TMMOB KADIN ÇALIŞMA GRUBU: DARBELERE, SAVAŞA, GÜVENCESİZLİĞE VE ŞİDDETE KARŞI BİZ KAZANACAĞIZ!
TMMOB Kadın Çalışma Grubu, "25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” dolayısıyla 24 Kasım 2016 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.
DARBELERE, SAVAŞA, GÜVENCESİZLİĞE VE ŞİDDETE KARŞI BİZ KAZANACAĞIZ!
25 Kasım 1960; Dominik Cumhuriyetinde, Trojillo Diktatörlüğü’ne karşı direnen Mirabel kardeşlerin, cezaevinde bulunan eşlerini ziyaret ettikten sonra tecavüz edilerek katledilmelerinin tarihidir. Bu olayın ardından tüm dünyada kadına yönelik şiddete karşı kampanyalar düzenlenmiş, 1981 yılında da Kolombiya’nın başkenti Bogota’da toplanan 1. Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kongresi’nde Mirabel kardeşlerin katledildiği gün olan 25 Kasım, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan edilmiştir. Bu kararı benimseyen Birleşmiş Milletler’in 1999’daki kararı ile her yıl 25 Kasım tarihi “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak anılmaktadır.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü; “kadına karşı şiddette hayır” algısını, sadece kadına karşı değil, çocukların istismarına, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, ataerkil toplumsal şiddete, aile içi şiddete, savaşa ve ırkçılığa karşı kadın dayanışması olarak tüm dünyada yükseltmektedir. 25 Kasım aynı zamanda Mirabel kardeşleri vahşi bir biçimde öldüren zihniyete; faşizme ve diktatörlüklere karşı uluslararası kadın dayanışması anlamıyla da öne çıkmaktadır. Çünkü kadına yönelik şiddetin, hayatın diğer alanlarında yaşanan şiddetten bağımsız ele alınamayacağı ve çözülemeyeceği, şiddeti onaylayan, meşrulaştıran zihniyet değişmedikçe kadına yönelik şiddetin bitmeyeceği açıktır.
Bir kişinin, topluluğun, halkın doğuştan sahip olduğu hakları kullanmasını engellemek ve bu amaçla şiddet uygulamak da bu hakları şiddet içeren yollarla elde etmeye çalışmak da evrensel kabullere göre insanlık suçudur.
Şiddet nerede, nasıl, kim tarafından uygulanıyor olursa olsun beslendiği kaynak aynıdır; özgürlükler ve demokrasi düşmanlığı. İşte bu nedenledir ki özgürlüklerin ve demokratik ortamın baskılandığı, haber alma hürriyetinin kısıtlandığı, eğitim seviyesi düşürülerek dinsel baskılar ve gericiliğin arttırıldığı, nefret söylemlerinin yükseldiği ortamlar; her tür şiddetin, özellikle toplumsal olarak en fazla tehdit altında olan çocuklara, kadınlara ve LGBTİ bireylere karşı şiddettin, büyük bir hızla artmasının nedenlerini oluşturmaktadır.
Nitekim, “darbe girişimi” sonrası ülkemizde yükselen ekonomik istikrarsızlığa karşı başkaldırının engellenmesi amacıyla hukukun, demokrasinin ve insan haklarının tümüyle askıya alınması için uygun ortamı yakalayan otoriter rejim, başta kadınlar olmak üzere toplumun tüm kesimlerine uyguladığı kuşatmanın dozunu giderek artırmaktadır. OHAL bahane edilerek çıkarılan, KHK’ler ile ülkede insan hakları ihlallerine varan düzenlemelerle kapatılan basın yayın organları, hapse atılan gazeteciler, kapatılan dernekler, el konulan iş yerleri nedeniyle işsiz kalan, işten el çektirilen yüzbinler, sadece kamuda değil akademik çevrede de muhaliflerin ayıklanması, idari özerklik kırıntılarının da tamamen ortadan kaldırılması gibi hukuk dışı kararlar alınıp uygulanırken, 25 Kasım “Uluslararası Kadına Karşı Şiddete Hayır Günü”ne çeyrek kala, TBMM’ne çocuk tecavüzcülerini affetmeye, cinsel istismara uğrayan çocukları tecavüzcüleri ile evlendirmeye yönelik kanun teklifinin sunulması kanımızca tesadüf değildir.
Darbe girişimi ile beraber bireysel silahlanmanın önünün açılmaya çalışılması, halkı provoke ederek “hadım yasası”, “idam” gibi evrensel hukuka, insan haklarına aykırı düzenlemelerin tartışmaya açılması şiddeti körüklemekte, kadın cinayetleri vahşetinin önünü açarak ilerlemesi için uygun ortamın yaratılmasına neden olmaktadır.
2016 yılının ilk 9 ayında işlenen kadın cinayetlerinin sayısı 331 oldu. Öldürülenler arasında 4 yaşında cinsel istismar sonucu öldürülen Irmak ve 15 yaşında doğum yaptığı için öldürülen Derya gibi kız çocukları da yer alıyordu.
Ölüm gerekçeleri olarak ne gösterilirse gösterilsin, bu kadınların hepsi, kadın oldukları için ve kendilerine tanınan cinsiyet rollerinin dışına çıktıkları için öldürüldüler.
Cezalandırılan faillerin hemen tamamı ise ‘'haksız tahrik'' ve “iyi hal” indiriminden yararlanarak hafif cezalar aldılar.
Kadın cinayetlerinde en önemli faktör olan "namus algısının" kadınların bedenlerini ve emeklerini denetlemeye yönelik olduğunu; görenek ve geleneklerle olduğu kadar, eğitim sisteminin cinsiyetçi yapısıyla ve "aile değerleri" adı altında tüm topluma ideolojik olarak benimsetildiğini bilmekteyiz.
“Şiddet” sadece cinayet, fiziki şiddet, taciz ve tecavüz de değildir.
KAMER Vakfının 2011 yılında, 23 ildeki merkezleri aracılığıyla 58.575 kadınla yüz yüze yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre kadınların %49’unun fiziksel, %93,1’inin psikolojik, %91,2’sinin ekonomik, %78,5’inin sözel, %28,5’inin cinsel şiddet yaşadıklarını beyan etmişlerdir.
Dini gericiliğin her geçen gün arttığı ülkemizde 2011 tarihli KAMER Vakfı araştırması o tarihte bile kadınların %20’sinin 15 ve daha küçük yaşta evlendirildiklerini, %29’unun 16-17 yaşında evlendirildiklerini, bir diğer ifadeyle 2011 yılı itibariyle ülkemiz kadınlarının %59’unun 18 yaşın altında yaygın deyişle “çocuk gelin” bilimsel ifadeyle “pedofili” kurbanı olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.
“Kadınla erkek eşit olamaz” diyebilen bir zihniyetin hüküm sürdüğü ülkemizde; evrensel değerlere göre cinsel istismarın insanlık suçu olarak tanımlanmasına karşın, çocukların tecavüzcüleri ile evlendirilerek cinsel istismar suçunun süreklilik kazanmasına olanak sağlanmaya çalışılması, hatta "İslam'ın caiz diye nitelendirdiği bir şeyin pedofili diye nitelendirilmesi doğru değil" denilerek bu insanlık suçunun savunulması, durumun vahametini ortaya koymaktadır.
Kadınlar cinayetlerle, tacizlerle, tecavüzlerle, baskı altında tutularak, yıldırılarak eve hapsedilmek istenmektedir. Her gün öldürülen, şiddete, cinsel istismara uğrayan kadınlar, bir yandan hayatta kalma mücadelesi verirken, bir yandan da tüm baskıcı, gerici politikalara rağmen emekleri ile hayatlarını kazanma mücadelesini vermektedirler. Çalışan kadınlar kendi ayakları üzerinde durabilmek, üretmek için çabalarken, patronlar kadınları ucuz iş gücü olarak görmekte, güvencesiz, esnek, geçici işlerde çalıştırmaktadır. Yaptıkları aynı iş için erkeklerden daha düşük ücret alan da kadınlardır, kriz dönemlerinde ilk işten atılanlar da…
Son yasal düzenlemelerle işgücünü kiralık hale getiren kölelik düzeni sayesinde kadınların ev içinde harcadığı emek arttırılıp, emeklilik neredeyse imkânsız hale getirilirken, sağlık hizmetleri ve sosyal güvence için kadınlar kocalara mahkum edilmekte; esnek çalışma, daha uzun annelik izni gibi düzenlemelerle daha da ucuz işgücü haline getirirken, öte yandan da giderek çalışma hayatının dışına itilmektedir.
Yargı bağımsızlığından söz edilemeyen, özgürlüklerin kısıtlandığı, herkese işini, ekmeğini ve hürriyetini kaybetme korkusunun salınmaya çalışıldığı bir ortamda, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Gününde kadın duyarlılığı ve gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuzun bilinciyle haykırıyoruz “KORKMUYORUZ, SUSMUYORUZ, İTAAT ETMİYORUZ!
Yaşasın Kadın Dayanışması!
Yaşasın TMMOB Kadın Örgütlülüğü
TMMOB Kadın Çalışma Grubu