TMMOB 15. ENERJİ SEMPOZYUMU/11-13 Aralık 2025/ANKARA

11.12.2025

Saygıdeğer Katılımcılar, Değerli Hocalarım, Sevgili Meslektaşlarım,

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

 “Enerji ve Kamusallık” ana temasıyla düzenlediğimiz 15. TMMOB Enerji Sempozyumu’nun açılışında sizlerle bir arada olmaktan büyük onur duyuyorum.

Bu anlamlı buluşmaya hepiniz hoş geldiniz.

Birliğimiz adına bu önemli etkinliğin hazırlanmasında sorumluluk üstlenen Elektrik Mühendisleri Odamız yönetim kuruluna, sempozyumumuzun düzenleme ve yürütme kurullarına, etkinliğin düzenlenmesinde emek sunan tüm arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum.

Üç gün boyunca bilgi, birikim ve değerli fikirlerini bizimle paylaşacak olan değerli akademisyenlerimize, araştırmacılarımıza ve etkinlik katılımcılarımıza , TMMOB örgütlülüğü adına şükranlarımızı sunuyorum.

Sevgili Katılımcılar,

Bugün burada enerji alanını, yalnızca mühendislik perspektifinden tartışmak için değil; ülkemizin geleceğini, toplumsal haklarımızı, doğal varlıklarımızın korunmasını ve bu alanda izlenen  politikaları bütünlüklü bir şekilde tüm boyutlarıyla değerlendirmek için bir aradayız.

Sempozyumumuzun ana temasını “Enerji ve Kamusallık ” olarak belirlememizin ardında yatan neden, içinden geçtiğimiz bu kritik tarihsel dönemde, enerji meselesini salt arz-talep dengesi, piyasa fiyatları veya teknik verimlilik gibi dar kalıplara hapseden anlayışı kökten sorgulamak ve onun toplumsal yaşamdaki hayati önemine vurgu yapmaktır.

Çünkü enerji, tarımsal üretimden sanayinin çarklarına, ulaşım ağlarından iletişim sistemlerine, konutlarımızın ısınmasından, aydınlatılmasına, hastanelerimize, okullarımıza kadar yaşamın her alanının temel girdisi ve can damarıdır.

Dolayısıyla enerjiye erişim, bir lütuf, bir piyasa malı ya da siyasi bir ihsan değil, evrensel, temel ve vazgeçilmez bir insan hakkı, çağdaş ve onurlu bir yaşamın olmazsa olmazıdır.

Bu hayati önemi nedeniyle, enerji uluslararası ilişkilerde de  stratejik bir boyuta sahiptir.

Sanayi devriminden bu yana katlanarak artan enerji ihtiyacı, sınırlı kaynaklar üzerindeki hegemonya ve kontrol mücadelesini de küresel ölçekte şiddetlendirmiş, bu mücadele uluslararası ilişkilerin ve çatışmaların temel dinamiği haline gelmiştir.

Ortadoğu’da, Afrika’da, Kafkasya’da ve Latin Amerika’da yaşanan savaşların, işgallerin, istikrarsızlıkların ve toplumsal yıkımların arka planında, enerji kaynakları ve onları küresel pazarlara taşıyan koridorlar üzerinde denetim kurma çabası yatmaktadır.

Enerji, artık yalnızca ekonomik bir maliyet kalemi değil, aynı zamanda doğrudan siyasi iktidar, jeopolitik nüfuz ve ulusal egemenlik meselesidir.

Yalnızca Afganistan ve Irak işgallerini, Suriye ve Libya’da ki gelişmeleri, İran’a yönelik saldırıları, Rusya Ukarayna savaşının arka planınını anımsamak bile bu açıdan yeterlidir.

 İşte bu küresel karmaşa ve rekabet tablosu içinde, ülke olarak kendi enerji politikalarımızı “kamusallık” ilkesi etrafında, özgür irademizle ve toplum yararını merkeze alarak tartışmanın, şekillendirmenin önemi ve aciliyeti her geçen gün katlanarak artmaktadır.

Sevgili Katılımcılar,

Bildiğiniz gibi kamu kavramı insana ait olan her şeyi kapsayan çok genel bir içeriğe sahip. Bu geniş içeriği nedeniyle de herkesin, her kesimin kendi ihtiyaçlarına göre, kendi anlayışına göre şekillendirebildiği bir kavram.

Tarihsel gelişim göz önünde bulundurulduğunda, gelişmiş kapitalist ülkelerle kıyaslandığında, kamu kavramının ülkemiz açısından hem daha karmaşık hem daha önemli bir yere sahip olduğunu görebiliyoruz.

Bunun nedeni ülkemizde kapitalizmin büyük oranda yukardan aşağıya devlet eliyle inşa edilmiş olmasıdır. Gerek cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki sermaye birikiminin yapısı gerekse İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyadaki egemen hale gelen refah devleti anlayışı, ülkemizde kapitalizmin ve devletin kendine özgü biçimde yapılanmasına neden oldu.

80’li yıllara gelene kadar ülkemizde devlet ile kamu neredeyse birbiri yerine kullanılan kavramlardı. Bu kavramsal örtüşme, bir yandan toplumun geniş kesimlerinin ekonomik ve sosyal anlamda desteklenmesi bakımından cumhuriyet projesini destekleyen olumlu bir yana sahipken, diğer yandan da devletin sınıfsal içeriğinin göz ardı edilmesine neden olan olumsuz bir yana da sahipti.

1980’li yıllardan itibaren uygulanmaya başlayan neoliberal politikalar, bu kavramsal  örtüşmeyi de değiştirdi. Neoliberal kapitalizm, devletin kamusal sorumluluklarını ve faaliyetlerini tamamen dışlayan bir yönetim anlayışını hakim kıldı.

Bugün içinde yaşadığımız tek adam rejimi ve inşa edilen parti devleti anlayışı, kamuyla örtüşen devlet anlayışının adeta tersyüz edilmiş biçimidir.

Bugün ülkemizde devlet, kamuyla ve kamusal olanla adeta savaş halinde olan bir devlettir.

Özallı yıllardan itibaren iktidara gelen tüm hükümetlerin öncelikli programı “özelleştirmelerin ve piyasalaştırmanın tamamlanması” olmuştur.

Başlangıçta  “verimsizlik”, “zarar eden kitleri elden çıkartma” ve “devletin sırtındaki kamburdan kurtulma” söylemiyle ilerleyen özelleştirme uygulamaları, 2000’li yıllardan itibaren en karlı kuruluşların en önce satıldığı bir yağmaya dönüşmüştür.

Kamu kaynakları ve olanaklarıyla inşa edilen kurumlarımız, fabrikalarımız, enerji santrallerimiz, petro-kimya tesislerimiz,  madenlerimiz, tarımsal işletmelerimiz tümüyle sermayeye aktarılmış, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi kamu hizmetleri de ticarileştirilerek birer rant kapısı haline getirilmiştir.

Ülke topraklarının tamamının, tarım alanları, ormanlar, yaylalar, meralar, milli parklar ayrımı gözetmeksizin meta  olarak değerlendirildiği, rant ve yağma ekonomisinin egemen olduğu bir süreç yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.

Sevgili Katılımcılar,

2002 yılından itibaren tek başına iktidar olan AKP’li yıllarda daha da ivmelenen bu sürecin bizi getirdiği yer, yarattığı açlık, yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik toplumsal yıkım bir yana, sanayiden tarıma, madencilikten enerjiye tüm üretim alanlarında dışa bağımlılığın daha da pekişmesi ve üretim yeteneğimizin aşındırılması oldu.

Ülke topraklarının tamamının, tarım alanları, ormanlar, yaylalar, meralar, milli parklar ayrımı gözetmeksizin meta  olarak değerlendirildiği, rant ve yağma ekonomisinin egemen olduğu bir süreç yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.

Bu yağma ve talan sürecine ülke yönetiminin giderek otoriterleşmesi, muhafazakârlık ve islamiyetin itaatkâr ve kanaatkâr bir toplum inşa etmek kullanılması,  yolsuzlukları, ülke kaynaklarının peşkeş çekilmesini, iş cinayetlerini, ırkçı-gerici politikaları sorgulamayacak bir toplum yaratılması girişimleri eşlik etti.

Geldiğimiz aşamada ekonomisi tamamen çökertilmiş, hukukun siyasallaştığı, parlamentonun etkisizleştirildiği, anayasa ve yasaların anlamsızlaştırıldığı, tek adamın buyruğuyla yönetilen, aklın ve bilimin yerini hurafelerin, liyakatin yerini parti ve din devleti anlayışının aldığı, her alanda çeteleşen bir ülke tablosuyla karşı karşıyayız.

 Bu baskıcı, gerici ve piyasacı politikaların yarattığı yıkım ve tahribatı enerji alanında da tüm yakıcılığıyla hissediyoruz.

Kamuya ait elektrik üretim santralleri, bölgesel dağıtım şirketleri, stratejik madenler ve enerji nakil hatları birer birer, çoğu zaman usulsüz ve şeffaf olmayan yöntemlerle özel sektöre devredilmiş; kamusal kaynaklar “Yap-İşlet-Devret” gibi modellerle, nesiller boyu süren yükümlülükler ve garantiler karşılığında özel tekellerin insafına terk edilmiştir.

 Kamunun elektrik kurulu gücündeki ve üretimindeki payı bugün %15 lere %16 lara düşmüş durumdadır. Daha da vahimi, elektrik sisteminin beyni, planlayıcısı ve operatörü konumundaki TEİAŞ’ın dahi özelleştirme kapsamına alınması, bu sürecin vardığı kritik ve geri dönüşü çok zor bir eşiği göstermektedir.

TMMOB olarak, her bir özelleştirme adımında, her bir yasal düzenlemede bu süreci şiddetle eleştirdik, uyardık, hukuki ve toplumsal mücadele araçlarımızla karşı durmaya çalıştık.

Ancak ne yazık ki, kamusal aklın, mesleki birikimin ve toplum yararının sesi ciddiye alınmadı.

Bugün yaşadığımız arz güvensizliği, fahiş fiyat artışları, derinleşen enerji yoksulluğu ve yaşamsal altyapılarımızın kırılganlığı gibi çok boyutlu krizlerin bedelini, en ağır şekilde, toplumun en savunmasız kesimleri ödemekte, hep birlikte bu yangının içinde kalmaktayız.

Somut ve yakın tarihli örnekler, bu politikaların yıkıcı sonuçlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Geçtiğimiz yıllarda  Isparta’da yaşanan kar yağışının ardından, özelleştirilmiş bir dağıtım şirketinin yetersiz bakım, plansızlık ve kaynak ayırmama nedeniyle bir ilimiz günlerce elektriksiz kalmış, yurttaşlarımız kış koşullarında temel ihtiyaçlarını karşılayamaz, iletişim kuramaz hale gelmişti. Yine bu yıl dağıtım hatlarında gerekli bakımların yapılmaması sonucu elektrik kaynaklı bir çok orman yangını yaşadık. Bu yaşananlar tekil  olaylar değildir. Benzer altyapı çöküşlerini deprem, sel gibi doğal afetlerde de görüyoruz.

Bu olaylar, stratejik sektörlerin kamu denetiminden ve planlamasından çıkartılmasının, sadece bir “verimlilik” veya “maliyet” meselesi değil, aynı zamanda bir “ulusal güvenlik”, “toplumsal yaşam güvencesi” ve “insani kriz” meselesi olduğunu acı bir şekilde göstermiştir.

Peki, bu karanlık tabloya karşı TMMOB olarak önerdiğimiz, savunduğumuz, mücadele ettiğimiz alternatif model nedir? Bu sorunun yanıtı, sempozyumumuzun da ruhunu oluşturan birkaç temel ilkede somutlaşıyor:

Öncelikle, enerji kamusal bir haktır. Tüm yurttaşların bu haktan eşit, ucuz, kaliteli, sürekli ve kesintisiz bir şekilde yararlanabilmesi, devletin asli ve vazgeçilmez görevidir. Enerji tıpkı hava, su ve gıda gibi, piyasanın dalgalanmalarına ve tekellerin kar hırsına bırakılamayacak kadar yaşamsaldır. Enerji yoksulluğu çeken ailelere, asgari yaşam standartları için gerekli enerji bedelsiz olarak sağlanmalıdır.

İkincisi, enerji sektörü, üretimden iletim ve dağıtıma, tüketimden fiyatlandırmaya kadar tüm aşamaları kapsayan bütüncül bir kamusal planlama ile yönetilmelidir. Bu planlamanın temel ilkeleri; dışa bağımlılığın azaltılması, arz güvenliği, sürdürülebilirlik ve yenilenebilir kaynaklara öncelik verilmesi olmalıdır. Petrol, doğalgaz, kömür, hidrolik, rüzgâr, güneş, jeotermal gibi tüm enerji türlerinde, konunun uzmanları, bilim insanları ve meslek örgütlerinin etkin katılımıyla hazırlanacak bütünleşik strateji belgeleriyle, ülkemizin enerji geleceği kamusal çıkar ekseninde şekillendirilmelidir.

Üçüncüsü, bu yeni kamucu düzenin inşası, özel sektöre devredilmiş kamu varlıklarının, kamu yararı gözetilerek yeniden kamulaştırılması sürecini de içermelidir.

 “Yeniden Kamulaştırma” talebimiz, bir nostalji değil, yaşanan felaketlerin ve krizlerin ışığında ortaya çıkan zorunlu bir toplumsal gerekliliktir. Enerji başta olmak üzere tüm stratejik sektörlerde özelleştirme politikalarına derhal son verilmelidir.

Değerli Konuklar,

TMMOB, kuruluşundan bu yana, sermayenin dar ve bencil çıkarları karşısında kamunun ortak çıkarını, toplum yararını ve bilimin ışığını savunmuştur.

Bu nedenledir ki, kamucu olan her şeye karşı açılan sistematik savaşta, bizler de hedef haline gelmiş bulunuyoruz. Özerk ve kamusal kuruluş kimliğimiz, merkezi yapımız, iktidarların yağma projelerinin önünde bir engel olarak görülmektedir.

Ancak biz, bu kararlı duruşumuzdan asla taviz vermeyeceğiz. Ülkenin neresinde olursa olsun, enerjiyi bir meta değil bir hak olarak savunmaya, doğayı ve emeği koruyarak, gelecek nesillerin yaşam hakkını güvence altına alan demokratik, adil ve bağımsız bir Türkiye için mücadele etmeye devam edeceğiz.

Bu sempozyum, işte bu mücadelenin fikri ve bilimsel zeminini güçlendirmek amacıyla düzenlenmiştir.  

Önümüzdeki üç gün boyunca, enerjinin teknik, ekonomik, ekolojik ve toplumsal boyutlarını “kamusallık” merceğinden derinlemesine masaya yatıracağız.

Yapılacak sunumlar, tartışmalar ve ortaya çıkacak sonuçların, sadece bir meslek örgütünün görüşleri olarak kalmayıp, toplumun geniş kesimlerinde kamucu bir enerji bilincinin filizlenmesine, politika yapıcılara ışık tutacak somut önerilere dönüşmesine katkı sunacağına yürekten inanıyorum.

Sözlerime son verirken, bir kez daha bu değerli buluşmaya katılan herkese teşekkürlerimi sunuyor, sempozyumumuzun verimli, aydınlatıcı ve umut verici geçmesini diliyorum.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Emin Koramaz
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı