ODALARDAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ AÇIKLAMALARI

05.06.2015

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası, Peyzaj Mimarları Odası ve Şehir Plancıları Odası, Dünya Çevre Günü dolayısıyla 5 Haziran 2015 tarihinde birer basın açıklaması yaptılar.

ÇMO: SEÇİME DOĞRU DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ

1972 yılında İsveç`in başkenti Stockholm`de yapılan toplantıda "5 Haziran" günü, Dünya Çevre Günü olarak ilan edilmiştir. Çevre sorunlarının uluslararası alanda, tartışılmaya başlandığı ilk konferans olarak adlandırılan Stockholm Konferansından sonra da birçok uluslar arası toplantı gerçekleştirilmiş ve çevre sorunları irdelenmiştir.

Ancak ne yazık ki, ülke ve dünya ölçeğinde çevre sorunları gerilemek yerine gittikçe artmış ve doğa ve insan sağlığına ciddi zararlar veren çeşitli felaketler yaşanmıştır.

Ülkemizde özellikle son dönemde yürütülen kamu yararından ve ekolojik bütünsellikten uzak çevre politikaları sonucu; doğal alanlar ve kentsel çevre istismar edilmekte, doğa ve kent alanlarımız ranta açılmaktadır. 

Ormansızlaştırılan alanlardan kentsel/rantsal dönüşüme, enerji politikalarından madencilik faaliyetlerine, yaşanan doğal afetlerden tarım ve gıda uygulamalarına kadar geniş yelpazede yaşanan olumsuzluklar tüm gerçekliğiyle ortadadır.

Çevre sorunları dile getiren, yaşam alanlarına sahip çıkan yurttaşlar ise şiddete maruz kalmaktadır.  

Bütün bunların yanında, AB‘ye uyum sürecinde çevre faslına dair ilerleme kaydedilmemesi ve mevzuat/uygulama sürecinde adımlar atılmaması, çevre sorunlarının çözümünde kilit role rahip mesleğimizin yok sayılması ve pahalı otellerde 3-5 günlük sürelerle verilen ‘sözde‘  eğitimin ardından dayatılmaya çalışılan Çevre Görevlisi belgesi alma zorunluluğu gibi gerekçeler, bizi  Çevre Gününü kutlamaktan alı koymaktadır.

Bizler bu ülkenin mühendisleri olarak, yaşanan çevre sorunlarını somut olarak görüyor ve çözüm üretmeye çalışıyoruz. Ne var ki, siyasi irade çevre sorunlarına çözüm üretmekten çok, doğayı yapılaşmaya, ranta, talana teslim etmeyi tercih etmektedir…

"Kalkınma" kavramını yalnızca yapılaşma olarak algılayan bu anlayış, halkın huzurunu, sağlığını, sağlıklı çevrede yaşama hakkını  hiçe saymakta,  demokratik katılım kavramını ise tamamen kapsamın dışında tutmaktadır.

Odamızın 12. Olağan Genel Kurulu`nda alınan karar gereği 5 haziran haftası "ekolojik yıkımla mücadele" haftası olarak anılmaktadır.

Kutlayamadığımız 5 Haziran Dünya Çevre Günü`nde bir kez daha vurgulamak istiyoruz;

·Bursa`da, Diyarbakır`da, Ankara`da, Adana`da, İzmir`de, Samsun`da, Düzce‘de, Kocaeli‘de,  Denizli‘de, Antalya`da ve diğer birçok kentte çevre tahribatı sürmekte, hava kirliliği gibi sorunlar yoğunlukla devam etmektedir,

·Kuraklık ülkemizin en önemli afet konusu olmakla birlikte, afet kavramı içerisinde yer almamaktadır,

·Su Kanunu, hala taslak olarak bir yerlerde bekletilmektedir,

·Ülkemize sökülmek üzere gelen zehirli gemiler kontrol edilmeden, işçinin ve halkın sağlığı hiçe sayılarak söküm alanlarına alınmaktadır,

·Tek başına, kamu yararı gözeten, güçlü bir Çevre Bakanlığı bulunmamaktadır,

·Orman kanunu, bu kanuna dayanılarak çıkartılan yönetmelikler, Milli Parklar Yönetmeliği, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği gibi birçok yönetmelikte değişiklik yapılarak doğal alanların yok edilmesinin mevzuat üzerinden önü açılmıştır,

·Geri kalmış, atıkları yönetilemeyen bir teknoloji olan Nükleer Santrallerin yapılması için alelacele, halka rağmen, sahte imzalarla raporlar hazırlanmakta,  hazırlanan inceleme raporları halktan gizlenerek izinler verilmektedir,

·3. Havalimanı, Kanal İstanbul gibi İstanbul`u, Trakya`yı, su kaynaklarını yok eden, ormanları ortadan kaldıran, kuşlar ve balıklar için hayati önem taşıyan tatlı su kaynaklarını denizlere boşaltan projeler,  alınan hukuk kararlarına rağmen ısrarla devam ettirilmektedir,

·Ülkemizin insan ve yaban hayatı için önemli köşelerinde mikro HES inşaatları, maden ocakları hukuk tanımadan, bilim tanımadan, halkın isteklerini önemsemeden  fütursuzca devam etmektedir,

·Elektrikte %20 olan kayıp-kaçak oranının azaltılması için somut adımlar atılmamaktadır. 

·İklim değişikliğine karşı etkin çalışmalar yapılmamakta, ithal kömürle çalışan termik santrallerin kurulması için iktidar tarafından ÇED sürecinde "kolaylıklar" sağlanmakta (Çanakkale Karabiga bölgesinde 8 adet termik santral projesi bulunmaktadır), sera gazlarının azaltılması hedefi yerine getirilmemektedir. 

·Çevresel veriler toplanmamakta, bu kapsamda yapılan milyon dolarlık projeler (TEIEN) hayata geçirilmemektedir. 

Son olarak; 7 Haziran 2015 Genel Seçimler vesilesi ile bütün siyasi partilere ve adaylara çağrı yaparak aşağıdaki konuları ivedilikle hayata geçirilmesinin ülkemizdeki ekolojik krizin çözümünde önemli olduğunu vurgulamak istiyoruz; 

- Kamu yararı gözeten, teknik birikimi yüksek güçlü bir Çevre Bakanlığı kurulmalıdır. 

- Çevre mevzuatı çevre sorunlarını engelleme ilkesi ile yeniden ele alınmalıdır. 

- Su Kanunu, biran önce kamu yararı gözetir bir biçimde hazırlanmalı ve bütün toplumsal kesimleri kapsayacak tartışmalarla revize edilerek hayata geçirilmelidir. 

- ÇED süreci çevre sorunlarını çözme ve planlamanın bir aracı olarak değerlendirilmeli ve AB mevzuatı ile uyumlu hale getirilmelidir. 

- Çevre sorunlarına karşı ve yaşam alanlarındaki projelere dair halkın demokratik katılım koşulları geliştirilmelidir. 

- Çevre sorunlarına dair açılan davalar ücretsiz yapılmalı ve çevre ihtisas mahkemeleri kurulmalıdır. 

- Çevre Kanunu‘ndan bilim dışı "çevre görevlisi" ibaresi kaldırılarak yerine "çevre mühendisi" yazılmalıdır. 

- İklim değişikliğine karşı ithal kömürler çalışan termik santrallerden vazgeçilerek yenilebilir temiz enerji üretimine odaklanılmalıdır.

TBMM‘den ve önümüzdeki dönemde siyasi iradeden öncelikle hayata geçirmesini beklediğimiz birkaç önemli madde yukarda yer almaktadır. Derdimiz, çevre gününü kutlayabileceğimiz bir ülke ve dünyadır... Bu nedenle, herkesi "ekolojik yıkımla mücadele"ye davet ediyoruz. 

Saygılarımızla,

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu

 


JMO: DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ AÇIKLAMASI

1972 yılında İsveç`in Stockholm kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı‘nda alınan kararla kutlanmaya başlayan "Dünya Çevre Günü",  "küreselleşme" adı altında sürdürülen kâr ve sömürü düzeninin çevreyi her geçen gün daha fazla kirlettiği ve tükettiği  bir sürece denk geliyor.
Yetkililerin, "çevremize sahip çıkalım,  çevremizi temiz tutalım ve koruyalım" içerikli söylemleri, yaşam çevremizi yok etmeye yönelik yeni saldırıları da gizlemekten başka bir şeye yaramıyor.
Yapılan hamasi  açıklamalar; "çılgın" projelerinizin, Kanal İstanbul`un, 3. köprünün, "dünyanın en büyük" havaalanının, nükleer santrallerin, termik santrallerin, toplu konut ve imar rantına açılan tarım alanlarının, serbest bölgelerin, madenlerin, mermer ve taşocaklarının, kıyı yağmalarının, Yırca‘da olduğu gibi binlerce yıllık zeytin ağaçlarının hukuksuz bir şekilde kesilmesinin, HES`ler yoluyla derelerin kurutulmasının üstünü örtmeye yetmiyor. 

Örtemiyor çünkü; dünyanın nazar boncuğu, Meke gölü çevre nutukları arasında kuruyor... Çan havzası başta olmak üzere sözümona "çevreci" bir madencilik yapıldığı iddia edilirken ortaya çıkan asit gölleri gittikçe artıyor... Sayısı binlerle ifade edilen HES`lerle derelerimiz kurutulup, doğa harikası Fırtına, Alakır gibi vadiler çoraklaştırılıyor, Hasankeyf‘te, Aliona‘da olduğu gibi tarih ve kültür de çevre ile birlikte yok ediliyor... İthal kömüre dayalı termik santrallerle Amasra`da, Gerze`de kıyı güzelliklerimiz öldürülmek isteniyor. Akkuyu`da, Sinop`ta yapılacak nükleer güç santralleri ile tüm ülke çevresel bir felaket riskine sokuluyor, Plansız ve çarpık kentleşme, sanayileşme ve bilinçsiz tarım ile yüzey ve yer altı sularımız, acımasızca kirletiliyor, ekilebilir alanlarımız ortadan kaldırılıyor.

Her türlü çevresel yıkıma rağmen "rant ve talan"ı öngören yasa ve uygulamaları temel alan politikalar tercih edildiği sürece de bu değişmeyecek, doğal ve jeolojik yaşam çevremiz gözlerimizin önünde yok edilecektir. 

İşte bütün bu daha fazla kâr ve sömürü için çevreyi hiçe sayan neo-liberal politikalara sadece her 5 Haziran‘da karşı çıkmak yetmiyor; hayatımızın her alanında toprağımıza, suyumuza, havamıza, kıyılarımıza, meralarımıza, ormanlarımıza kısaca tüm yaşam alanlarımıza birlikte sahip çıkmak gerekiyor.

5 Haziran‘ın çevresel mücadelemizi ortaklaştırarak büyüteceğimiz, yaşanası güzel bir dünya için emeğimizi, gücümüzü bilimin ışığında birleştirdiğimiz bir gün olması dileğiyle…

Bilimle, Emekle, İnatla, Umutla!

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu

 


 

MİMARLAR ODASI: YAŞAM DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKMAYA ÇAĞRI !

Doğal değerlerini hızla yitiren ülkemizde; hızlı kentleşme, iklim değişikliği, nüfus artışı ve göçün dönüştürücü etkileri en çok büyük yerleşimlerde etkisini göstermektedir.  Bu süreçte kentlerimiz, dönüşümün getireceği afetlere ve yapısal sorunlara daha açık ve güvencesiz hale gelmiştir.

On yılı aşkın AKP İktidarları döneminde; sermaye ve finans odaklı yapılanmanın tamamlanması amacıyla bütün Ülke topraklarında “yağma politikaları” yürürlüğe sokulmuştur. Bu kapsamda koruma alanları, ormanlar, tarım alanları, kıyılar, milli parklar, doğal sit alanları, meraların yer aldığı kentsel ve kırsal alanlar yapılaşmaya açılmıştır. Nükleer santraller, köprüler ve otoyollar, havaalanları, hidroelektrik santraller gibi birçok projenin çevreye olan etkilerinin değerlendirilmeden uygulanması için hukuka aykırı yasal düzenlemeler yapılmıştır. Tarımı gözden çıkaran politikalarla verimli araziler toprak ve üretim kaybına uğramış ve denetimsiz madencilik faaliyetleri nedeniyle doğa tahrip edilmiştir.

Temel insan hakkı olan “sağlıklı çevrede yaşama” hakkını engelleyen, tarihi ve doğal dokuyu tahrip eden, kültürel değerleri yozlaştıran ve hukuksal denetimi devre dışı bırakan bu anlayış kapılarını toplum katılımına kapatmıştır. Birbiri ardına planlanan ve yürürlüğe sokulan bu projelerle ilgili meslek odaları, bilim insanları, sivil toplum kuruluşları ve hatta kamu kurumları tarafından düzenlenen raporlar göz ardı edilmiş, yargı kararları yok sayılmıştır. Yağmanın önünde engel olarak görülen meslek odaları başta olmak üzere, yargı, kamu kurumları, sivil toplum kuruluşlarının işlevsizleştirilmeye ve duyarlı toplumsal muhalefet baskı altına alınmaya çalışılmaktadır.

7 Haziran’da yapılacak Genel Seçimlerde yeniden seçilecek yasama organı ile uygulanmakta olan “yağma ve diktatörlük” politikalarının da geleceği belirlenecektir.

Yasama organı üyeleri tarihsel, kültürel ve doğal değerlerin korunması, tarım arazilerinin ve orman alanlarının korunması, kent ve planlama politikalarının kamu yararına geliştirilmesi, herkesin temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanma hakkının sağlanması ve korunmasıyla yükümlüdürler.

Bu bağlamda çevre karşıtı yatırım ve plan kararlarının ivedilikle durdurulması seçilecek TBMM üyelerinin önündeki en önemli hukuki ve toplumsal sorumlulukların başında gelmektedir.

Mimarlar Odası olarak 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde; yaşam değerlerimizin korunması, nitelikli ve sağlıklı yaşam çevrelerinin oluşturulması, Ülkemizin özgür ve demokratik geleceği için yükselen “Gezi duyarlılığı” anlayışı doğrultusundaki mücadeleye devam etmekte kararlı olduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz.

Bu anlayışla, bütün yurttaşlarımızı yürürlükte olan “yağma ve diktatörlük” politikalarına son vermek için sorumluluk üstlenmeye ve yaşam değerlerine sahip çıkmaya çağırıyoruz…

 

TMMOB MİMARLAR ODASI


 

PEYZAJ MİMARLARI ODASI: ONLAR ÜMİDİN DÜŞMANIDIR !

 

"Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı
…"

Nazım Hikmet – 5 Aralık 1945

 

5-16 Haziran 1972 tarihinde gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı`nın ardından 5 Haziran; "Dünya Çevre Günü" olarak kabul edilmiştir.

Günümüz Türkiye`sinde ise çevreyi oluşturan tüm doğal ve kültürel peyzaj öğeleri birer birer yitirilmekte, HES`lerle yok edilen yeraltı ve yerüstü su kaynaklarıyla, duble yollar, sirkler ve saraylarla talan edilen ormanları ve kesilen zeytin ağaçlarıyla doğa katliam haberlerine her gün bir yenisi eklenmektedir.

Tüm dünyanın nükleer santralleri sorguladığı bir dönemde ülkemizde reklam filmleri çekilerek nükleer enerji sevimli hale getirilmek istenmektedir. Biliyoruz ki, perakende olarak alınıp satılmayan bir ürünün böylesi reklamları ile ancak ve ancak algı yönetimi hedeflenebilir.

HES yapımı ile tüm su havzaları doğal dokusunu kaybetmiş, dünya için gen rezerv alanı olarak belirlenmiş ve ekolojik çeşitliliğin yoğun olduğu alanlarda sular borular içine hapsedilerek dere yatakları susuz bırakılmıştır.

Kentsel dönüşüm, rantsal dönüşüm ile aynı anlamı ifade eder hale gelmiştir. Tarihi kent merkezlerimizin silueti bozulmuş, kentlerimiz beton mezarlığına dönüştürülmüştür.

Dünyanın en değerli ve önemli kültür ve tabiat varlıklarına sahip kıyılarımızın doğal formu bozulmuş, doldurularak yapılaşmaya açılmıştır.

Son dönemlerde projesi ve yapımı basında sıkça yer alan 3. Havalimanı`nın sulak bir alanın doldurularak inşa edilmesinin hem maliyet hem de çevresel etkileri açısından önemli olumsuz sonuçlar getireceği, zemin olarak yapılaşmaya uygun olmaması, kuş göç yolu üzerinde bulunmasının hem çevre hem de havacılık açısından ciddi sakıncalarının bulunması gibi gerçekler görmezden gelinmiştir.

3. Köprü`nün yapımı sırasında İstanbul`un ormanlarına hançer saplanması, rotası çevreye uygunluk yerine her ne pahasına olursa olsun en kestirme yoldan gitmesi düşünülerek planlanan Yüksek Hızlı Tren`in binlerce göçmen kuşun mezarlığı haline gelmesi, Atatürk Orman Çiftliği`nde ülke mirasının yok edilmesi kabul edilebilir değildir. 

 "Çevresel Etki Değerlendirme Raporu" ise tüm bu doğa felaketlerinin hayata geçirilmesi yolunda bir engel, bürokrasinin lüzumsuz bir parçası olarak görülmekte, yasal düzenlemeler ile kapsamı her geçen gün daha da daraltılmaktadır.

2000 yılında ülkemiz tarafından da imzalanan Avrupa Peyzaj Sözleşmesi kapsamında peyzaj alanlarının korunup geliştirilerek yarınlara bırakılması gerekirken, yeşil alanlar birer birer yapılaşmaya açılmaktadır. Plansız kentlerin içinde sıkışıp kalmış açık yeşil alanlarımız siyasi karar vericilerin gözünde rantın ve doların yeşili olarak imgelenmektedir.

Çevremiz her 5 Haziran`da, bir öncekinden daha yaşanamaz bir hal almaktadır. Biz Peyzaj Mimarları olarak meslek alanlarımıza, doğamıza, kentsel ve kırsal çevremize bilinçsizce yapılan her müdahalenin geri dönülemez sonuçlara sebep olacağını bir kez daha haykırıyoruz.

Dünyamıza, ülkemizin doğal ve kültürel kaynaklarına hep birlikte sahip çıkmak ve geleceğe temiz bir dünya bırakmak için herkesi dünyaya zarar veren kirli ellere karşı mücadele etmeye çağırıyor, tüm kamuoyunun Dünya Çevre Gününü saygılarımızla kutluyoruz.

 

TMMOB PEYZAJ MİMARLARI ODASI
11. DÖNEM YÖNETİM KURULU

 

 


 ŞPO: "ÇEVRE MÜCADELESİ "  KÜRESEL ÖLÇEKTE  "YAŞAM ALANI MÜCADELESİ"DİR

"KENTİN KIRA EL KOYMASI" VE "YAŞAM ALANLARIMIZIN"  YİTİRİLMEYE DEVAM ETMESİ ENDİŞE VERİCİDİR.

1972 yılında, 5 Haziran`ın "Dünya Çevre Günü" olarak kabul edildiği BM Stockholm Konferansında "Çevre Hakkı" bir insan hakkı olarak kabul edilmişti.  Konferans sonrası yayımlanan  Deklarasyonda  "…. İnsanın; hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır. İnsanın bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi korumak ve geliştirmek için ciddi bir sorumluluğu vardır. Bu bakımdan; kayıtsızlık, ırk ayrımı, ayrımcılık, kolonial veya diğer biçimlerde baskı, yabancı hakimiyetini destekleyen, sürekli kılan politikalar mahkum edilmiştir ve terk edilmelidir…."kararının hiç bir şey ifade etmediğini, aradan geçen yarım asra yakın zamanda izlenen uluslararası neo-liberal politikalar ile bu politikaların belirlediği ulusal politikalar gösterdi.

Bu politikalar ve son yıllardaki tüm yasal düzenlemeler sonucu çevre sorunlarına yönelik yürütülen mücadele giderek "Çevre Mücadelesi "ne diğer bir ifadeyle küresel ölçekte  "yaşam alanı mücadelesine" dönüşmüştür.

Bu sürecin ülkemize yansımasının bir sonucu olarak, kentleri ve onları içerisine alan doğayı, tüm yer altı ve yerüstü varlıkları ile birlikte piyasa malına çeviren sistemin,  AKP döneminde, yasal ve kurumsal altyapısı tamamlanmıştır.  Bu yüzden de geçen 5 Haziran gününden bu güne çevre adına hiçbir politika ve uygulama olumlu yönde değişmedi, aksine çevre aleyhine daha da derinleşti. 

Her yatırım projesi, her ekonomik girişimle kaybettiğimiz yaşam çevreleri önemsizleştirilerek,  yaşam düzeylerimizin yükseleceği üzerinden umut tacirliği yapılmaktadır. Bu nedenle mücadele giderek her gün bir önceki günden daha da vazgeçilmez bir "YAŞAM HAKKI" mücadelesine dönüşmektedir.

Hukuksuzluğun artık bir kural haline geldiği AKP döneminde izlenen, biçimsel hukuki uygunlukla meşruluğu ve adaleti  kendinden menkul ekonomik, sosyal ve çevre politikaları sonucunda; 

Ormanlardan meralara, kıyılardan akarsulara, tarım alanlarından yaylalara kadar tüm doğal alanlarımıza ilişkin onlarca mevzuat değişikliği yapılarak kültürümüze, kimliğimize, kamusal alanlarımıza, yapılı ve yapısız çevremize yani yaşam alanlarımıza benzeri görülmemiş bir saldırı sistemli olarak yaygınlaştırılmıştır.

Anayasa`ya aykırı olarak uluslararası nitelikte tüm insanlığa ait doğal kültürel, arkeolojik tarihi koruma alanları kontrolsüz ve sınırsız bir şekilde yapılaşmaya açılmıştır.

Çevre Düzeni Planlarıyla, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik öneme sahip, çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını içeren, sahip olduğu biyolojik çeşitliliğin, doğal varlıkların ve bunlarla ilgili kültürel varlıkların gelecek kuşaklara ulaşmasını sağlamak üzere statü verilen alanlarımız gözden çıkarılmıştır.

Dışa bağımlı enerji politikalarının bir sonucu olarak HES`ler, ithal kömüre dayalı termik santraller ve nükleer enerji santralleri, ülkenin enerji ihtiyacına yönelik bir planlama yapmadan enerji kaynakları için bir denge gözetmeden, gelişigüzel yer seçimiyle yaşam alanları tehdit edilmektedir.

Ülke topraklarının tamamı sınırsız, kontrolsüz ve kuralsız bir şekilde madencilik uygulamalarına açılmıştır.

Toplumsal mücadele alanı olan ve toplumsal belleğimizin yapıtaşları haline gelmiş; mahallelerimiz, sokaklarımız, meydanlarımız, parklarımız otoriter zihniyetin baskı aracına dönüştürerek, araç öncelikli, rant temelli düzenlemelerle kapitalizmin kar hırsıyla talan edilmekte ve birer birer yok edilmektedir.

Kentsel dönüşüm projeleri ile yalıtılmış bölgeler oluşturulurken, kentler kimliklerini kaybetmekte, insanlara hiçbir standardın uygulanmadığı, altyapısız kentlerde yaşam dayatılmaktadır.

Üçüncü köprü, Kuzey Anadolu otoyolu gibi su havzalarını, kıyıları, tarım alanlarını, meraları ormanları tahrip eden büyük (mega) projeler hız kaybetmeden şuursuzca bir biri ardına uygulamaya sokulmaktadır.

 

Dünya Çevre Gününde;

"Çevre hakkı`nın bir "yaşam alanı mücadelesi" olduğu, çevreyi korumanın insani değerlere, doğal varlıklara, kentimize, mahallemize, meydanlarımıza, parklarımıza, sokaklarımıza kısacası yaşamımıza sahip çıkmak olduğu, özgürlüğümüzün de teminatı olduğu bilinciyle;

Geleceğimizin garantisi olan doğal alanlarımızda sınırsız, kuralsız ve kontrolsüz madencilik ve HES, RES uygulamalarına son verilmesini,

Orman alanlarımızın termik santrallere, cüruf, depolama vb. alanlara heba edilmemesini,

Bilimin, tekniğin, planlamanın bir gereği olarak afete duyarlı yaşam çevrelerinin oluşturulmasını,

Kentlerin, doğa ile uyumlu, insan ölçeğinde, engelsiz yaşanabilir bir biçimde planlanmasını,

Doğal ya da kentsel tüm yaşam alanlarımıza ilişkin planlanma ve projelendirilme süreçlerinde, yurttaş katılımını sağlayacak demokratik birlikte karar alma süreçlerinin oluşturulmasını,

Toplumsal uzlaşmayı, barışı, dayanışmayı yeşerten mahallelerimizin, sokaklarımızın, meydanlarımızın, parklarımızın özgürleşmesini,

talep ediyor ve yargı kararlarına rağmen doğanın, kentlerimizin talan edilmesi ve toprak üzerinde bir rant ve iktidar alanının oluşturulmasını bir kez daha reddediyoruz….

Çevre gününden iki gün sonra yapılacak seçimlerde, ülkenin seçimini doğadan, insandan yani yaşam hakkından yana kullanması umuduyla…..

Dünya Çevre Günü Kutlu Olsun….

 

TMMOB Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu