METEOROLOJİMO: SU İÇİN, SADECE SU GÜNÜNDE NUTUK ATMAKTAN ÖTE BİR ŞEY YAPMAK GEREKİR
TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası 22 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla 21 Mart 2023 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.
22 MART DÜNYA SU GÜNÜ-2023
SU İÇİN, SADECE SU GÜNÜNDE NUTUK ATMAKTAN ÖTE BİR ŞEY YAPMAK GEREKİR.
Her yıl olduğu gibi, Dünya Su gününde, birçok yerden, suyun önemine ilişkin atıflar yapılarak suyun yaşamın temel olgusu olduğu, susuz yaşam olamayacağı belirtilerek, su sorunları iklim değişimine bağlanmaya çalışılacaktır.
Savaşların bir kısmı doğrudan, bir kısmı da gizli olarak su kaynaklarına sahip olmayı amaçlamaktadır. Ancak savaşlar su kaynaklarına sahip olmayı amaçlarken diğer taraftan kaynakların kirlenmesine ve yok olmasına da neden olmaktadır.
Dünyamızda karalar üzerinde suyun dağılımı çok büyük farklılıklar göstermektedir. Bazı bölgelerin su yoksunu olmasından, bazı bölgelerde ise insanların alım gücünün yetersiz olmasından suya erişim konusunda sorunlar yaşanmaktadır. UNESCO'nun 2019 Dünya Su Raporuna göre iki milyar insanın temiz su kaynaklarına düzenli erişemediği, 4,3 milyar insanın ise sıhhi tesisat kullanmadığı belirtilmektedir.
Ülkemiz ve Su
Suların kaynağı olan yağış ülkemiz coğrafyasında çok farklılıklar göstermektedir. Karadeniz Bölgesinde bazı yerler 2500 mm, İç Anadolu Bölgesi bazı yerler 250 mm kadar yağış alırken ülkemizin uzun yıllar yağış ortalaması 570 mm olarak hesaplanmaktadır. Havzaların fiziki ve iklimsel özelliklerinden dolayı havza verimi açısından su miktarları ve havza içerisinde suyun kullanılabilir su miktarları çok büyük farklılıklar göstermektedir.
Ülkemiz değişik büyüklülerde ve farklı fiziki, beşerî ve iklim özellikleri taşıyan 25 akarsu havzasına ayrılmıştır. 25 havzadaki akarsuların ikisi başka ülkelerde doğup Ülkemizden, 4 tanesi Ülkemizden doğup başka ülkelerden denize dökülmektedir.
Havzaların içerisinde bulunan özellikle yerleşim, sanayi ve madencilik ile ilgili kullanılan su miktarları ile kullanılan suların deşarjı havzanın su miktarını, suyun rejimini ve kalitesini doğrudan etkilemektedir. Geldiğimiz süreçte bazı havzalardaki sular özellikle kalite yönünden hiçbir şekilde kullanılamayacak durumdadır.
Ülkemizde çeşitli büyüklüklerde ve özelliklerde tespit edilen 320 adet doğal göl bulunmaktadır. Göller su toplanma havzaları içerisindeki etkinliklerden ve su kullanımından doğrudan etkilenmektedir.
Ülkemizde değişik büyüklüklerde 860 adet baraj bulunmaktadır. Bu barajların yanı sıra binleri aşan sayıda gölet ya da gölet özelliğine sahip su yapısı bulunmaktadır.
Kişi başı düşen su miktarı,
Su miktarlarına göre yapılan ülke sınıflandırılmasında, yılda kişi başına düşen su miktarı 10.000 m3’ten fazla olanlar su zengini, 2.000 m3’ten az olanlar su azlığı yaşayan, 1.000 m3’ten az olan ülkeler su fakiri olarak nitelendirilmektedir.
Ülkemizin yüzeysel su potansiyelinin uzun yıllar ortalaması toplamı 94 milyar m3’tür. 18 milyar m3 olarak belirlenen yeraltı suyu potansiyeli ile birlikte ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yılda ortalama toplam 112 milyar m3 olarak hesaplanmaktadır.
Ülkemizde kullanılabilir yüzey sularının 180 milyar m3 ile 65 milyar m3 arasında değişmektedir. Suyun yağışlara bağlı olarak yıldan yıla değişim göstermesiyle kullanılabilen suyun da 65 milyar m3 değerine ve altına inebileceğini göstermektedir. Bu anlamda hesaplamaların sadece ortalama değerler üzerinden değil uç değerler üzerinden yapılması gerekir.
Kullanılabilir 112 milyar m3 su uzun yıllar ortalaması olan bir değerdir. Bu değere göre, Ülkemizde kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı yaklaşık 1.400 m3’tür. Ortalama değer dışında kurak yıllar dikkate alındığında ülkemizde kişi başı düşen su miktarının 700 m3’ten daha az olacağı yıllar olacaktır. Ayrıca su kaynaklarının bölgesel dağılımları dikkate alındığında bazı bölgelerde kişi başı düşen su miktarı 250 m3 değerinin de altına inebileceği anlamına gelmektedir.
Ülkemizin nüfus artış hızının yanı sıra göçler ve nüfusun coğrafi dağılımı dikkate alındığında bu rakamların çok daha farklı değerlere ulaşacağı anlaşılmaktadır.
Ayrıca su varlığı olarak görülen bazı akarsular kalite açısından kullanılamayacak durumdadır. Bu durumlar dikkate alındığında su kaynakları ile ilgili açıklamaların yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Bu yaklaşımlarda iklim değişiminin önceliğe alınması, su kaynakları ile ilgili sorunlarını çözümsüz hale getirmektedir. Bu ve benzeri anlayışlar ile yaklaşıldığında sorunlar katlanarak büyümektedir.
Suya erişim;
Bu açıklamalardan açıkça anlaşılacağı üzere, bazı bölgeler su yoksunu haline gelirken, nüfusu hızla artış gösteren bölgeler ülkemiz için su yoksulu durumuna gelebilecektir. Özellikle son günlerde enerjiye ulaşmada yaşanan ekonomik sorunların suya erişim konusunda da yaşanması kaçınılmaz olabilir.
Enerjide yaşanan erişim sorununun suya erişimde yaşanmaması için su ticari meta haline getirilmemelidir.
Dünya Su Günü;
Su ve suya bağlı yaşanan sorunlar üzerinden su, Birleşmiş Milletlerin gündemine gelmiştir. BM Çevre ve Kalkınma Konferansında gündeme getirilen “ülkelerin sürekli artan temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının korunması geliştirilmesi konusunda somut adımlar atılmasının sağlanması” amacıyla 1993 yılında BM Genel kurulunda alınan karar ile 22 Mart Dünya Su günü olarak ilan edilmiştir.
Dünya Su Konseyi;
BM tarafından 22 Mart’ın Dünya Su Günü ilan edilmesinden sonra, uluslararası su şirketleri tarafından 1996 yılında merkezi Marsilya’da olan Dünya Su Konseyi Kurulmuştur.
Dünya Su Konseyi, 1997 (Marakeş), 2000 (Lahey), 2003 (Kyoto), 2006 (Meksika) ve 2009 (İstanbul) da olmak üzere 5 kere Dünya Su Forumu düzenlenmiştir. Forumlarda özellikle, artan su krizi, ekonomik ve sosyal kalkınmanın sürdürülebilirliğini tehdit eden vurgular sorgulanmıştır.
Uluslararası su şirketlerinin oluşturduğu Dünya Su Konseyinin düzenlediği toplantılar dışında 22 Mart dünya su günü ile ilgili birçok yerde ve birçok kurum kuruluş tarafından su ile ilgili toplantı düzenlenerek su gününün kutlanmasına ilişkin mesajlar yayınlanmaktadır.
Bu mesajlarda genellikle, su kaynaklarının nitelik ve nicelik olarak değişmesindeki asıl sorunların, yani su havzalarında yapılan faaliyetlerin etkileri yok sayılmaktadır.
Yayınlanan mesajlarda, son yıllarda su ile ilgili yaşanan sorunların ilk gerekçesi olarak iklim değişimi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu gerekçe su kaynaklarının uluslararası şirketlerin eline geçmesini sağlamak için bir argüman olarak kullanılıyor olabileceği gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Planlama ve Su Kaynakları;
Su içme kullanma önceliği olmak üzere, tarım ve endüstriyel su ihtiyaçlarının yanı sıra her türlü enerji üretiminde kullanılmaktadır.
Su kaynaklarından koruyucu ve etkin olarak yararlanmada, öncelikle beşerî ve coğrafi veriler ile birlikte su kaynakları nitelik ve nicelik olarak ele alınarak planlama yapılmalıdır. Planlama yapılmayan alanlarda bireysel projelere izin verilmemelidir.
Endüstriyel üretim tesislerinin bulunduğu bölgeler, enerji üretim tesisleri ve kentsel yerleşimler dikkate alındığında planlama ile ilgili çelişkiler olduğu açıkça görülmektedir.
Mevcut durum, özellikle su kaynaklarının planlanması ile ilgili hatalar yapıldığı ya da plan yapılmadan yapılan işlerden dolayı sorunların katlanarak arttığını göstermektedir.
Su Havzalarının geleceği; Kirlilik ve Miktar
Su kaynakları, yağan yağışların yüzeysel akışları ve yeraltı suyu beslenimleri ile bir bütünlük içerisinde ele alınarak değerlendirilmelidir.
Su kaynak alanları su toplama havzasındaki tüm aktivitelerden doğrudan etkilenmektedir. Su havzalarının değişik etkinliklere açıldığı ve kullanılmasına izin verildiği için su kaynakları miktar ve nicelik olarak değişirken ayrıca kirlenmektedir.
Kirlenmede en önemli diğer neden ise kentsel, endüstriyel ve benzeri kullanılarak kirletilmiş suların doğal su havzalarına bırakılmasıdır.
Su, Sel ve Taşkınlar,
Su konuşulmaya başlandığında, suyun temel ihtiyaçlar için kullanımı yanı sıra, sel ve taşkınlar da gündeme gelmektedir.
6 Şubat depremi sonrası yaşanan sel ve taşkınlar, yerleşim yerlerine ilişkin sorunları yeniden hatırlatmıştır.
Yağış şiddeti bakımından, her bölge fiziki özelliklerine göre farklı tepkiler gösterir. Bu tepkiler bazı bölgelerde sel ve taşkınlara neden olabilmektedir. Şehirleşme ya da herhangi bir nedenle havzalarda yapılan değişiklik anlık akış miktarının değişmesine neden olduğundan, önceden sel ve taşkına neden olmayan yağışlar daha şiddetli sel ve taşkınlara neden olabilmektedir.
Son yıllarda belli çevreler tarafından sel ve taşkınlar iklim değişimi ile ilişkilendirilmektedir. Oysa bu sel ve taşkınların en büyük nedeni su havzalarında yapılan değişimler ile havzanın fiziksel özelliklerinin değiştirilmesinden kaynaklıdır.
Su havzalarına yapılan müdahaleler, suyun miktarında, niceliğinde ve kalitesinde değişimlere neden olabilmektedir.
Kuraklık ve Su Kaynakları;
Kuraklık yağış azlığı olarak yani meteorolojik kuraklık olarak başlayıp, tarımsal hidrolojik ve sosyo-ekonomik süreç olarak devam eder. Kuraklık doğal bir süreçtir.
Doğal süreç olarak yaşanan kuraklık iklim değişimi olarak ifade edilmesi su kaynaklarının geleceğini planlanması açısından doğru bir yaklaşım değildir.
Kısa süreli şiddetli yağışlar kuraklık için bir çözüm değildir. Şiddetli yağışlar sel ve taşkınlara neden olmasının yanı sıra arazi kullanım özelliklerine göre toprak erozyonuna neden olmakta ve tarım alanlarının da sular altında kalmasına neden olmaktadır. Fayda açısından bakmak gerekir ise, su depolama yapılarındaki suların miktar olarak artmasına neden olabilir.
Su ve İklim değişimi;
Su kaynaklarının yetersiz olması ya da kaynaklarda yaşanan kirlilikler sonucunda yaşanan sorunlar iklim değişimine bağlanmaya çalışılmaktadır.
Oysa günümüzde akarsular ya da göllerimizde suyun miktar olarak değişimi hakkında bir değerlendirme yapılırken havzaların kullanımına bakmak gerekiyor.
Birçok gölün su dengesinin olumsuz yönde bozulması, iklim değişiminden değil, göle gelen su kaynaklarına yapılan müdahaleden kaynaklanmaktadır. Burdur, Akşehir ve Eber gölleri gibi birçok göl bu konuya gösterilebilecek en belirgin örneklerdir. Bu göllerde yaşanan su sorunları iklim değişimi ile ilişkilendirilemeyeceği gibi, kuraklık ile de ilişkilendirilemez.
Su ve Enerji;
1990’lı yıllardan sonra yerli ve yenilenebilir enerji kavramı gündeme gediğinde su kaynaklarına öncelik verildi. Kalkınma söylemleri içerisinde sanayinin enerjiye ihtiyacı olduğu belirtilerek enerji ihtiyacının yeni ve yenilenebilir enerji ile karşılanması söylemi kabul gördü.
Başta sanayinin enerji ihtiyacı gerekçe gösterilerek yap işlet devret kapsamında projeler ile ülkenin her tarafı HES’ler donatılmaya başlandı. Ancak bu projelerin ülkenin bütüncül planlarından ayrı olmaması gerektiği söylense de, HES sektörü uzun bir yol aldı.
Bu sürecin işletme aşamasına gelindiğinde temel su ihtiyaçlarının karşılanması noktasında ve endüstriyel kalınma için gerekli suyun sağlanması hususunda sorunlar yaşanmaya başlandı. Ayrıca HES’ler için belirlenen üretim miktarlarının ise sağlanamadığı ortaya çıkmış oldu. Çünkü birçok HES Hidrolojik ölçütlere uygun olmayan yöntemler ile elde edilen su verilerine göre projelendirilmişti.
Ancak bu süreç bizlere gösterdi ki, suyun gücünden enerji üretmek amacıyla izlenen süreç yanlıştı. Artık HES’ler sanayinin enerji ihtiyacını karşılamayı bırak, sanayinin ihtiyacı olan su ile temel su ihtiyaçlarının karşılanmasında sorunlara neden olmaktadır. Ancak bizler bu durumu da yaşayarak da öğrenmiş olduk.
Paris Anlaşması ve SU;
Paris anlaşması iklim değişiminin etkilerinin azaltılması amacıyla, doğal alanların korunması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasını sağlamak amacıyla yeni bir ekonomik model geliştirilmesini önermektedir. Bu model ile de bazı yaptırımların alt yapısının oluşturulması amaçlanmaktadır. Yaptırımlar tamamen ekonomik boyutları ile işlenmeye çalışılmaktadır. Bu anlaşmanın öncesindeki Kyoto ve daha önceki süreçlere bakıldığında bizim gibi ülkeler için yeni bir durum yoktur.
Örneğin, doğal alanların korunması için ülkemizdeki mevcut mevzuat yeterli olmasına rağmen uygulanmayarak ve değişik şekillerde bertaraf edilmeye çalışılarak doğal alanlar yok edilirken, Paris Anlaşması ile benzeri yaptırımların yapılmasının gündeme getirilmesi ne kadar gerçekçi olur.
Su kaynaklarının korunması için ülkemizdeki mevcut mevzuat yeterlidir. Paris Anlaşmasının koruma için ekonomik model önerisi dışında getirdiği yeni bir uygulama yoktur. Ülke olarak bize etkisi oluşturulmaya çalışılan ekonomik model ile olacaktır. Hiçbir uluslararası ekonomik model bizim gibi ülkelerin yararına olmamıştır.
Su ile ilgili Mevzuat;
“Su” adı altında ilk kanun 1926 ve 831 sayılı Sular hakkında kanundur. Gelişen süreç içerisinde kanunun yeterli gelmemiştir. Ancak süreç içerisinde çıkarılan diğer kanunlar ile su ile ilgili projeler, planlamalar ve tahsisler olmak üzere birçok aşamada eksiklikleri giderilerek mevzuat tamamlanmıştır. Mevzuat bütünü içerisinde olumlu olan düzenlemeler sağlarken, bazı maddelerde yapılan değişiklikler ile mevzuatta su kaynaklarının korunmasını sağlayan maddelerde kısmı bozulmalar yapılmıştır.
Su kaynakları ile ilgili yaşanan sorunlarda, mevzuatta yapılan düzenlemelerin göz ardı edilmeye çalışılarak, sanki su ile ilgili bir kanun yokmuş gibi algılar yaratılmaya çalışılmaktadır. Yaşanan sorunların mevzuattan kaynaklandığı yönünde algı oluşturularak yapılan hatalar örtülmeye çalışılmaktadır. Aslında su ile ilgili en önemli kanun 6200 sayılı ve 167 sayılı kanunlardır. Bu kanunların uygulanmasının önündeki sorunlara bakmak gerekir.
Su mevzuat bütünü ile ele alındığında yeni bir mevzuata ihtiyaç olmadığı ancak belli kanunlarda sorun olarak görülen bazı maddelerin düzeltilmesi yeterlidir.
Son yıllarda sorunların çözümü için su kanunu çıkarılarak sorunların çözüleceği şeklinde algı oluşturulması doğru değildir.
Hazırlanmış olan Su Kanun taslağının bu haliyle çıkarılması durumunda su ile ilgili yaşanan sorunlar kat be kat artacaktır. Yeni sorunları beraberinde getirecektir. Hatta bu kanun taslağının yasalaşması, suya erişimde sorunların daha da büyümesine neden olacaktır.
Su ile ilgili oluşturulmaya çalışılan yeni kurum ve kuruluşlar;
Su kaynakları ile ilgili çalışmalarda bilgi birikimlerinin yanı sıra tecrübelerde çok önemlidir. Geçmiş birikimlerin korunması ve geliştirilmesi gerekir. Yeni kurumlar oluşturmak, sorunu çözmek değil yeni sorunlar oluşturur çoğu zaman.
Su kaynaklarının korunması, planlanması, planlara uygun projelerin yapılması, su tahsislerine ilişkin düzenlemeler konusunda tek yetkili olan DSİ Genel Müdürlüğünün geliştirilmesi sağlanmalıdır.
Su ile ilgili çalışmalarda, DSİ Genel Müdürlüğünün tüm dış baskılardan arındırılarak, kuruluş kanununa özgü çalışması sağlanmalıdır.
Mutlaka yeni bir su kanundan söz edilecek ise kapsayıcı bir kanun olmalıdır. Kanunda ilgili kurum ve kuruluşlar korunmalıdır.
Su ile ilgili mevzuatta sorun olarak görülen tüm düzenlemeler, dört kanunda yapılacak dört madde ile çözülebilecek kadar basittir.
Su ile ilgili çalışmalar;
Son yıllarda, AB ve uluslararası kuruluşların projeleri kapsamında ülkemizde birçok rapor hazırlanmakta ve hazırlatılmaktadır. Bu raporlarda aynı veriler kullanılmakta ve birçoğu birbirinin tekrarı şeklindedir. Bu raporların çoğu uygulamada ya da planlamada kullanılabilecek raporlar değildir.
Önemli olan mevcut durumda uluslararası standartlara uygun ölçüm sistemlerini kurmuş ve işleten kamu kurumu olan DSİ’nin personel eksikliği başta olmak üzere desteklenmesidir. Kaynak kullanımı bu bakımdan çok önemlidir.
Gündeme getirilen son Su Kanunu taslağı bu haliyle kanunlaşması ülkemiz su kaynaklarının korunması ve suya erişimin kolaylaştırılması konusu bakımından uygun değildir.
MEVCUT İKLİM VERİLERİ DİKKATE ALINMADAN YAPILAN MEVCUT PROJELERDE YAŞANAN SORUNLARIN İKLİM DEĞİŞİMİNE BAĞLANAMAZ.
SU KAYNAKLARI KORUNMAK İSTENİYOR İSE, ÖNCELİKLE ORMANLAR, TARIM ALANLARI, MERALAR BAŞTA OLMAK ÜZERE TÜM DOĞAL ALANLAR KORUNMALIDIR.
SU TİCARİ META KAPSAMINDA ELE ALINMAMALIDIR.
MEVCUT SU KANUNU TASARISI HİÇBİR ŞEKİLDE YASALAŞMAMALIDIR.
SU KONUSUNDAKİ UYGULAMALARDA TEK YETKİLİ OLAN DSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN KENDİ MEVZUATI KAPSAMINDAKİ TEKNİK ÇALIŞMALARI YAPABİLMESİ İÇİN SİYASİ BASKILARDAN ARINDIRILMALIDIR.
TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası