ODALARDAN 17 AĞUSTOS 1999 MARMARA DEPREMİ AÇIKLAMALARI

16.08.2016

Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Jeofizik Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Makina Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası, 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin 17. yılı ve yapı denetimi üzerine birer basın açıklaması yaptı.

HKMO: MARMARA DEPREMİ ÜZERİNDEN 17 YIL GEÇTİ

Yıllar önce bugün, "17 AĞUSTOS 1999'DAN BU YANA HİÇ BİR ŞEY DEĞİŞMEDİ."  demiştik. Maalesef ki, 2016 yılında bugün de, aynı şeyi söylüyoruz. 1999 Marmara depreminden bu yana pek çok şey sümenaltı edildi, yerinde saydırıldı, alınan kararlara uyulmadı, verilen sözler tutulmadı, bütün vaatler sadece lafta bırakıldı, sorumlular serbestçe dolaşmaya devam etti,  rantçı ve talancı katil çeteler yine aynı amaç peşinde koşarak kapsamlı çalışmalar yürüttüler, bunlarla mücadele eden yürekli insanlar canlarından bile oldular.

Geleceğe dair endişelerimiz devam ediyor.

Toplumun tüm kesimlerini ve sorumlu yöneticilerini "ülkemizin deprem gerçekliliği ve  afet  tehlikelerine karşı" yeniden uyarıyoruz.

Çözüm, kaderci yaklaşımlarla değil, eski yanlışları sürdürmekle hiç değil, bilimsel ve teknik doğruların hayata geçirilmesiyle mümkündür.

Basına ve Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

 

TMMOB
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası

 

 

JFMO: 17 AĞUSTOS 1999 MARMARA DEPREMİNİN 17. YILDÖNÜMÜ

 UNUTMADIK ! UNUTMAYACAĞIZ ! UNUTTURMAYACAĞIZ !

17 yıl önce; 17 Ağustos 1999 tarihinde saat 03:02`de Richter ölçeğine göre 7.4 büyüklüğünde, hatırlanması dahi acı veren, yürek yakan, İzmit`te, Adapazarı`nda, Gölcükte, Yalova`da ve İstanbul`da  binlerce insanımızın ölümüne ve yaralanmasına, kentlerimizin harap olmasına neden olan büyük Marmara Depremini yaşadık. Deprem sırasında ve sonrasında yaşanan çaresizliği, bir doğa olayı olan depremin bir afete nasıl dönüştüğünü gördük.

Ülkemiz için asrın felaketi olarak  değerlendirilebilecek nitelikteki bu depremi, TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası olarak hiçbir zaman unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.

Depremin ağır sonuçlarının, 1999 yılında yaşanan Marmara ve Düzce depremlerinde görülmesine rağmen, geçen 17 yıl içerisinde geçmişte yaşanan acı olaylardan ders çıkarıldığı ve meydana gelecek depremlere ve afetlere ülke olarak  hazır olduğumuz söylenemez.

Alp-Himalaya kuşağında yer alan ülkemiz; Kuzey Anadolu Fayı, Doğu Anadolu Fayı, ve Batı Anadolu Horst-Graben sistemi ve çok sayıda diri fayın etkisi altındadır. Ülkemizin %92`si, nüfusumuzun %95`i, büyük sanayi merkezlerinin %98`i, barajlarımızın %93`ü tehlikeli deprem bölgeleri içerisinde yer almaktadır. Bu veriler, ülkemizin her an yıkıcı bir deprem tehlikesiyle karşı karşıya olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.

Kamuoyunca açıkça fark edildiği ve dile getirildiği gibi, 1999 Marmara Depreminden sonra adeta yeniden keşfedilen mühendislik dallarından biri Jeofizik Mühendisliğidir. Yönetmeliklerde mesleğimiz yeterince yer almamasına karşılık deprem, heyelan v.b. gibi doğal afetlerde zararın en aza indirilmesinde Jeofizik Mühendisliğinin vazgeçilmez olduğunun bilincine varılması yaşamsal önemde toplum yararınadır.

Deprem ve afette en önemli konulardan biri, zeminin özelliklerinin ve yeraltı yapısının iyi bilinmesidir. Zemin Özelliklerinin belirlenmesinde en önemli bilim dallarından birisi Jeofizik Mühendisliğidir. Binayı yıkan depremin dinamik parametreleridir. Bu parametreler Jeofizik Mühendisleri tarafından hesaplanmaktadır.

Deprem; yeryüzü üzerinde bulunan tüm yapıların hasar görüp, can ve mal kaybına uğrayacak şekilde yıkabileceğini gösteren bir doğa olayıdır. Deprem dalgalarının nasıl yayıldığını, ölçü aletlerini, kayıtların değerlendirilmesini ve  depremle ilgili tüm konuları inceleyen sismoloji, jeofiziğin alt bilim dalıdır.

Depremler büyük zararlar vermekte, maddi ve manevi kayıplara neden olmaktadır. Depremlerin oluşturacağı zararları azaltmanın en etkin iki yolu depreme dayanıklı binalar inşa etmek ve insanlarımıza deprem bilincini vermektir. Bugünkü teknik bilgilerle depremin ne zaman olacağı belirlemek mümkün olmadığından, her an deprem olacakmış gibi hazırlıklı olmak gerekmektedir.

Devletin, doğa olaylarının yol açtığı can ve mal kayıplarının afete dönüşmemesini sağlayacak her türlü tedbirleri almak Anayasa ile belirlenmiş görevidir. Deprem sonrası yaşanan acı olaylardan ders alınmalı aynı acıların yaşanmaması için zemin etütleri konusunda merkezi ve yerel yönetimler yeterli duyarlılığı göstermeli, binaların dinamik zemin koşullarının uygun olduğu yerlerde yapılmalı  ve kamusal denetim etkinleştirilmelidir. Yerel idarelerde zemin etüt raporlarının kontrolü ve gerekli durumlarda yerinde denetim amacıyla Jeofizik Mühendisi istihdamı zorunlu hale getirilmelidir.

Kontrolsüz olarak hızla büyüyen kentlerimizin afetlere hazırlıklı hale gelmesi için sorunun çok disiplinli yaklaşımlarla ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle kentsel dönüşüm projeleri; sosyal, ekonomik, psikolojik ve fiziksel çevrenin bir bütünlüğü kapsamında ele alınmalıdır. Kentsel değişim-dönüşüm projelerinde öncelik afet riskinin yüksek olduğu yerlere ve göçecek binalara verilmelidir. "

Bilim insanları tarafından tek seferde kırılması halinde 7.2 büyüklüğünde deprem üreteceği ifade edilen olası Marmara depremi, başta İstanbul olmak üzere bütün Marmara Bölgesini etkileyecektir.  Yaşanacak depremde can ve mal kaybının en aza indirilmesi için alınacak önlemlerle ilgili gerekli hazırlıklar yapılmalıdır. Özellikle deprem sonrası çadır yerleri, toplanma alanları ve acil yollar belirlenmelidir. Marmara Denizi ve çevresi 1. Derece Deprem Bölgesi içerisinde yer almaktadır. Bu bölgede yaşayan vatandaşlarımızın depreme karşı her zaman hazırlıklı ve bilinçli olması, depreme dayanıklı binalarda oturması, satın alacakları konutların depreme dayanıklı olarak inşa edilmiş olması, olası depremlere karşı alınacak en güvenli tedbir olacaktır.

TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası olarak; Ülkemizin dünyanın en etkin deprem kuşaklarında yer aldığını, fay hatlarının geçmişte birçok yıkıcı depremlere neden olduğunu, gelecekte de meydana gelecek depremlerle can ve mal kaybının olacağı gerçeğini, ülkemiz "DEPREM GERÇEĞİNİ" unutmayacağız, unutturmayacağız.

Yaşadığımız depremlerde yaşamını yitiren vatandaşlarımızı saygıyla anıyoruz.

TMMOB JEOFİZİK MÜHENDİSLERİ ODASI

XVI. DÖNEM YÖNETİM KURULU

 

JMO: 17 YIL SONRA GERİYE DÖNÜP BAKMAYIN, ÇÜNKÜ HİÇ UZAKLAŞMADIK, HALA AYNI AFETE ÇOK YAKINIZ !!!

Bilindiği gibi, bundan tam 17 sene önce Marmara Bölgesinde 17 Ağustos günü saat 03.02`de meydana gelen deprem, ülkemiz sınırları içinde 1939 büyük Erzincan depreminden sonra ülke tarihinin en büyük ikinci yıkımına neden olmuş, yaklaşık 18 bin vatandaşımız bu depremde yaşamını yitirmiş, 50 bine yakın vatandaşımız yaralanmış, yüzbinlerce konut hasar görmüş, bölgenin altyapısı tamamen çökmüş, toplam ekonomik kayıp ise 40-50 milyar doları aşmıştır. 17 Ağustos tarihinde meydana gelen bu deprem,  jeoloji mühendisleri olarak sürekli tekrarladığımız, hatırlattığımız; ülkemizin deprem gerçeğini, vurdumduymazların suratına bir tokat gibi yapıştırmış, merkezi ve yerel yönetimlerin yönetici ve çalışanları gerçeği acı da olsa anlamak zorunda kalmıştı.

Odamızın bilgi birikimi ve çalışmaları ile yine konusunda yetkin ve deneyimli üyelerimizin önerileriyle, ilk yıllarda deprem zararlarının azaltılması konusunda yapılan çalışmalara bir hareketlilik getirmiş, konuyla ilgili merkezi ve yerel yönetimlerde Afet zararlarının azaltılması çalışmaları eksiklide olsa başlatılmıştır. Bu kapsamında; özellikle de deprem konusunda ülkemizde başlatılan eylem planları (UDSEP-Ulusal Deprem Stratejisi), uzman toplantıları (Deprem Danışma Kurulu), Türkiye diri fay haritasının yenilenmesi, deprem araştırmalarını destekleyen programlar (UDAP-Ulusal Deprem Araştırma Programı), yerel yönetimlerde toplum odaklı örgütlenmeler (mahalle afet gönüllüleri vb.), ulusal arama kurtarma derneklerinin çeşitlenmesi (Akut, Umke vb.), ulusal deprem gözlem ağlarının güncellenmesi ve geliştirilmesi gibi çalışmalar yürütülmüştür. Ancak, özellikle belirtmek gerekir ki; bütün bu girişimler başta İstanbul ve Marmara Bölgesi olmak üzere ülkemizde meydana gelebilecek olası depremlerin zararlarını azaltmaktan uzak kalmış; ülkemizi depremlere karşı 1999 öncesine göre daha hazırlıklı hale getirememiştir.

17 Ağustos depreminden sonra Jeoloji Mühendisleri Odası olarak; ülkemizin deprem gerçeğinin ortaya konulmasına ilişkin yapılan çalışmalar ve elde edilen veriler kamuoyu ile paylaşılmış, hazırlanan rapor, bilgi ve belgeler ilgili kurum ve kuruluşlara aktarılmış, konuyla ilgili çok sayıda toplantı düzenlenmiş, deprem zararlarının azaltılmasına yönelik ulusal bir afet politikasının yapısal ve yasal önerileri sürekli vurgulanagelmiştir.

Merkezi ve yerel yöneticiler ile toplumun tüm kesimlerini "ülkemizin deprem gerçekliliği ve  yaklaşan afet  tehlikelerine karşı" uyarmamıza rağmen;

Görülüyor ki;

  • Yılda ortalama 25000 adet deprem çözümü yapılan, aktivitesi kanıtlanmış ülkemizin deprem gerçeği göz ardı edilmeye devam ediliyor, vurdumduymazlık süregeliyor.
  • 2011 yılından beri toplanmayan Deprem Danışma Kurulu deprem konusunda halkı bilgilendirme çalışmalara yön vermek için hiçbir çalışma yürütmüyor.
  • Ulusal Deprem Stratejisi "UDSEP"  çalışmalarının son yıllarda ne aşamada olduğunu bilen yok.
  • Ulusal Deprem Araştırma Programı "UDAP" kapsamında tüm yerbilimleri camiasını yakından ilgilendiren yapı üretimi ile mühendislik proje ve hizmetlerinin gerçekleştirilmesi için de önemli kaynak teşkil eden paleosismoloji çalışmalarının desteklenmesi durdurulmuş durumda. Nedenini bilen yok.
  • 2011 yılında Van depreminden sonra büyük bir şaşaa ile çıkarılan ve ülkemiz deprem sorunu çözeceği belirtilen "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun", kentsel rantın yönetilmesi ve dönüştürülmesinin aracı haline getirilmiş durumda, yüksek riskli alanlar için hiçbir çalışma yapılmıyor.
  • TBMM görüşülmekte olan torba kanun tasarısı içinde "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunda"  yapılan düzenleme ile Güneydoğuda yakılan-yılan kentlere ilişkin çalışmalar afet riski kapsamına alınacağı görülüyor. Afet riski ile terör eş anlamlı hale getiriliyor.
  • Kentsel planlama, yapı üretimi ve denetimi piyasa koşullarında alınır-satılır bir meta haline dönüştürülmüş, kamusal denetim yok edilmiş, meslek örgütleri de sistemin dışına itilerek toplum, afet riskleri ile karşı karşıya bırakılmıştır.
  • Birçok kurum ve kuruluşu ilgilendiren, çok aktörlü ve çok disiplinli afet yönetim sistemi içerisinde; merkezi ve yerel yönetim, meslek örgütleri, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve toplumun tüm kesimleri arasında, sistemin her aşamasındaki (zarar azaltma, önceden hazırlık, müdahale ve iyileştirme) görev, yetki ve sorumluluklar arasında akılcı dengeler, rol ve görev dağılımları oluşturulamamış, sürdürülebilir, etkili ve verimli bir yönetim yapısı geliştirilememiştir.

Kısacası ülkemizde; deprem konusunda etkin çalışılmıyor, mevcut planlar bile sonuçlandırılamıyor. Toplum olarak da 1999 ve sonrası yaşanan depremlerin acı sonuçlarını unuttuk; Ancak, doğa depremlerle, heyelan, taşkın ve sellerle sürekli kendini hatırlatmaya devam ediyor. Doğanın uyarı mesajlarını dikkate almamanın sonuçları dünden çok daha acı olacak.

Depremleri önlememiz mümkün değildir, ancak zararlarını, acı sonuçlarını azaltmak bizim elimizdedir ve çok geç kalmamıza rağmen hala yapılabilecekler vardır. Yeter ki ortak aklın oluşturulması konusunda  bir niyet ve irade olsun.

Saygılarımızla.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu

 

MMO: 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ve Sonraki Depremlerden Rant Uğruna Ders Çıkartılmamakta, Sosyal Afet ve Yıkım Tehlikesi Artmaktadır

TMMOB‘ye Bağlı Odaların Görev ve Yetki Alanına Giren Kamusal Nitelikli Mesleki Denetim, Yeterlilik, Eğitim ve Belgelendirmeye Dayalı Yeni Bir Yapı Denetimi Modeli Benimsenmelidir

Ülkemiz topraklarının, sanayinin ve barajların büyük kısmı aktif deprem kuşağının üzerinde yer almakta; ancak deprem, çok disiplinli bir mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı alanı olmasına karşın bu disiplinler rant çıkarları için dışlanmaktadır. 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi sonrasındaki yapı denetimi düzenlemelerinde kamusal denetim ticarileştirilmiş, meslek odalarının önerilerini dışlayan bir yaklaşım egemen olmuştur. Yapı Denetim Yasası‘nda kamu yapıları denetim dışı tutulmuş; TMMOB‘ye bağlı ilgili Odaların yasa ve yönetmeliklerce tanınmış görevleri içinde bulunan mühendislik, mimarlık hizmetlerinin mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme, denetleme gereklilikleri dışlanmıştır. Bu durum ile Gezi Parkı Direnişinin ardından TMMOB‘ye bağlı Odaların mesleki denetim yetkilerinin kısıtlanmaya çalışılması birbiriyle ilişkili neoliberal baskıcı bir politika hedefidir.

Planlama, mühendislik, mimarlık, yapılaşma ve denetime ilişkin sistemik sorunlara ayna tutan ve yüzyılın afeti olarak da anılan 1999 Marmara Depreminden hiçbir ders alınmadığı; Deprem Şurası, Ulusal Deprem Konseyi gibi oluşumların devre dışı bırakılması ile, 2011 yılındaki Van depremi sonucu oluşan sosyal yıkım tablosu ile, yeni mevzuat düzenlemelerinin rant eksenli kentsel dönüşüm programları ve bütün ülkenin imara açılması ile tekrar tekrar ortaya çıkmıştır.

2011 yılındaki Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yerel yönetimlerin yapı, ruhsat vb. yetkilerini de üstlenmiş, TOKİ‘ye çok özel yetkiler verilmiş, "kentsel dönüşüm" iktidarın elinde merkezileştirilmiş, TMMOB‘nin merkezi vesayete tabi kılınması istenmiştir. Aynı KHK‘ler ile bütün ülke imara açılmış, Yapı Denetimi Yasası‘nda denetim dışı yapıların sayı tür ve dağılımında önemli değişiklikler yapılmış, yasanın denetim kapsamı daraltılmış, denetimsiz yapılaşmanın sınırları genişletilmiştir.

Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı 2012-2023 (UDSEP) da aynı kapsamdaki yeni mevzuat ve uygulama sistemine dair önemli ipuçları sunmuştur. Neoliberal serbestleştirme politikalarında önemli bir yer tutan"kamu-özel sektör işbirliği" yöntemi ile deprem gibi kompleks ve tamamen kamusal düzlemde olması gereken bir alanın özel sektöre terk edilmesi için yeni adımlar öngörülmüş, bölgesel kalkınma ajanslarına depremle ilgili sorumluluk verilmiştir. "Serbestleştirme, özelleştirme, sivil toplumu güçlendirme ve yerelleşme" bağlamlı,kamu kaynaklarını ve kamu erkini ayrıcalıklı biçimde kullanan, yasama-yargı denetimini dışlayan, özel sektör ve uluslararası sermaye kuruluşlarıyla iç içe olan bu ajansların, yerel kaynaklar ile kentleşme-yapılaşma alanını sermayeye nasıl sunacağı, önümüzdeki yıllarda daha net olarak görülecektir. TMMOB‘nin tüm uyarılarına karşın mühendislik, mimarlık uygulama, hizmet ve örgütleri bu strateji belgesinde de dışlanmıştır.

Onuncu Kalkınma Planı‘nda da, "Kentsel dönüşümün doğurduğu değer artışlarından kamuya kaynak sağlanması" ve "Özel sektör tarafından geliştirilen kentsel dönüşüm proje sayısının artırılması" amaçlanmıştır. Planda ayrıca "teknik müşavirlik firmalarının inşaat sektörünün tüm üretim süreçlerinde ve kamu-özel işbirliği projeleri ile kentsel dönüşüm gibi alanlarda daha etkin faaliyet göstermeleri temin edilecektir" denilerek mühendislik, mimarlık hizmetlerinin kamusal niteliğinin özel sektör lehine tasfiyesi açık bir şekilde yer almıştır.

Onuncu Plan, "yaşam mekânlarının ekonomik gelişme ve rekabetçiliği destekleme"ye tabi kılınmasını hedeflemiştir. "Batıdan doğuya ve gelişmekte olan ülkelere kayan üretim yoğunluğu ile uluslar üstü boyut kazanan yer seçimleri ve şehirlerin rekabetçiliğini öne çıkaran yeni bir bölgesel gelişme ve şehirleşme" yaklaşımı "kentsel imaj yönetimi ve markalaşma" ile cilalanmıştır. Planın mantığı, "kentsel dönüşüm ihtiyacının büyüklüğüyle ortaya çıkardığı iş hacmi" yaklaşımıyla belirlenmiştir. Plan, "meslek örgütleri, odalar, STK‘lar ve özel sektör örgütlerinin hizmet kapasitelerinin geliştirilmesi ve kendi aralarındaki ağ yapılarının güçlendirilmesi" belirlemesiyle, bu kuruluşların yeni sermaye birikimi-rant politikalarına tabi kılınmasını da hedef olarak belirlemiştir. Plan, doğal afetler konusunu, iktidar ve sermaye çevrelerinin sınırsız kâr-rant amacına tabi kılmıştır.

İktidar, birçok kez değiştirdiği İmar Yasası ve Yapı Denetimi Yasası‘nda yaptığı değişikliklerle, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa‘nın devamı niteliğindeki düzenlemelerle, Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ve Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile; yapı üretim ve denetim sürecindeki mühendislik-mimarlık projeleri arasındaki bağları bilimsel-teknik gerekliliklerden koparmaktadır. Bu hizmetlerin kamusal niteliği, teknik müşavirlik kuruluşları aracılığıyla büyük ve büyümesi istenen sermaye güçleri lehine tasfiye edilmek istenmektedir.

Türkiye‘deki yapı stokunun büyük bir kısmı ruhsatsız ve kaçak, büyük bir kısmı 20 yaş üzeri konutlardan oluşmakta, yarıya yakını oturulamaz ve depreme karşı güçlendirilmesi gerekir durumdadır. Bu noktada yapı denetimi konusu birinci derecede önem taşımaktadır. Ancak bu konu afet, risk, kentsel dönüşüm, imar, kamu arazileri kavramlarını da içeren mevzuat değişiklikleri ile kentlerden başlayarak tüm ülke topraklarını yeni sermaye birikimi politikaları kapsamında kâr-rant unsuru haline getirilerek istismar edilmektedir. Yargı kararlarına karşın yapılan plan ve dönüşümlerle, kentlerimiz, kırlarımız, kıyılarımız, ormanlarımız ve tüm doğal çevremiz yoğun rant projeleri ablukası altına alınmıştır. Hemen her ölçek için kullanılan dönüşümkavramı, bugün finansal olarak "arazi geliştirme" anlamında kullanılmaya başlanmış, özellikle peyzaj alanları olan bölgelere rant amaçlı yönelim artmıştır.

Depremlere karşı bütünlüklü, sağlıklı, insanca bir yaşam ve çevre için alınması gereken önlemler ivedi bir öneme sahiptir. Bunun için, mevcut Yapı Denetim Yasası‘nın öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi ve öngörülen teknik müşavirlik şirketi modeli yerine uzmanlık ve etik niteliklere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim süreci modeli benimsenmelidir.

Yapı denetimi uygulamasını yönlendiren kararlar ve ilgili tüm mevzuatın, TMMOB ve bağlı Odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla düzenlenmemesi durumunda ülkemizi yeni büyük sosyal afetler, sosyal yıkımlar beklemektedir. Depremlere karşı önlemler bütünlüğü, güvenli yapılaşma ve halkın kent ve çevre hakkı için neoliberal piyasacı yaklaşımlar reddedilmelidir.

Ali Ekber Çakar
TMMOB Makina Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı

 

 

MİMARLAR ODASI: RANT ODAKLI KENTLEŞME POLİTİKALARI İLE AFET RİSKLERİ BÜYÜYOR… 

17 Ağustos 1999 tarihinde Kocaeli-Gölcük merkezli; büyüklüğü, etkilediği alanın genişliği, sebep olduğu kayıplarla ülkemizin son yüzyılda yaşadığı en büyük felaketlerden olan Marmara Depreminin ve ardından yaşanan 12 Kasım 1999 Düzce Depreminin üzerinden on yedi yıl geçmiştir. Yaşanan yıkım ve kayıplara sebep olan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikaları; merkezi-yerel yönetimlerce felaketin 17 yıl ardından devam ettirilmektedir.

Yirmi binin üzerinde can kaybının yaşandığı bu depremlerin üstünden on iki yıl geçtikten sonra 2011 yılında yaşanan Van Depremi ise kamu arazileri, orman, otlak, mera ve tarım arazileri, kıyılar gibi tüm kırsal ve kentsel alanların rant amacıyla yağmalanması sonucu afetlere karşı güvensiz hale gelen şehirlerimizin taşıdığı riskleri bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Ülkemizin büyük bir bölümü birinci derece risk taşımasına ve sık aralıklarla büyük şiddette depremler yaşanmakta olmasına rağmen, son on yedi yılda uygulamaya geçirilen mevzuat ve düzenlemeler, kentsel ve kırsal alanlarda bütüncül planlama anlayışını terk etmiş, yapılı çevrede afet riskini azaltmak yerine artırmıştır. Sağlıklı ve güvenli yapı üretim sürecinin güvencesi olan kamusal denetim devre dışı bırakılmış; yerini yerel ve küresel sermayenin kazanç sağlamasına odaklanan dönüşüm politikaları almıştır.

2011 yılından bu yana hız kazanan afet riskinin azaltılması ve dönüşüm amaçlı projelerde; bilime, tekniğe ve şehircilik ilkelerine aykırı olarak nitelikli planlama ve mimarlık hizmetleri ile kamu yararı önceliğini yok sayan uygulamalar ön plana çıkmıştır.

Bu projelerin en büyüğü ise; yerleşim alanlarının çoğu birinci ve ikinci derece risk taşıyan ve bilim insanlarının araştırmalara göre yakın gelecekte büyük bir depremin gerçekleşeceğini öngördüğü İstanbul’da planlanmaktadır. Kamulaştırmalar ve arazi alımlarının yürütüldüğü, “Kanal İstanbul Projesi” için yasal altyapıyı oluşturan düzenlemeler geçtiğimiz Nisan ayında tamamlanmış, finansal altyapısının tamamlanması için tasarılar Meclis gündemine alınmıştır. Doğa ve çevre felaketlerine sebep olacağı, yalnızca kenti değil içinde bulunduğu tüm coğrafi bölgeyi ve hatta uluslararası alanı etkileyeceği konusunda bilim insanlarınca yapılan uyarılara rağmen merkezi ve yerel yönetimler projenin hayata geçirilmesi için çalışmaktadırlar.

Kamu yararı yerine özel çıkarların korunmasını amaçlayan bu uygulamaların daha geniş alanlarda bütün kentlerde kamu denetimi olmaksızın uygulanabilmesi için; afet riskinin azaltılması amacıyla getirilen yasal düzenlemelere yenileri eklenmiştir. Ülkemizin doğu ve güneydoğusunda yaşanan çatışma ve savaş ortamı sonucu oluşan yıkım, kamu düzeni ve güvenliği, yapı ve altyapı hasarları, benimsenen politikalar sonucu ortaya çıkan kaçak yapılar da dönüşüm gerekçelerine dâhil edilmiş; 6306 Sayılı Kanunun “afet riski altındaki alanlar ve yapılar hakkında uygulama yapılması” olarak tariflenen amacının dışına çıkılmış, Bakanlar Kurulunca uygun görülen ve karar verilen her alanda uygulama yapılmasının önü açılmıştır.

15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe girişiminin ardından ise bu kez gündeme, askeri alanlar ve yapıların yeniden işlevlendirilmesi; kamu kurumlarının özelleştirilerek kurumlara ait gayrimenkullerin satılması için öngörülen yasal düzenlemeler gelmiştir. Dönüşüm ve yenileme süreçlerinin devamı için inşaat ve yapı sektöründe getirilen bu düzenlemelerle sermaye, kamusal alanlara, kent toprağına ve emlak rantına yönlendirilmektedir.

Düşük yoğunluklu askeri alanların yeni işlevler yüklenerek yüksek yoğunluklu alanlara dönüştürülmesi; otoyollar, köprüler, havalimanları nükleer ve hidroelektrik santraller gibi büyük altyapı projelerine finansman sağlamak amacıyla kamu idarelerinin özelleştirilerek gayrimenkullerinin satılması ve imara açılması; nüfus yoğunluğunun hızlı yapılaşma yoluyla arttığı kentlerimiz için afetlere karşı yeni bir risk oluşturmaktadır.

Ülkemizde Cumhuriyet tarihinde ilk kez, nüfusun çoğunluğu kırsal alanlar yerine kentlerde yaşamaktadır. 1927 yılında nüfusun %24’ü kentlerde yaşarken; 2009 yılı resmi verilerine göre nüfusun %75,5’i kentlerde, % 24,5’i ise kırsal alanda yaşamaktadır. Son derece yüksek olan kentleşme hızı, biyolojik çeşitliliğin tehdit altında olması, doğal yaşam alanlarının tahrip edilmesi yalnızca deprem değil; artık dünya için çok açık bir tehdit olan küresel iklim değişikliğinin sebep olduğu afetler karşısında da ülkemizi savunmasız bırakmaktadır.

Gelinen aşamada; güvenli ve sağlıklı yapılaşmanın güvencesi olan kamu denetiminin ortadan kaldırıldığı, siyasi iktidarın kentsel dönüşüm adına sınırsız yetki kullandığı, yerel yönetimlerin iktidarın emrinde olduğu veya tamamen devre dışı bırakıldığı, toplumsal katılımının yok sayıldığı koşullarda; güvenli ve sağlıklı kentleşme için toplumsal duyarlılık en önemli güvence haline gelmiştir.

Afetler ve kriz durumlarında başarılı iyileşme süreçleri, müdahalede yer alan tüm aktörlerin koordinasyonu ve işbirliği ile mümkündür. Afet ve afet sonrası süreçlerin yönetimi hakkında merkezi-yerel yönetimlerce geliştirilecek politikaların bilim insanlarını, meslek odalarını, akademik kuruluşları ve ilgili tüm kesimleri dikkate alarak oluşturulması, toplumsal ve yönetimsel hafızanın korunarak gelecek kuşaklara aktarılması zorunludur.

Mimarlar Odası olarak, toplumun tüm kesimlerini, her aşaması ile hem doğal yaşamı tehdit eden ve afet risklerini arttıran politikalara karşı bilinçli, demokratik ve duyarlı tepkilerini ortaya koymaya çağırıyoruz. Bu bağlamda mimarlık ve şehircilik ilkelerine aykırı gerçekleştirilen planlama ve yapılaşma gerçeği karşısında; kimlikli, yaşanılır, sağlıklı ve güvenli kentlerin oluşturulması için çabalarımızı sürdürmekte kararlı olduğumuzu vurguluyoruz. Bu konudaki mesleki deneyim, birikim ve bilgilerimizi hızlı ve büyük yapılaşma hedefleriyle, dönüşüm ve afet baskısı altında değişen kentlerimiz ve yapılı çevremiz için her koşulda ve toplum yararına kullanacağımızı değerli kamuoyumuz ile paylaşıyoruz.

TMMOB MİMARLAR ODASI 

 BASINA VE KAMUOYUNA DUYURULUR

 17.08.2016, Ankara

 

 

ŞPO: 17 YILDA YAŞANAN "DEPREMLER" NETİCESİNDE DEĞİŞEN YİNE BİR ŞEY YOK! DAHA FAZLA KAYIP VERMEMEK İÇİN ÖNLEM ALMANIN TAM ZAMANI!

Çok sayıda insanımızın yaşamını yitirdiği 17 Ağustos 1999 Marmara depreminden bugüne geçen 17 yılda, Düzce, Elazığ, Van depremlerinin yanı sıra seller ve diğer doğal afetlerde birçok insanımızı kaybettik. Üzülerek görüyoruz ki; son olmadığını bildiğimiz bu afetler, önlem almak adına bize çok fazla şey öğretmemiş...

Yaşadıklarımız, bilimi ve tekniği kullanarak doğru hareket edilmesine de yetmemiş olacak ki; bilim ve meslek çevrelerince ortaya konan risk ve afet yönetimine ilişkin planlama adına atılması gerekli adımlara, alınması gerekli önlemlere dikkat çeken açıklamalar, raporlar göz ardı edildi; yine afetler nedeniyle can kayıpları yaşandı.

17 yılda depremlerde, sellerde, fırtınalarda kaybettiklerimizin yanına; madenlerdeki, inşaatlardaki, yollardaki ve normal yaşamımızı sürdürürken karşı karşıya kaldığımız inanılması güç olaylardaki ölümler de eklendi. Kimi zaman büyük projelerin gerçekleşmesi uğrunda, kimi zaman zenginlerin daha fazla kar hırsı uğrunda, kimi zaman siyasilerin yükseliş emelleri uğrunda insanlarımızı kaybettik. Hepsi önlenebilir nitelikteydi ancak hiçbiri için tedbir alınmadı. 

Geçen sürede yerel yönetimlere, hükümetlere güvenenler öldü; güvenlik görevlilerine, din istismarcılarına güvenenler can ve mal kaybına uğradı. Doğal afetlerde olduğu kadar güvendiğimiz dini ve idari liderlerin yarattığı ‘afetler`de de daima insanlarımızı kaybettik. Aklı başındaki herkesin tehlike olarak gördüğü, 40 yıllık dini bir örgütün emelleri uğruna kayıplar vermemiz kabul edilebilir miydi? 

Gerek yerel yönetimler, gerek ilgili bakanlıklar tarafından bütünsellikten uzak, keyfi ve ayrıcalıklı uygulamalar neticesinde kentlerimizin ve insanlarımızın karşı karşıya kaldığı, maalesef kalmaya da devam edeceği kuşkusuz tüm problemlerin çözümüne yönelik temel ilkelerin yeniden hatırlanarak bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini söylemekten vazgeçmeyeceğiz. Tıpkı medeniyetin; depremlerde, yağan yoğun yağmurlarda, kentlerdeki kaldırımlarda, inşaatların asansörlerinde, yerin dibindeki madenlerde, sokaktaki protestolarda, emek ve demokrasi mücadelesinde ölmek demek olmadığını, söylemekten vazgeçmeyeceğimiz gibi..

TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak bir an önce yaşanabilir, güvenli ve sağlıklı yerleşim alanlarının oluşturulması için bilimsel, afete duyarlı ve planlama ilkelerini esas alan kentleşme politikalarının hayata geçirilmesini, oldu-bitti yaklaşımından vazgeçilmesini, evlerimizdeki, çalışma yerlerimizdeki, kentlerimizdeki ve hatta sosyal-siyasal hayatlarımızdaki önlenebilir türdeki tüm risklerin bertaraf edilerek yaşam hakkımızın korunmasını talep ediyoruz.

17 Ağustos Marmara, 12 Kasım Düzce, 8 Mart Elazığ, 23 Ekim ve 9 Kasım Van depremlerinde, diğer doğal afetlerde, tüm iş cinayetlerinde, emek-demokrasi mücadelesinde yaşamını yitiren tüm yurttaşlarımızı bir kez daha saygıyla anıyoruz.

TMMOB Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu