TMMOB SANAYİ KONGRESİNE GİDERKEN ETKİNLİĞİ/26 Nisan 2025/ANKARA
Sevgili Meslektaşlarım, Makina Mühendisleri Odamızın ve TMMOB’ye Bağlı Odaların Değerli Başkanları, Yöneticileri, Türkiye’nin Yüz Akı Değerli Bilim İnsanlarımız;
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu yılın sonunda yirmi beşincisini düzenleyeceğimiz “Sanayi Kongresi’ne Giderken/Dünyada ve Türkiye’de Sanayi Politikaları”nı konuşacağımız bu anlamlı etkinliğe hepiniz hoş geldiniz.
Sözlerime, halkımıza ve depremde yaralanan insanlarımıza geçmiş olsun diyerek başlıyorum.
6,2 büyüklüğündeki bu depremde herhangi bir can kaybı olmaması sevindirici olmakla birlikte bu depremin ivme değeri itibarıyla, İstanbul için beklenen depremden çok daha düşük bir şiddette olduğu asla göz ardı edilmemeli ve rehavete düşülmemelidir.
Böylesine düşük şiddetteki bir depremde dahi toplanma alanları, iletişim ve ulaşım gibi konularda yaşanan problemler, oluşan panik ortamı depreme hazırlık konusunda, bizlerin ve ilgili bilim çevrelerinin uyarılarının önemini bir kez daha göstermiştir.
Tek dileğimiz ve mücadelemiz başta İstanbul olmak üzere ülkemizin depremlere hazırlıklı olmasıdır. TMMOB olarak bu yöndeki mücadelemizi örgütümüz ve halkımızla birlikte sürdüreceğiz.
Bu etkinliği anısına düzenlediğimiz sevgili Yavuz Bayülken’i ben de saygıyla anıyorum.
Bugün gururla taşıdığımız, toplumcu, demokratik, yurtsever geleneğimiz Yavuz Ağabey gibi bu örgütün inançlı, kararlı kadrolarının bizlere bıraktığı en güzel emanettir.
Onları asla unutmayacağız. Anılarını ve mücadelelerini TMMOB ve Oda faaliyetlerinde ve üreten, sanayileşen, hakça bölüşen bir ülke mücadelemizde yaşatmaya devam edeceğiz.
Sevgili Katılımcılar,
Ülkemizin bir sanayisizleşme sürecine sokulduğu, ekonomi politikalarının kamusal varlık ve birikimlerin, ülke zenginliklerinin yağmalanması üzerine oturtulduğu bir dönemde böylesine bir etkinlik yapılmasını oldukça önemli buluyorum.
Bu ve diğer ön etkinlikler ile Aralık ayında yapılacak kongrede ortaya çıkacak sonuçların, ülkemizde kamucu eksenli bir sanayileşme ve teknoloji bilincinin kök salmasına önemli katkılarda bulunacağına inanıyorum.
Bu vesileyle etkinliği düzenleyen Makina Mühendisleri Odamızın Yönetim Kurulu’na, İstanbul Şube Yönetim Kurulu ile Makina Hangar Mühendislik ve Teknoloji Merkezi yönetimindeki arkadaşlarımıza, kongrenin bilim, düzenleme, yürütme kurullarına, konuşmacı sayın hocalarımıza, kongre sekreterleri ve tüm çalışan arkadaşlarımıza emek ve katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Günümüzde teknoloji, üretim, sanayi, ticaret zincirlerine bağlı olarak dünya siyaseti ölçeğinde önemli gelişmeler yaşanıyor.
Neoliberalizmin oluşturduğu yıkıcı toplumsal sorunların yüzeye çıkması, küreselleşmenin bir sınıra gelip dayanması, teknolojinin yeni boyutları, Çin’in yeni büyük güç konumu, ABD-Çin rekabeti, üretim coğrafyaları ve tedarik zinciri hatlarının siyaseti doğrudan etkiler ölçekte yeniden belirlenmesi girişimleri, gümrük tarifeleri, korumacı politikalar, askeri sanayi kompleksinin öne çıkması, emperyalistler arası çıkar çelişkileri, Orta Doğu’daki yeni durum gibi birçok yeni kritik olgu söz konusu.
Trump’lı ABD, ittifaklar ve bağımlılık ilişkilerini yeniden belirlemeye varacak şekilde korumacılık ve açık güç kullanımı yoluyla hegemonyasını yeniden kurma ya da Çin’in yükselişi karşısında gücünü dengeleme arzusundadır.
Günümüzün ve geleceğin en büyük sorunu ve çatışması, herhalde, ABD ile Çin’in farklı uluslararası düzen yaklaşımları etrafında olacaktır.
Bu konularda değerli hocalarımız gelişmeler, olasılıklar üzerine görüşlerini, analizlerini aktaracaklar.
Benim değinmek istediğim, bu sürecin emperyalizme iktisadi, askeri, siyasi bağımlılığı bulunan ve sanayileşmesi kesintiye uğratılan ülkemiz için yeni bunalım öğelerini de beraberinde getireceğidir.
Çünkü bu iktidarın benimsediği ekonomi politiğin, sanayi ve tarım başta olmak üzere ülkemize katacağı, halkımızın lehine olacak hiçbir vizyonu yoktur.
Bu noktada bir kez daha vurgulamak isterim ki, Türkiye’nin sanayisizleştiği, sanayi kongrelerimizin ve değerli sosyalbilimcilerimizin önemli saptamalardan biridir.
Geçmişte ağırlıklı olarak kamunun sanayi hamleleriyle belirli bir düzeyde yaşanan Türkiye’nin sanayileşme süreci; planlama, kamu girişimciliği ve kalkınma yaklaşımının terk edilmesiyle birlikte kesintiye uğratılmış, yapısal bir dönüşüme tabi tutulmuştur.
1980'li yıllardan itibaren uygulanan ekonomik politikalarla Türkiye genelinde sübvansiyonlar büyük ölçüde kaldırılmış, KİT yatırımları durdurulmuş, büyük ölçekli sanayi kuruluşları ile stratejik kuruluşlar özelleştirilmiş, sabit sermaye yatırımlarında gerileme yaşanmıştır.
Ülkenin dört bir tarafına yayılmış KİT’lerin tasfiyesi, bunların yöresel ölçekte beslediği özel sektöre ait küçük ve orta boy işletmelerin de tasfiyesini beraberinde getirmiştir.
Neredeyse 45 yılı bulan bu süreç içerisinde ülkede sanayi yatırımları tamamen dururken, tüm zenginlik hizmet, finans, inşaat ve gayrimenkul sektörlerine aktarılmıştır.
Yaşanan bu sanayisizleşme süreciyle; ekonominin rantiye kazançların özendirildiği bir sürece evriltimesine, ithalatın artmasına, ücretlerin düşürülmesine, istihdamın daralmasına ve buna bağlı olarak mühendisliğin işlev ve iradesinin en aza indirilmesine de yol açmıştır.
Geldiğimiz noktada ülkemizin hali içler acısıdır.
Ekonomisi tamamen çökertilmiş, hukukun siyasallaştığı, parlamentonun etkisizleştirildiği, anayasa ve yasaların anlamsızlaştırıldığı, tek adamın buyruğuyla yönetilen, aklın ve bilimin yerini hurafelerin, liyakatin yerini parti ve din devleti anlayışının aldığı bir ülke tablosuyla karşı karşıyayız.
Mafyatik, oligarşik bir rant ağı ülkeyi sarmış, halkın emeğinin, ülke kaynak ve birikimlerinin üzerine basa basa yükselmiş, yeni ve büyük bir sermaye kesimi de ortaya çıkmıştır.
Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşları listesine baktığımızda, büyük bir bölümünün özelleştirilen eski KİT’lerden, 1930’lu yıllardan itibaren devlet teşvikiyle kurulan sanayi kuruluşlarından ve doğrudan dış yatırımlardan oluştuğunu görüyoruz.
Bu listede neoliberal politikaların uygulanmaya başlandığı dönemden sonra kurulan tek bir sanayi kuruluşuna bile rastlamıyoruz.
Türkiye’nin en zengin insanları listesine baktığımızda, büyük bir çoğunluğunun AKP döneminde, özellikle inşaat ve gayrimenkul işleriyle, hiçbir toplumsal yarar sağlamayan ödeme garantili KOİ projeleriyle, yok pahasına özelleştirilen kamu işletmeleriyle yükselişe geçen isimlerden oluştuğunu görüyoruz.
Bu manzara ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik çarpıklığın en özet halidir.
Dışarıdan gelen sıcak para ile şişen bu rant ekonomisi bazı yıllarda suni bir ekonomik büyüme yaratsa da bu büyüme kalıcı toplumsal refah ve kalıcı bir istihdam yaratamamıştır.
Hayat pahalılığı, işsizlik, düşük ücretler, iş güvencesi, yokluk, yoksulluk gelecek endişesi ve hukuk dışı uygulamalar tüm toplumsal kesimlerin ortak sorunu haline, tepkiler birikmiş ve patlama noktasına gelmiştir.
Yaşadığımız çoklu krizler ortamında haftalardır sokakları dolduran milyonlarca yurttaşımızın birikmiş öfke ve tepkilerinin en temel sebebi bu gerçekliklerdir.
Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,
Ülke tarihimizin en önemli toplumsal patlamalarından birine şahitlik ediyoruz.
19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu ve beraberinde 106 kişinin hukuksuz bir biçimde gözaltına alınması sonrası başlayan protesto dalgası birleşik bir sese dönüşmüş ve en önemlisi AKP’nin 23 yılda inşa ettiği korku duvarı geniş halk kesimlerinin isyanıyla yıkılmış durumdadır.
Uzunca bir süredir siyasi iktidarın oluşturduğu suni gündemlerle, gerici-milliyetçi politikalarla teslim alınan çalışılan toplumsal muhalefet, en can alıcı yerden, iradesine, demokratik haklarına ve geleceğine sahip çıkmak için alanları doldurmuştur.
Bu toplumsal dalga ülkemizin içinden geçtiği zorlu koşulları ortaya koymakla sınırlı kalmamış, halkımızın ve onun içinde özellikle gençlerin öncülüğünde gelişen direniş ve yükselen mücadele eşit, özgür ve adil gelecek umudumuzu da büyütmüştür.
Buradan siyasi iktidara bir kez daha bir kez daha sesleniyorum. Hiç kimsenin insanların demokratik iradesi üzerinde ipotek koymaya hakkı yoktur.
Ülkeyi yönetenleri, ülkenin en acil sorunları olan işsizlik, açlık, güvencesiz bir gelecek, her geçen gün artan borç yükü ile, bu ülkenin gerçek sorunlarıyla yüzleşmeye, anayasaya, hukuka ve halk iradesine saygı duymaya çağırıyorum.
Bizler tüm baskı ve zor politikalarına rağmen, ülkemize, Anayasal demokratik kazanımlarımıza, emeğimize, geleceğimize ne olursa olsun sahip çıkmaya devam edeceğiz.
Ülkemizin eşit, özgür, barıştan yana ve demokratik yarınları için hep birlikte mücadele edeceğiz.
Hukuksuzluğu, baskıyı ve zulmü sömürgen iktidarlarının güvencesi olarak görenler bilmelidir ki, halktan büyük bir güç yoktur. Mutlaka ama mutlaka kazanacağız.
Değerli Konuklar,
Bizler sanayileşme, kalkınma ve demokratikleşmeyi birbirinden ayrılmaz bir üçlü olarak görüyoruz.
Eksenine insan ve doğa yerine daha fazla kâr ve piyasa egemenliğini oturtan neoliberal politikalara kesinlikle karşıyız.
Toplumsal gelişme, kalkınma için sanayileşmenin, işsizliğin, yoksulluğun, gelir eşitsizliğinin, toplumsal ve bölgesel eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasının, toplumsal gönencin artırılmasının en önemli aracı olduğuna inanıyoruz.
Sanayileşmeden madencilik politikalarına, enerjiden tarıma, eğitimden sağlığa, kentleşmeden turizme kadar her alanda kamucu bir anlayışla planlı politikalar geliştirilmesini savunuyoruz.
Bağımsız bir ekonomi, öz kaynaklara dayalı sanayileşme, tam istihdam ve toplumsal refah bütünlüğü için mücadele ediyoruz.
Yani halk için sanayileşme diyoruz.
Dünya ve ülke pratiklerinden çıkarmamız gereken en önemli ders, sanayileşmeyi başarıyla gerçekleştirmeden gelişmiş ülke mertebesine yükselen hiçbir ülkenin olmadığıdır.
Kapitalizmin küresel yapılanma ağlarından, neoliberalizmden, pazar ekonomisinden, sermaye hareketlerinin serbestliğinden kurtulmadıkça, kalkınmış bir ülke yaratmak mümkün değildir.
Mevcut durumdan çıkış yolu, yıllardır dile getirdiğimiz üzere; emperyalizmden ve piyasa güçlerinden bağımsızlığı sağlayacak bir siyasi iradenin oluşumu; halkçı toplumcu planlama, kalkınma politikaları ve her alanda kamusal denetim ağlarının hakim olmasından, bu yöndeki bir demokratikleşme ve halk egemenliğinin tesis edilmesinden geçmektedir.
Etkinliğimizin bu yönde kamusal-toplumsal bilinç oluşumuna katkılar sunmasını diliyor; TMMOB’nin bu yöndeki yurtsever, halkçı, kamusal sorumluluğunu bundan sonra da yerine getireceğini özellikle belirterek konuşmamı tamamlıyor, saygılar sunuyorum.
Emin Koramaz
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı