3`e çıkmıştır.

 

(Raporun tamamı için: TIKLAYINIZ 

Sonuç

Ülkemizde, entegre çevre yönetimi yaklaşımı uygulanmalıdır. Yatırım yapan ile denetleyen, izin veren aynı kurum olmamalıdır. Örneğin DSİ hem HES yatırımı yapmakta hem de HES`lere izin vermektedir. Öte yandan, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`nın su yönetimi ve çevre yönetimi konusunda ortak çalışma alanları ve ortak görevleri bulunmaktadır. Bu çelişkili durum yerine tek başına, bilimsel ve teknik altyapısı güçlü, çevre mühendisi istihdam eden çevre yönetiminin bütün temellerini ve ilkelerini barındıran bir Çevre Bakanlığı Kurulmalıdır.

Sularımızın kirlenmesi engellemek için ülkemizde ekosistem odaklı atıksu yönetimine odaklanılmalı, her alıcı ortamın (dere, göl, deniz) kendi özgün koşulları değerlendirilerek alıcı ortam esaslı deşarj standardına geçilmelidir. 

Paris İklim Anlaşması`na ülkemiz tarafından imza atılmıştır. Ancak TBMM`den onaylanma işlemi henüz gerçekleşmemiştir. İklim değişikliğinden en yoğun etkilenecek ülkelerin başında gelen ülkemizin anlaşmaya taraf olarak, acilen gerek sera gazı azaltımı faaliyetlerine odaklanması gerekse iklim değişikliğine uyum kapsamında çalışmalar yürütmesi gerekmektedir. Uluslararası alanda iş birliğinin arttırılmasında Anlaşmaya taraf olmanın avantajları da değerlendirilmelidir. ABD Başkanı`nın Paris Anlaşması`ndan çekilme kararı tarihi bir hatadır. İnsanlık tarihinin en yıkıcı felaketi olan iklim değişikliğinin sorumlularından olan bir ülkenin yönetiminin çözümden kaçınması kabul edilemez. Ülkemizin bu yanlış tavra karşı yerini iklim değişikliğine karşı mücadele eden ülkelerin yerinde konumlandırması gerekmektedir.

Bu geri kalmış termik santral projelerinden vaz geçilerek en iyi enerji üretim biçimi olan enerji verimliliğine odaklanılmalıdır. Kentlerdeki gereksiz elektrik tüketimi azaltılmalıdır. Sanayimizin üretim süreçlerinde enerji tüketimini azaltıcı yatırımlar teşvik edilmelidir. Döngüsel ekonomi süreci gündeme alınmalı, atıklar ve üretim bu perspektifle yönetilmelidir. 

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası

 

 

İMO: Doğayı ve Çevreyi Gözetmeyen Politikalar Yaşamı Tehdit Etmektedir!

1972 yılında yapılan Birleşmiş Milletler Stockholm Konferansında, kalkınma ve sanayileşme politikalarının doğurduğu çevresel sorunlara dikkat çekmek için 5 Haziran tarihi, "Dünya Çevre Günü" ve 5 Haziran sonrası devam eden hafta da "Dünya Çevre Haftası" olarak kabul edilmiştir. Konferansın üzerinden geçen 45 yıla rağmen çevreyi kendi yararları için kullanan çıkar çevreleri ve topluma karşı sorumsuzca davranan devletlerin çevre politikaları ile savaşlar, yeryüzündeki canlı yaşamını bir yok oluşa doğru sürüklemektedir.

Kutup bölgelerinden dünyanın akciğeri yağmur ormanlarına, Amerika`dan Asya`ya kadar, dünyanın dört bir yanında etkileri ortaya çıkan, insanla birlikte tüm canlı varlığına tehdit oluşturan pek çok felaket yaşanmaktadır. Bu felaketlerin en temel kaynağı ise insan faaliyetlerinden doğan ve çevreye etki eden uygulamalardır.

Başta petrol ve doğalgaz tüketimi olmak üzere enerji politikalarından kaynaklanarak çığ gibi büyüyen karbon salınımı atmosferde tehlike çanlarının çalmasına neden olurken, yapımına devam edilen nükleer santraller, artan kimyasal atıklar, kentlerin beton yığınlarına çevrilmesi, yeşil ve sulak alanların yok edilmesi, tarım alanlarının yapılaşmaya açılması ve daha birçok neden bu yok oluşu hızlandırmaktadır.

Çevreyi tehdit eden bir başka önemli konu da bölgemizde yaşanan savaşlardır. İnsan hayatını, birçok canlıyı, çevreyi ve kültür varlıklarını katleden çatışmalar, telafisi imkansız sonuçlar doğurmaktadır.

Ülkemizi ve çevreyi birer "rant" aracı olarak gören anlayışların ürünü olarak ortaya çıkan yasa ve yönetmelikler de çevre tahribatını giderek arttırmaktadır.

Çevre, doğa ve yaşam alanlarının talan edilmesine karşı çıkan meslek odamız, bilim insanlarıyla birlikte bu yok oluşa karşı çalışmalarını sürdürmektedir. Demokratik kitle örgütleri ise baskı altına alınmakta, işlevsizleştirilmeye çalışılmaktadır. Yeni çevre sorunları yaratacak uygulamalar karşı yaşam alanlarını savunan yurttaşlar ve örgütler şiddete maruz kalmaktadır.

İnşaat Mühendisleri Odası olarak, doğal hayatın, tarihin ve kültürel varlıkların korunmasının; sürdürülebilir çevre politikalarının uygulanmasının hayati öneme sahip olduğunu sürekli olarak ifade ediyoruz. Bu uyarılar dikkate alınmazsa dünyamız bu ağır yükü daha fazla kaldıramayacak, insan ve tüm canlı varlıklar ürkütücü bir şekilde yok olacaklardır.

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası

 

JMO: DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ KUTLANIYOR!!

Dünya Çevre Günü doğal çevrenin korunması amacı ile 5 Haziran 1972 tarihinde Stockholm‘de toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı`nda ilan edilmesinden bu yana ülkemizde de kutlanıyor! Ancak ülkemizde hükümet, her Dünya Çevre Günü`nü çevreyi yok edecek      yeni bir "yasal" düzenleme ile  kutlamayı alışkanlık haline getirdi. 

Bu yılki kutlamalar da farklı olmayacak.

Hatta bu yıl ülkemizde AKP hükümeti bir değil iki düzenleme ile, dünya ülkeleri ise ABD‘nin Paris İklim Antlaşmasından çekildiği bir süreçte "Dünya Çevre Günü`nü" kutlayacak!

Ülkemizde, bunlardan ilki 26 Mayıs tarihli Resmi Gazete`de yayımlanan ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği`nde yapılan değişiklik oldu. Yönetmelikteki değişiklik ÇED sürecini "hızlandırma" ve hatta devreden çıkarma anlamına gelecek ifadeler içeriyor. Yapılan değişiklik ile ÇED kararı alınmadıkça projelerle ilgili teşvik, onay, izin, yapı, kullanım ruhsatı verilemeyeceği, proje için yatırıma başlanamayacağı ve ihale edilemeyeceğine yönelik düzenleme kaldırılarak, yönetmeliğe tabi projeler için ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu‘ kararı veya ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir‘ kararı alınmamasının teşvik, onay, izin ve ruhsat süreçlerine başvurulmasına engel teşkil etmemesi hükmü eklendi. Yönetmelik değişikliği ile ayrıca ÇED sürecini "hızlandırmak" için "İnceleme değerlendirme toplantısı sonrasında, seçme, eleme kriterlerine tabi projelerle ilgili bakanlık tarafından yetkili kurum ve kuruluşlardan görüş talep edilmesi durumunda 30 takvim günü içerisinde görüş bildirmeyen kurum ve kuruluş görüşlerinin olumlu kabul edileceğine" yönelik düzenleme de yapıldı. 

AKP hükümeti kutlamalarının ikinci ayağını ise 125 milyon zeytin ağacının ölüm fermanı anlamına gelen ve zeytinliklerin madencilik ve endüstriyel tesisler için yapılaşmaya açılmasına izin veren Üretim Reform Tasarısı` oldu. Gelen tepkiler üzerine bazı maddeleri geri çekildi ancak tasarının son hali de zeytinlikleri yok etmeye yetecek! Çünkü tasarıda zeytinlik, mera ve kıyılara ilişkin maddelerin geri çekilmesi yönündeki önergelerin tümü reddedildi. Böylece tasarı sadece zeytinlikleri yok edilmesinin değil kıyı ve meraların yağma ve talanına da onay vermiş oldu. 

Tasarı yasalaştığı takdirde Valilikler bünyesinde bir kurul, muğlak bir ‘kamu yararı‘ kavramıyla, zeytinlik sahalarında sanayileşme, madencilik, tesisleşme ve yapılaşma faaliyetine karar verebilecek.

Tasarı ile meralar da korunmasız bırakılıyor. Tasarıya göre 4342 sayılı Mera Kanunu 14`üncü maddesi değiştirilerek "organize sanayi bölgeleri, sanayi bölgelerinin genişletilmesi veya yeniden kurulması" gibi gerekçelerle mera alanlarının, mera vasfının değiştirilmesi mümkün kılınıyor. Böylece meralar, artık yasal olarak korunamayacak!

Yeşil Yol Projesi, 3. Köprü, Cerattepe, Kanal İstanbul, HES`ler gibi saymakla bitmeyecek doğa katliamlarına şimdi bir yenisi eklenmek isteniyor. 125 milyon zeytin ağacının bulunduğu zeytinliklere göz dikiliyor. 

Dünya da ise, emperyalizim ağababası ABD‘nin daha fazla üretim ve daha fazla kar hırsı için Birleşmiş Miletler tarafından getirilen Paris İklim Değişikliği Anlaşması‘ndan çekildiği bir süreçte  "Dünya Çevre Gününü "kutluyor.

5 Haziran Dünya Çevre Günü için bulunmaz ve müthiş bir kutlama programı!

TMMOB Jeoloji Mühendisleri odası olarak bir kez daha uyarıyoruz.

Ülke insanına hizmet etmeyen, doğa korumayı esas almayan, imar, planlama, kentleşme, sanayileşme, enerji, madencilik gibi temel yasalar, toprağımızı, suyumuzu, havamızı, kıyılarımızı, zeytinliklerimizi, meralarımızı, ormanlarımızı kısaca tüm yaşam alanlarımızı korumayı esasa alacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Doğa bize bırakılan bir miras değil, gelecek kuşaklara aktarmamız gereken bir miras olduğu olgusundan hareketle "5 Haziran Dünya Çevre Günü"nün; toprağımıza, suyumuza, havamıza, kıyılarımıza, zeytinliklerimize, meralarımıza, ormanlarımıza kısaca tüm yaşam alanlarımıza sahip çıkacağımız ve mücadelemizi ortaklaştıracağımız bir gün olması dileğiyle...

Bilimle, Emekle, İnatla, Umutla!

 

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu

 

 

 

MMO: 5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ’NDE DİKKATLER

ÜLKEMİZDEKİ KENTSEL, KIRSAL DOĞAL ÇEVRE TAHRİBATINA YOĞUNLAŞMALIDIR

5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla çevre ve onunla bağlantılı önemli sorunları ve aralarındaki ilişkileri görmek gerekiyor. Zira egemen sermaye birikimi politikaları ve sermaye-rant çevrelerinin azami kâr hırsı; üretimi, sanayiyi, doğal çevreyi, enerji, ulaşım, yapı, kentleşme vb. alanları olumsuz olarak etkilemekte; ülke, halk yararı ve ekolojik gereklilikler sürekli olarak dışlanmaktadır. Yaşam ve çevre bir bütün olarak tahrip edilmektedir. Bu durumun son örneği, Üretim Reform Paketi olarak lanse edilen torba yasa tasarısı ile zeytinliklerin ve meraların maden ve sanayi alanlarına dönüştürülmesi; kıyıların ve denizin doldurulması yoluyla sağlanacak yeni alanların sanayiye açılması girişimidir.

Sanayi, teknoloji, tarım, çevre, yapı, kent, enerji, madenler, doğal kaynaklar, ormanlar, hazine arazileri, kıyılar, dereler, ulaşım ve diğer alanlara yönelik politikalar, planlı toplumsal kalkınmayı dışlayıcı bir içeriğe sahiptir. Bütün bu alanlar birer sömürü-rant kaynağı olarak görülmekte; yeraltı-yerüstü su kaynakları kirletilmekte; çevre sorunları yoğunlaşmaktadır.

Bu iktidar döneminde çıkarılan onlarca yeni yasa ve yüzlerce yasa değişikliği, sömürü ve rant alanlarının genişletilmesine yöneliktir. Öyle ki bütün ülke, kentsel ve kırsal alanlar, toplu konut alanları, bütün koruma alanları, milli parklar, doğal sit alanları, meralar, yaylalar, kışlaklar birer rant alanı haline getirilmiştir.

Ülkemiz ve halkımıza çok yönlü zararlar veren bu politikaların içinde yanlış hidroelektrik santralleri (HES’ler) ve yanlış termik santral projeleri de bulunmaktadır. Enerji üretim ve dağıtımının serbestleştirilmesi ve özelleştirilmesinin birer ürünü olan bu proje ve girişimler, halkın üretim ve yaşam alanlarını tahrip eden, işçi-köylü cinayetlerine yol açan; yöresini, tarımsal üretimini, doğal çevresini korumak isteyen halktan binlerce insan aleyhine davalar açılmasına dek varmıştır.

TMMOB Makina Mühendisleri Odası, ülkenin, sanayi ve tarımın, kentsel-kırsal-doğal çevre talanının karşısında durmaya, bilim ve tekniği halkın yararına sunmaya, sanayileşme ve çevre uyumu sağlanmış planlı toplumsal kalkınma politikalarını savunmaya devam edecektir.

TMMOB Makina Mühendisleri Odası

 

 

MİMARLAR ODASI DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ BASIN BİLDİRİSİ
ÇAĞRI!

Mimarlar Odası tarafından 03 Haziran 2017 tarihinde bilim insanları, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, yerel yönetimler, kent ve çevre kuruluşları ve duyarlı toplum kesimleri ile Ayvalık’ta gerçekleştirilen “Kıyı Bölgelerinde Mimarlık” adlı buluşmada; tehdit altındaki Ayvalık ve Edremit Körfez Bölgesi özelinde, Türkiye geneli ilişkisi içinde yapılan değerlendirmeler ışığında; 05 Haziran 2017 Dünya Çevre Günü’nde kamuoyuna bir “Çağrı” yapılması benimsenmiştir. Bu bağlamda hazırlanan metni kamuoyuna sunuyoruz.

Ülkemizde son yıllarda kentleri, doğal kültürel değerleri ve yaşam alanlarını ekonominin merkezine oturtan; bütün bu değerleri ve doğayı metalaştıran,N esnek üretim modeli eliyle yatırım ve karlılık alanı olarak gören politikalar yürürlüğe konmuştur. Kentler, bu uygulamalar sonucunda taşıdıkları kültürel ve doğal değerlerle birlikte hızla, yıkımın ve plansız yatırımların şantiyesi haline gelmiştir.

Tarihsel süreçte “özgürlük, demokrasi, adalet, eşitlik, insan hakları” gibi insanlığın evrensel değerlerinin üretildiği kentler ve yaşam çevreleri; “Kentsel Dönüşüm” adı altında dikte edilen “rant ve yıkım politikaları baskısı altında” dönüştürülmektedir. Uygarlığın merkezi olan kentler ve yaşam çevrelerinde gerçekleştirilen rant operasyonları ile “çevre sorunlarına, kimliksizliğe, toplumsal ayrışmaya ve otokratik sisteme” evrilen süreçler inşa edilmektedir.

Çağdaş, bilimsel bir planlamaya dayanmayan kentleşme politikaları ve yatırım kararları ile sistemli ve ısrarlı bir şekilde “ideolojik dönüşüm ve rant” amacıyla doğal ve kültürel varlıklar yok edilmektedir.

Bu anlayış doğrultusunda; kentsel ve kırsal alanlar, tabiat varlıkları, koruma alanları, ormanlar, kıyılar, milli parklar, doğal sit alanları rant alanı haline getirilirken; doğal kaynaklar yok olmakta, kentsel, kırsal çevre sorunları hızla büyümektedir. 

2011 yılında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler yoluyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşu ve ardından 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun değiştirilmesi ile koruma politikalarında yeni bir süreç başlamıştır. Bu değişiklikler yoluyla Koruma Kurullarının doğal sit alanlarına ilişkin görevlerinin Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne aktarılması ve Özel Çevre Koruma Kurulu’nun kapatılması; tabiat varlıkları, koruma ve doğal sit alanlarının daraltılması, yapılaşmaya açılarak ortadan kaldırılması sürecinin başlangıcı olmuştur.

Ankara Atatürk Orman Çiftliği’ne Kaçak Saray yapılması, İstanbul Gezi Parkı’na olmayan kışlanın yapılmak istenmesi buna karşın Mersin’de var olan Abdül Hamit Kışlasının yıkılması, yine İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezi’nin dokuz yıldır işlevsiz bırakılması ve yıkılması için fırsat kollanması, Emek Sineması ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılması; Cumhuriyetin kültürel mirasının ve izlerinin ortadan kaldırılması; uygarlaşma karşıtı ve otokratik bir yaklaşım doğrultusunda gündeme gelmektedir.

15 Temmuz 2016 olayları bahane edilerek ilan edilen Olağanüstü Hal ve çıkarılan KHK’larla askeri alanların ve doğal sitlerin yapılaşmaya açılması ile yürütülen “rant politikalarına” daha da hız verilmiştir.

16 Nisan 2017 tarihinde yapılan, gayrimeşru ve hileli referandumla ise; “demokratik parlamenter” sistemin tasfiye edilmesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin tek kişiye verilmesi ile bütün bu hukuksuzlukların ve doğa ve kültür tahribatının tek merkezden gerçekleştirilmesinin önü sınırsız bir şekilde açılmaktadır.

Hukuk ve demokrasinin olmazsa olmazı “güçler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı”” ilkesinin ortadan kaldırıldığı; sansür, yasak, baskı ve şiddet politikalarının yürürlüğe konduğu ülke koşullarında toplumsal duyarlılıkların harekete geçmesi dışında başka bir güvence söz konusu değildir.

Bu çerçevede, bütün yaşam değerlerini savunan bizler ülkenin dört bir tarafında ve bütün yaşam alanlarında uygulanan ablukanın kaldırılarak;

Demokrasi, hukuk, kent, kültür ve çevre karşıtı alınan bütün plan, karar ve uygulamaların ivedilikle durdurulması ve kamuoyunun değerlendirmesine açılması,

Doğal sit alanlarını ve çevreyi iktidar destekli sermaye sınıfları ile işbirliği içinde yapılaşmaya açarak ticari meta haline getiren uygulamaların durdurulması,

Mevcut doğal sit alanlarının daraltılmasına gerekçe gösterilen kimi şirketlere hazırlatılan ve bilimsel niteliği bulunmayan raporların geri çekilmesi,

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından saydam ve katılımcı sürece dayanmayan ve bilimsel ilkelere aykırı plan kararları ile geniş doğal sitlerin yoğun yapılaşmaya açılması girişiminden vazgeçilmesi,

Ülkemizin geleceğini ve toplumsal yaşamımızı tehdit eden; nükleer santral kararlarının iptal edilmesinin sağlanması; zeytinlikleri, tarım arazilerini, ormanları, akarsu ve kıyılar, eşsiz doğa güzelliklerini tahrip eden girişimlerin gündemden kaldırılması,

“Sürdürülebilir doğal çevre koruma” adı altında yerel toplumun yaşamının devamlılığı yerine, turizm odaklı yatırımların önünün açılmasını hedefleyen girişim ve anlayışların terk edilmesi,

Meslek Odaları, Üniversiteler ve kamu kurumları tarafından düzenlenen raporların dikkate alınması ve tüm paydaşların yer aldığı katılımcı süreçlere bağlı olarak alınacak bilimsel şehircilik ilkelerine dayalı planlama kararların hayata geçirilmesi,

Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası anlaşmalara esas olan duyarlılıkların kamusal politikaları yönlendiren aktörler tarafından dikkate alınmasının sağlanması için bu süreçten etkilenen bütün toplum kesimlerini ortak hareket etmeye çağırıyoruz.

Yaşadığımız bütün zor ve ağır koşullara rağmen; kamusal ve kültürel varlıklara, yaşam değerlerine, toplumsal hak ve özgürlüklere saldırılara karşı yükselen toplumsal bir uyanış “özgür ve demokratik” bir geleceği işaret etmektedir.

Bu çerçevede; Mimarlar Odası olarak; tüm meslektaşlarımızın ve yurttaşlarımızın Dünya Çevre Günü’nü kutluyor; sağlıklı yaşam çevrelerinin oluşturulması için, öncelikle doğal kaynaklarımızın ve doğal, kültürel çevremizin korunması amacıyla verdiğimiz mücadeleye devam etmekte kararlı olduğumuzu önemle vurguluyoruz.

TMMOB MİMARLAR ODASI