TMMOB BÜYÜK YIKIMIN YIL DÖNÜMÜNDE BİR KEZ DAHA UYARIYOR: DEPREM HÂLÂ ÜLKEMİZİN EN BÜYÜK SORUNUDUR!

18.08.2015

TMMOB Depreme Duyarlılık Etkinliği 17 Ağustos 2015 de İzmit’te Kocaeli İKK sekreteryalığında gerçekleşti. 

Depremin yarattığı toplumsal sonuçlar konusunda kamuoyu duyarlılığını arttırmak, iktidarın rant ablukası sonucu oluşacak sosyal afet ve yıkımlara dikkat çekmek amacıyla düzenlenen TMMOB Depreme Duyarlılık Etkinliği Kocaeli İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri C. Arsal Arısal'ın açılış konuşması ile başladı. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı’nın yaptığı basın açıklamasından sonra fotoğraf sergisinin açılışı yapıldı. Etkinlik çerçevesinde yapılan panelde Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu ve Yrd. Doç. Dr. Özkan Coruk konuşmacı olarak yer aldılar.

 

TMMOB Kocaeli İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri C. Arsal Arısal'ın açılış konuşması şöyle;

SESİMİZİ DUYAN VAR MI?

Depremin 16.yıldönümü anma programına tüyler ürperten bu nidayla başlıyorum. Çünkü 16 yıldır hatta TMMOB kuruluşundan bu yana hiç usanmadan anlatmaya çalışıyoruz. Bilimin ışığından uzak, rant ve para hırsına kurban etmeye çalıştığınız, bizim de her seferinde hayır deyip durdurmaya çalıştığımız şey sonucunda canımıza mal oluyor. Afetler doğa olayıdır. Afetlerde yitirdiğimiz canlar denetimsizliktir, ihmaldir, hırsızlıktır, rant uğruna, para hırsı uğruna feda edilmiş ömürlerdir.

TMMOB, içinde tüm mühendislik, mimarlık ve şehir planlama bilim dallarını barındırmaktadır. TMMOB ve bağlı tüm organları kamu yararını gözeterek, gönüllülük esasıyla çalışmasına rağmen ranta ve kente karşı işlenen suçlara karşı durduğu için muhalefet yaftasıyla yaftalanmakta, hedef gösterilmektedir. Son olarak Atatürk Orman Çiftliği'nde yapılan 'Kaçak Saray'a karşı yürütülen hukuk mücadelesinde gene odalar hedef gösterilmiştir. Rant uğruna, bilimden tamamen uzak, meslek insanlarının bilgilerinden izole edilmiş çok fazla karar alınıyor bu ülkede. Açtığımız davalar, yazdığımız raporlar hep bu mücadele uğruna. Bırakın afete duyarlı hale gelip tedbirler alabilmeyi, afet sonrası toplanma alanları bile AVM'ler veya konutlar rezidanslar yapılması için plan tadilatları görüyor ya da plan dahilinde üretilmiyor bu ülkede!

Olası bir İstanbul depremi kapıda bekliyor. Ama İstanbul'un dört bir tarafı betonlaştırılabilmek için 'Afet' sözcüğü kullanılarak yasalar çıkarılıyor, adeta betonlaşma bir yarışa çevriliyor. Bizler mimarız, mühendisiz. TMMOB üyelerinin para kazandığı, mesleklerini icra ederek geçimlerini sağladığı ana kavramdır inşaat. Buna rağmen, buna hayır demek durumunda kalıyoruz. Dayanıksız, meslek insanlarının yetkinliğinden, bilgilerinden yani bilimden uzak, planlama olmaksızın, sadece yapmak satmak ve kazanmak uğruna inşaatlar üretilmesine, plan tadilatları yapılmasına, bu umarsızlığa hayır diyoruz! Rantı kolaylaştırabilmek için afet yasalarını kullanan zihniyete dur diyoruz. Şehircilik ve planlama ilkelerini önemsemeyen, rant uğruna ülkenin bütün doğasını tahrip eden, afetleri ranta dönüştürmek adına yasalar yapan sorumlulara 'sesimizi duyan var mı' diyoruz.

Saygılarımla,

 

 

 TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı’nın yaptığı basın açıklaması metni şöyle;

 

TMMOB BÜYÜK YIKIMIN YIL DÖNÜMÜNDE BİR KEZ DAHA UYARIYOR: DEPREM HÂLÂ ÜLKEMİZİN EN BÜYÜK SORUNUDUR!

TMMOB, 17 Ağustos 1999 depreminin yıl dönümünde, depremin ülkemizin hâlâ en büyük sorunu olduğunu hatırlatmayı toplumsal bir sorumluluk olarak görmektedir.

Çünkü deprem önlemlerini almakta, toplumu depreme karşı bilinçlendirmekte, yapı üretim sürecini ve yapılaşmayı deprem tehlikesini gözeterek düzenlemekte, ilgili mevzuatı deprem gerçeğine göre yeniden ele almakta birinci derecede sorumlu olan siyasi iktidarın konuya yaklaşımını yanlış ve yetersiz buluyor, toplumun güvenle geleceğe hazırlanmadığını düşünüyoruz.

17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden 16 yıl geçti. 16 yıl önce bugün, merkez üssü Gölcük olan ve beraberinde tüm Marmara bölgesini etkileyen 7,4 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Binlerce insan yaşamını yitirdi, binlercesi yaralandı, ülke ekonomisi kısa zamanda telafi edilmesi mümkün olmayacak derecede etkilendi. Bilançonun yol açtığı acı depremin toplumsal travma haline gelmesine neden olmakla kalmadı, başta yapı üretim süreci, mevcut yapılar, kentleşme politikası, afet sonrası önlemler, mevzuat olmak üzere yetersizliğimizi, hatalarımızı gün yüzüne çıkardı. Görmezden gelinen, yok sayılan sorunlar dramatik bir olayla varlığını hissettirdi.

Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğinin yok sayılmasının bedeli kelimenin gerçek anlamıyla ağır oldu.

Deprem sonrası süreç, bütün bir ülkenin depreme göre yeniden düzenlenmesi noktasında toplumsal konsensüsün oluşmasına tanıklık etti. Konsensüs, “artık hiçbir şeyin eskisi” gibi olmayacağı temennisinde ifadesini buldu. Ancak 12 yıl sonra meydana gelen Van depremi, ne yazık ki, aradan geçen onca zamana ve verilen sözlere rağmen, “bir arpa boyu mesafe alınamadığını” gösterdi. Kaçak yapılaşmanın, sağlıksız kentleşmenin, mühendislik hizmeti almadan yapı üretiminin, yapı denetim sisteminin taşıdığı eksiklik ve zaafların varlığını sürdürdüğü, sadece depreme değil her türlü doğal afete karşı korumasız olunduğu, mevcut olumsuzlukların doğa olaylarını doğal afete dönüştürdüğü, doğal afetlerin geleceğe dönük kaygıları çoğalttığını açığa çıkardı.

Deprem gerçeği ve Türkiye

Türkiye bir deprem ülkesidir. Topraklarının ve nüfusunun büyük bir bölümü deprem tehlikesi altındadır. Türkiye topraklarında 1900’lü yılların başından günümüze otuza yakın büyük ölçekli deprem meydana gelmiş ve resmi kayıtlara göre 100 bin civarında insan hayatını kaybetmiştir.

Türkiye, önemli deprem kuşakları üzerinde bulunmaktadır. Ülke topraklarının yüzde 66’sı 1. ve 2. derecede deprem bölgesinde yer almakta, nüfusu bir milyonun üzerindeki 11 büyük kent, ülke nüfusunun ise yüzde 70’i ve büyük sanayi tesislerinin yüzde 75’i deprem tehlikesi altındadır.

Mevcut yapı stokuna bakıldığında da durumun iç açıcı olmadığı görülecektir. TÜİK verilerine göre ülkemizde 20 milyon civarında yapı bulunmaktadır. Bu yapıların yüzde 60’ının 20 yaş ve üzerinde bulunduğu, büyük oranda ruhsatsız ve niteliksiz olduğu, mühendislik hizmeti almadan veya kısmen alarak ve yapı denetimi olmadan üretildiği, pek çoğunun güçlendirilmesi gerektiği, yine kayda değer ölçüde yapının yıkılarak yeniden yapılmasının zorunluluk olduğu bilinmektedir.

Buna rağmen, daha çok rant amaçlı olan kentsel dönüşüm projeleri dışında, deprem kaygısını giderecek adımlar atılamamış, güvenli yaşam sağlanamamıştır. Kaldı ki kentsel dönüşüm projeleri kapsamında TOKİ tarafından üretilen konutlar yapı denetimden muaf tutulmakta, özellikle yoksul ve dar gelirliler için üretilen konutların bir iki sene içerisinde niteliksizliği açığa çıkmaktadır.

Mevcut yapı stokuna ilişkin verilerin tahminlere dayandığı vurgulanmalıdır. Çünkü ülkemizin ayrıntılı yapı envanteri yoktur. Dolayısıyla mevcut bilgiler güncellenememekte ve merkezi düzeyde kamuoyuyla paylaşılmamakta, güçlendirme çalışmalarının hangi düzeyde olduğu, kaç binanın yıkılıp yeniden yapıldığı, okullar, yurtlar, hastaneler başta olmak üzere kamu binalarının mevcut durumu bilinmemektedir. Marmara ve Van depremlerinde sınavı geçemeyen yapı stokumuzun,  bir bütün olarak olası depremde ne tür tepki vereceği ise adeta bilinmeze terk edilmiştir.

TMMOB ve bağlı Meslek Odaları devre dışı bırakıldı

TMMOB yıllardan bu yana, deprem tehlikesi ve deprem önlemleriyle ilgili; mevzuattan yapı üretim sürecine kadar geniş bir yelpazede görüş ve önerilerini defalarca kamuoyuyla paylaşmış, raporlar hazırlamış, ilgili bakanlıkların düzenlediği bilimsel içerikli etkinliklere katılarak değerlendirmelerde bulunmuş, toplum yararına gördüğü her türlü girişime destek verip katkı sağlamış, kendi olanakları çerçevesinde deprem ve ilgili konular bağlamında çok sayıda bilimsel-mesleki etkinlikler, meslek içi eğitimler düzenlemiş, depremin unutulmaması ve duyarlılığın artırılması amacıyla kitlesel eylemler, yürüyüşler organize etmiştir.

Ancak bilimin ve tekniğin dışındaki bir anlayışta olan AKP mevzuatta kabul edilemez köklü değişiklilere imza atmış, meslek odalarının toplumsal yarar hassasiyetinden kaynaklanan kamu projelerine müdahale etme kanallarını kapatmış, üyelerini denetlemesini, sicillerini tutmasını, mesleki faaliyetlerini kayıt altına almasını engellemiş, “imzacılıkla” ve sahte mühendislerle mücadeleyi zayıflatmış, bir taraftan da Meslek Odaları üzerinde mali ve idari denetim kurarak vesayet ilişkisini hayata geçirmek istemiştir. Değişikliklerin Meslek Odalarını güçsüzleştirecek ve Oda-üye ilişkisinin zayıflayacak içeriğe sahip olmasının yaratacağı handikap bir yana, mevzuatın yapı üretim sürecini denetimsizliğe mahkum edecek hükümler içermesinin ve AKP’nin Meslek Odalarını devre dışı bırakmasının topluma pahalıya mâl olacağı açıktır.

Şu nokta özellikle vurgulanmalıdır: Mühendislik mesleğini önemsizleştirme ve meslek odalarını güçsüzleştirme girişimlerinin yapı üretim sisteminde zaafa yol açma dışında başka bir sonucu olmayacaktır.

Anlaşılan o ki AKP ne ülkenin deprem gerçeğinin farkındadır ne de mesleklerin ve meslek odalarının işlevini bilmektedir.

Türkiye depreme hazır mı?

Türkiye depreme hazır mı? Bu soruya ne yazık ki olumlu yanıt veremiyoruz. 

Açıkçası ne sorunlar ne de çözüm sırdır. Konunun birinci derecede muhatabı olan bir mesleğin mensupları olarak, depremlerin yıl dönümlerinde sorunları yeniden sıralamanın, çözümü bir kez daha tartışmaya açmanın haldeki durumumuzu özetlediğinin farkındayız. Ne sorunlar değişiyor ne de güvenli yaşam kuracak adımlar atılıyor. AKP’nin kentleşme ve imar politikaları bağlamındaki yaklaşımı ve doğal afetleri “kader” gibi gören anlayış ne yazık ki endişelerimizi artırıyor. Kentler deprem tehlikesine değil ranta göre düzenleniyor.

Endişeliyiz. Yapı üretim sürecinin endişelerimizi giderecek şekilde sağlıklı işlemediğinin farkındayız. Lakin endişemiz bu kadarla sınırlı değildir. En azından meslek odalarının, üniversitelerin, bilim çevrelerinin kamu yönetimi tarafından oluşturulacak ortak bir zeminde bir araya gelerek başlatacağı sürecin, tuhaf ki yine AKP’nin yanlış tutumu nedeniyle sekteye uğratıldığını görmek endişelerimizi artırıyor. Mevcut yapı stoku bizleri endişelendiriyor. TOKİ tarafından üretilen büyük konut projelerinin yapı denetim sisteminden muaf tutulması bizleri endişelendiriyor. Deprem toplanma alanlarının imara açılması, yerel yönetimlerin rant odaklı projeler geliştirmesi ve en az diğerleri kadar önemli olmak üzere deprem tehlikesinin görmezden gelinmesi, toplumsal duyarlılığın törpülenmesi endişelerimizi pekiştiriyor.

Biz geleceğe endişeyle değil, güvenle bakmak istiyoruz.

Çünkü toplumsal duyarlılığımız, yaşamın kutsallığına olan inancımız, bilimsel, mesleki gerçeklikler bunu gerektiriyor. Çünkü depreme karşı alınmamış önlemler ülkemizin hâlâ en büyük sorunudur.

Ülkemizin ekonomik-sosyal-siyasal çalkantılı döneminde deprem tehlikesine dikkat çekmenin, deprem duyarlılığını artırmaya gayret etmenin toplumsal ve insani bir sorumluluk olduğunu biliyor ve bu sorumluluğu taşımaya kararlı olduğumuzu bir kez daha ifade ediyoruz.