TMMOB TUNCELİ KENT SEMPOZYUMU DÜZENLENDİ

26.09.2023

TMMOB adına TMMOB Tunceli İl Koordinasyon Kurulu tarafından düzenlenen Tunceli Kent Sempozyumu 22-23 Eylül 2023 tarihlerinde “Sömürge Madenciliği” ve “Depreme Dirençli Kentler” oturumlarıyla gerçekleştirildi.

Sempozyumun açılışında TMMOB Tunceli İKK Sekreteri Uğur Beycan, TMMOB Diyarbakır İKK Sekreteri Alican Çetinkaya, Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, TMMOB Yönetim Kurulu 2. Başkanı Selçuk Uluata ve Yeşil Sol Parti Tunceli Milletvekili Ayten Kordu birer konuşma yaptılar.

Açılış konuşmaları sonrası başlayan “Sömürge madenciliği” konulu oturumda TMMOB Maden Mühendisler Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Yüksel, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Dursun Kahraman, TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Cevahir Efe Akçelik ve DAD Eş Genel Başkanı Musa Kulu konuşmacı olarak katıldı.  Oturum soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.

İkinci gün gerçekleşen “Depreme Dirençli Kentler” oturumundaysa Bilim Akademisi Kurucu Üyesi Yer Bilimci Prof. Dr. Naci Görür, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Alan, Yapı ve Yapılaşma Jeofiziği Bilimsel ve Teknik Kurulu’ndan akademisyen Prof. Dr. Mehmet Emin Candansayar katılarak birer konuşma yaptılar.

TMMOB Yönetim Kurulu 2. Başkanı Selçuk Uluata konuşmasında şunları söyledi:

"Değerli Konuklarımız,

Örgütümüzün çeşitli kademelerinde görev yapan sevgili yönetici arkadaşlarım,

Sevgili Dersimliler,

Hepinizi, Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu adına sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, TMMOB adına bu Sempozyumun oluşmasını sağlayan Düzenleme ve Sempozyum Yürütme Kurulu üyelerine, Sempozyumun gerçekleşmesi için görev üstlenen birimlerimizin Yönetim Kurulu üyelerine ve Oda çalışanı arkadaşlarıma Dersim İKK Sekreterimiz Ugur Beycana Görüşleri ile bu sempozyumu güçlendirecek bilim insanları ve uzman arkadaşlarıma TMMOB Yönetim Kurulu adına teşekkür ediyorum.

Değerli Konuklar,

Dünya sisteminin tarifinin Entegrasyon, Globalleşme, Yeni Dünya Düzeni kelimeleri ile yapıldığı bir yeni dönem yaşanıyor dünyada. Bize göre de yeni dünya düzeninin adı: Kapitalist küreselleşme.

Yeni Dünya Düzeni ideologları, yirminci yüzyılın son yirmi yılından beri, artık her şeyin küresel ilişkilerin bir parçası haline geldiğini, dolayısıyla farklı ideolojilerin ortadan kalktığını, farklı sınıf çıkarlarının bulunmadığı tezini savunuyorlardı. Dünyanın bu aşamasında, insanlara; barış, demokrasi, katılım, hoşgörü, üretim, birikim ve tüketim dolu, çevreye duyarlı, küreselleşmiş yeni bir dünya düzenine girildiği müjdeleniyordu. Dünyanın, endüstri toplumundan bilgi toplumuna, iş gücü ağırlıklı teknolojiden yüksek teknolojiye, ulusal ekonomiden dünya ekonomisine, merkezi yönetimden yerel yönetime, kurumsal yardımdan kendi kendine yardıma, kısıtlı seçeneklerden çok çeşitli seçeneklere doğru hızlı bir değişim içinde olduğu ifade ediliyordu.

Ancak, bu süreçte görüldü ki, söylenenlerin aksine; Yeni Dünya Düzeni teorilerinin pratiğe yansımasında güçlü kutuplaşmalar, ırkçılık ve milliyetçilik temelinde dünyanın hemen her tarafında süre giden savaşlar, katliamlar, işsizlik, açlık, saldırı ve savaş, toplumsal yozlaşma ve daha yoğun bir sömürü meydana geldi.

Emeğin ve halkın aleyhine işleyen neo-liberal değişim süreci Türkiye'de her geçen gün etkisini daha fazla hissettirdi. Yoksullar daha fazla yoksullaştı, kapitalizmin derinleşen krizi emekçilerin sırtına daha çok yüklendi.

Bugün ülke olarak oldukça kritik bir eşikteyiz bu yüzden, TMMOB 69. Yılına girerken, tarihimizden aldığımız güçle bu gidişe bir dur deme sorumluluğunu hissediyoruz.

Bir yanımız her gün derinleşen bir ekonomik krizle boğuşuyor bir yanımız da bu krizden gelen çoklu sorunların içinde boğuluyor. Ülkede insanların genel ruh haline bakın. Gencinden yaşlısına herkes derin umutsuzluk içerisinde. Hiç kimse özellikle de gençler geleceğe dair uzun vadeli plan yapamıyor. Hayal kuramıyor. En üzücüsü de bu…İçinden geçtiğimiz bu dönem gençlerimizin hayallerini çalıyor.

İşsizlik ve güvencesizlik halkımız ve meslektaşlarımızın en can yakıcı sorunudur. Ücretli çalışan her meslektaşımız ve henüz eğitim-öğretim sürecindeki öğrenci arkadaşlarımız, kendilerini yarının potansiyel işsizi olarak görmektedir. Emek, sermaye düzeninin acımasızlığı ve ekonomik krizlerin şiddetine terk edilmiştir.

Giderek zorlaşan yaşam koşulları altında işsizlik, hayat pahalılığı, düşük ücretler, güvencesizlik, özlük hakları ve örgütlenme sorunları ülkemizde çalışan mühendis, mimar ve şehir plancılarının öncelikli sorunları olmaya devam etmektedir.

Artık öyle bir dönemdeyiz ki, gençlerimiz, hangi diplomayı alsa, hangi okullarda okursa okusun bildiğimiz anlamda bir meslek sahibi olamıyorlar. Her biri ya meslek alanı dışında çalışıyor ya da yoksulluk-açlık sınırının altındaki maaşlarla çalışmaya mahkûm ediliyor.

Bu yüzden TMMOB olarak giderek büyüyen sorunlarımızı daha yüksek sesle dile getirmek için bir kampanya süreci başlattık. ‘Boşuna mı okuduk?’

Bizler biliyoruz ve inatla söylüyoruz ki, bir ülkenin mühendisleri, mimarları, şehir plancıları olmazsa o ülkenin geleceği olmaz. Bizler olmazsak ülkemizin, halkımızın refahı sağlanamaz. Akıldan bilim ve teknikten kopuk bir nesil dünyayı ve bugünü anlayamaz.

Değerli Konuklar,

Depreme hazırlıklı olmak yer seçiminden başlayarak imar planlarının afet riskine göre hazırlanmasına, içinde yaşadığımız binaların tasarım, inşa, denetim ve bakım süreçlerine, halkın deprem konusunda eğitilmesine, deprem öncesi, deprem esnası ve sonrasında yapılacak çalışmalara kadar geniş bir halkayı kapsar. Bu halkanın herhangi birindeki zayıflık, diğer önemleri de işe yaramaz kılar. Depreme hazırlıklı olmak bütünlüklü bir plan, program, bu programı uygulayacak bir devlet yapılanması ve güçlü bir siyasi irade gerektirir.

Bu süreç siyasi bir tercihtir. Siyasi iktidarlar burada tercihini, insan yaşamından, kamu yararından, planlamanın, mimarlık ve mühendisliğin gereklerinden yani bilimden, teknikten ve hukuktan yana değil kaçak yapılaşmadan ve rant çevrelerinden yana kullanmıştır.

Geçmiş depremler sonrasında yapılanların tekrar edileceği anlaşılıyor. Deprem sonrasında zor koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan yurttaşlarımız açısından güvenli konut alanlarına bir an önce erişmeleri elbette ki temel beklentimizdir. Ancak bu sürecin bilimsel gerçekler, teknik gereklilikler ve şehircilik ilkelerine uyulmadan yapılması halinde uzun vadeye yayılmış ciddi sorunlarla karşılaşılacağı açıktır. 

Doğa hareketlerinin gücü ve şiddetinin bazen öngörülerin üzerinde olduğu ve hesaplanamayan özellikler taşıdığı, dolayısıyla insanın afetler karşısında kimi zaman çaresiz kaldığı bilinmektedir.

Büyük afetler zengin-yoksul ülke ayrımı yapmadan gerçekleşmekte, ancak sonuçları ülkenin veya bölgenin gelişmişlik düzeyine göre değişmektedir.

Yoksulluk göstergesinin sadece rakamlardan ibaret olmadığı, afetlerin daha çok yoksulları vurmasından anlaşılmaktadır ki, gerçekten de afetlerin olumsuz sonuçları yoksulluğun turnusol kâğıdı olarak görülmektedir.

Nasıl ki Jean Jacques Rousseau 1755 Lizbon depremi sonrası Voltaire’ye yazdığı mektupta  "Yaşadığımız acıların nedeni sadece jeolojik değildir. İnsanları deprem değil, yoksulluk öldürüyor" diyerek sorunun sosyolojik boyutlarını da ortaya koyduysa, bu günün dünyası da, afetlerin bu boyutunu görmezden gelemez. 

Afet güvenliğinin sağlanması diğer tüm toplumsal olgular gibi siyasal bir etkinlik alanıdır.

Dünyada afeti sadece yasal, kurumsal veya teknik bir sorun olarak gören ve bu noktalarda çözmeye çalışan anlayışlar başarısızlığa mahkumdur.

Değerli Konuklar

Şu noktanın hepimiz farkında olmak zorundayız: Bütün bu çabalar siyasi iktidarı harekete geçirmek hedefiyle şekillenmektedir.

Mühendisin bilgi ve birikimin işlevsel hale gelmesi, kamusal yatırımlara, yatırımların istenilen düzeyde gerçekleşmesine bağlıdır.

Kamusal yatırımlar olması gereken düzeyde değilse, burada ortaya çıkacak önerilerin herhangi bir kıymetinin olması mümkün değildir?

Kamu harekete geçmeli ki, mühendislik bilgisine ihtiyaç duyulan bir süreç başlasın

Genel ekonomik yönelim, kamunun küçültülmesi, kamusal harcama ve yatırımların aşağıya çekilmesi doğrultusunda olduğu sürece, afete ve afet sonrasına hazırlık süreciyle ilgili kamu yönetiminin sorumluluğunu yerine getirmesini beklemek hayalcilikten öte anlam taşımamaktadır.

Kamunun tasfiyesi, sosyal devlet uygulamalarının neredeyse sıfır düzeyine çekilmesi yeni liberal politikaların bir dayatmasıdır ki, ne yazık ki bugün ülkemizin kaderini bu dayatma belirlemektedir.

Siyasi iktidarın her fırsatta kentsel dönüşüm projelerinden dem vurması, depremden sağlıklı kentleşmeye kadar hemen her alandaki olumsuzluğu kentsel dönüşüm projeleri vasıtasıyla çözeceğini ilan etmesi, kamunun şehirleşmeden elini çekeceği anlamı taşımaktadır ki, sanıyorum afete karşı ilgisizliğin asıl nedeni budur.

Bizler sadece talep eden, sadece eleştiren değil, imkanları çerçevesine müdahale eden birer kurum olma özelliğini de taşımaktayız. 

Bizler bu ülkenin mühendis mimar ve şehir plancıları olarak üzerimize düşen her türlü sorumluluğu yerine getirmeye, halkın çıkarları için hiçbir karşılık beklemeden çalışmaya gönüllüyüz.

Birkaç hususu da vurgulayarak konuşmamı bitirmek istiyorum:

Kentte yaşayanların örgütlü katılımını ön plana alan, kent hukukunu gözeten, demokratik katılıma açık olan, merkezi bürokratik anlayışa sahip olmayan bir yerel yönetim ve planlama, kentin kendiliğinden gelişiminden çıkar sağlayan grupların faaliyetlerini de engelleyebilir. Sağlıklı bir kent yönetimi ve planlaması ancak kent halkının karara katılacağı süreçlerin yaratılması, bilgi dolaşımın ve saydamlığın sağlanabilmesi ile mümkün olabilir.

Toplumsal yaşama, kente dair sağlıklı karar verebilmek o konuda bilgili olmakla mümkündür. Günümüzde bilgi, yalnızca sınırlı sayıda bazı kesimlerce erişilebilir niteliktedir. Bu durumda kararlara çok kişinin katılımı ile ulaşılmış olması da, tek başına bu süreci demokratik kılmaz. Dolayısıyla yöre halkının bilgiye özgürce erişme olanakları geliştirilerek, akılcı ve sağlıklı karar üretme süreçleri yaşama geçirilmelidir. Yerel yönetimlerin çalışmaları yüksek duvarlar, açılmaz kapılar ardına saklanmamalıdır.

Yerel yönetimlerin akçeli tüm işlemleri (ihaleler, kredi anlaşmaları vb.) şeffaf olmalı, halkın ve onun örgütlerinin bilgisi dahilinde, denetimi altında olmalıdır.

Bir kente sahip çıkacak o kentte yaşayan bireylerdir. Kente dair her türlü kararda kentlilerin katılımının sağlanması vazgeçilmez bir hak olmalıdır. Yatırım önceliklerinin belirlenmesinde halkın ve kitle örgütlerinin görüşlerine başvurulmalıdır. Yatırımlarda sadece ve sadece kentlinin çıkarları düşünülmelidir.

Yerel yönetimlerin öncelikli amacı toplumun sağlıklı bir kent yaşamı sürdürmesini sağlamaktır.

Birçok büyük kentte olduğu gibi Dersimde halkın sağlığını tehdit eden hiçbir girişim, getirisi ne olursa olsun, hoşgörüyle karşılanmamalıdır.

Bölgede ekonomik gelişme adına doğal kaynakların ve çevresel değerlerin tahrip edilmemesi, bu kaynakların gelecek nesillere korunarak aktarılmasını, Kültürel mirasın ve kent kimliğinin korunmasını Sabırla ve kararlılıkla savunulmasını diliyorum.

Bu sempozyumun, Dersimin önümüzdeki 20-30 yıllık geleceğine dair uzun soluklu, tutarlı ve toplum yararına yönelik ekonomik ve sosyal gelişimi, sağlıklı kent yaşamına yönelik önemli hedeflerin belirlenmesi yanında bu hedeflerin gerçekleşmesi için gerekli kurumsal yönetim-katılım modelleri de tarif edeceğine inanıyorum.

Bitirirken son cümlemiz de şu olsun:

Bizim sözümüz  yaşama dairdir. İnsana dairdir. Ve gelecek güzel günlere dairdir. Biz diyoruz ki; “KENTİN SAKİNİ DEĞİL SAHİBİ OLALIM VE BUNUN İÇİN MÜCADELE EDELİM”.

Hepinize saygılar sunuyorum."