TMMOB MALTEPE KENT ÇALIŞTAYI’NA DESTEK VERDİ

22.06.2023

Maltepe Belediyesi, “Yeni Yüzyılda Yeni Bir Vizyon İçin Gel Fikrini Söyle” sloganıyla Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde 21 Haziran 2023 tarihinde Maltepe Kent Çalıştayı düzenledi. "Kentleşme, Planlama ve Kalkınma" başlıklı ilk oturumda TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz da bir sunum gerçekleştirdi.

Çalıştayın açılış konuşmasını yapan ve üçüncü dönem adaylığı için çalışmalarına başladığını açıklayan Belediye Başkanı Ali Kılıç, “Bu çalıştayla 2024’ün Yerel Yönetimler Bildirgesi’ni sizlerle birlikte hazırlayacağız. Daha yaşanabilir, çağdaş ve vizyoner Maltepe’yi yaratmak için çalışmalarımıza ‘dayatan değil danışan belediyecilik anlayışı’yla yön vereceğiz” dedi.

TMMOB adına Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz ve Yönetim Kurulu Üyesi Cevahir Efe Akçelik de çalıltaya katkı sundu.

Çalıştayda TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz şöyle konuştu: 

Değerli Belediye Başkanım, Değerli Hocalarım, Değerli Misafirler

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu anlamlı etkinliği düzenleyerek kentsel sorunları tartışmamıza zemin sağlayan Maltepe Belediyemize teşekkür ediyorum.

Dokuz ay sonra gerçekleştirilecek yerel seçimler öncesinde bu gibi etkinlikleri, bu konulardaki tartışmaları çoğaltmamız gerekiyor.

Geride bıraktığımız seçimlerden de biliyoruz ki mevcut siyasal iktidar seçim süreçlerini ülke sorunlarının, halkın ihtiyaçlarının konuşulmadığı bir propaganda dönemine dönüştürmek konusunda çok hünerli.

Koskoca bir seçim sürecinde ne ekonomik krizi, ne yüz yüze olduğumuz sorunları konuşabildik. Aylar boyunca iktidar tarafından yaratılan kirli propagandayla baş etmeye çalışıldı.

Yerel seçimlerin de benzer bir dezenformasyon bombardımanının gölgesi altında geçmesine izin veremeyiz.

Çünkü hepimiz biliyoruz ki bütün şehirlerimizin alt yapıdan ulaşıma, yapı güvenliğinden yeşil alanlara kadar her alanda büyük sorunları var.

Geçtiğimiz Şubat ayında yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremler şehirlerimizin mevcut durumunun yetersizliğini, hazırlıksızlığını en çıplaklığıyla, en acımasızlığıyla gösterdi.

Binlerce yurttaşımız yaşamını yitirdi, kentler yerle bir oldu, depremden etkilenen üç ilimiz neredeyse haritadan silinerek hayalet şehirlere dönüştü.

Özellikle afetlere hazırlıklı olmayan kentlerin, orada yaşayan insanlar için nasıl büyük tehditler yarattığını bir kez daha sarsıcı biçimde deneyimledik.

Ülkemiz topraklarının oldukça büyük bir bölümünün deprem kuşakları üzerinde yer aldığı gerçeği hepimizin malumu. Ancak yine hepimiz biliyoruz ki ne yapılar depreme uygun ne de denetimler depreme göre yapılıyor.

Bütün bu sorunların çözümünü ortak akılla ve bilimsel yolları takip ederek bulabiliriz. Bugün Maltepe Belediyesinin yaptığı bu çalışmanın benzerini tüm illerimizin, büyük şehirlerdeki bütün ilçelerimizin yapması gerekiyor.

TMMOB olarak bizler de yerel seçim sürecinde İl Koordinasyon Kurullarımıza tüm illerde kent sempozyumlarının toplanması, kentlerin sorunlarının ve çözüm önerilerinin yerel yönetimlerle, bilim insanlarıyla, üniversitelerle birlikte konuşulması çağrısında bulunduk.

Değerli Arkadaşlar,

Oturumumuzun başlığı olan “Kentleşme, Planlama ve Kalkınma” konuları TMMOB olarak bizim ve bağlı odalarımızın kuruluşumuzdan itibaren en fazla önem verdiğimiz, üzerine en çok düşündüğümüz konuların başında geliyor.

Hepinizin bildiği gibi bu üçlünün temelini oluşturan “planlama” mühendis, mimar ve şehir plancılığı meslek disiplinlerinin ortak faaliyetlerinden birisidir.

Aslında hepimiz kendimiz ilgilendiren konularda planlar yapıyoruz.

Çünkü kendi geleceği üzerine düşünmek, kendi başına gelebilecekler üzerine fikir yürütmek ve buna uygun hazırlıklar yapmak insanlığı diğer canlılardan ayıran temel unsurlardan biridir.

Planlama, belirli bir amaca ulaşabilmek için geçmiş verilerden, tecrübelerden yararlanarak geleceğe dair yürütülecek faaliyetlerin belirlenmesi sürecidir.

Bu anlamıyla planlama, geçmişin birikimiyle ortaya çıkan bugünü, yarınlara bilimle ve bilinçle bağlama etkinliğidir.

Cumhuriyetimizin ilk yüz yılında “planlama fikri”nin ve “kalkınma ideali”nin özel bir yeri bulunmaktadır.

Cumhuriyet daha ilan edilmeden toplanan İzmir İktisat Kongresi, Türkiye’nin kalkınması için iktisadi faaliyetin hangi temeller üzerinden işlemesi gerektiği yönündeki ilk sistematik çalışma olarak tarihe geçmiştir.

Ancak gerek ülkenin ekonomik altyapısının, sermaye birikiminin ve nitelikli iş gücünün yetersizliği gerekse de dünya konjonktürü nedeniyle kongrede benimsenen özel teşebbüsü geliştirme anlayışı başarılı olamamıştır.

Bu başarısız girişimin ardından, Dünya çapında yaşanan 1929 Krizi sonrasında Sovyetler Birliği’nin de etkisiyle benimsenen “planlama” fikri, 1930’lu yıllarda atılan sanayileşme adımlarının temelini oluşturmuştur.

Bu süreçte Türkiye, dünyada ilk kalkınma planı hazırlayan ülkelerden biri olmuştur.

1933-1937 yılları arasında uygulanmak üzere “Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı”nı hazırlamıştır.

Bu plan doğrultusunda 5 yıllık kısa bir süre içerisinde çimento, şeker, kömür, cam, seramik ve dokuma gibi temel sektörlerde birçok sanayi tesisi kurulmuştur.

90’lı yıllardan itibaren sağ hükümetlerin satmakla bitiremediği birçok KİT de bu dönemde yapılandırılmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin kapitalist devletlerle kurduğu siyasal ve ekonomik ilişki, planlı kalkınma hedefini bir ölçüde sekteye uğratsa da 1960 sonrasında planlama yeniden bir devlet politikası haline gelmiştir.

1962 yılından itibaren benimsenen planlı kalkınma anlayışı, ülkemizin ekonomisini yeni bir rotaya sokmuştur.

Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 5’er yıllık planlar, sadece devlet yatırımları için değil, özel teşebbüs için de yönlendirici olmuştur.

Sevgili arkadaşlar,

Hepinizin bildiği gibi 12 Eylül sonrası dönemde kalkınma planları devam etti ama 1960’lı yıllardaki toplumsal kalkınma anlayışı tamamen terk edildi.

Neoliberal politikaların egemen olduğu bu dönemin yeni modası “özelleştirme”, “kuralsızlaştırma” ve “ticarileştirme” gibi kavramlardı.

Bütün bunların anlamı, 1930’lardan itibaren ülkede yaratılan tüm zenginliklerin, tüm yatırımların özel sektöre devriydi. Kamu girişimciliği ve işletmeciliği anlayışının, bir anlamıyla da aslında toplumsal kalkınma kaygısının bir kenara bırakılmasıydı.

Biraz iddialı olsa şunu söylemek mümkün, neoliberal politikalar aslında cumhuriyet ideallerinin de terk edilmesiydi.

Neoliberal politikalarla geçen 30 yılı aşkın zaman diliminde görüyoruz ki, ekonomik alanda cumhuriyetin halkçı, kalkınmacı ideallerinden vazgeçmek, sosyal ve siyasal alanda da cumhuriyet ideallerinden uzaklaşmayı beraberinde getirmiştir.

Buradan anlamamız gereken şey, kalkınma anlayışının basit bir ekonomik tercih değil, bir toplumsal gelecek tasarımı olduğu gerçeğidir.

Bugün karşı karşıya geldiğimiz baskıcı, piyasacı, laiklik ve bilimsel düşünce karşıtı tek adam rejimi de bir anlamıyla toplumsal kalkınma anlayışının terk edilmesinin sonuçlarından biridir.

Değerli Konuklar,

Toplumun ortak çıkarlarını gözetmeyen, bütüncül bir kalkınma hedefini taşımayan bu anlayış hepimizin yaşamını sandığımızdan çok daha olumsuz etkiliyor.

Özellikle son 15 yıldır, imalat sanayiinden/üretimden neredeyse vazgeçildi. Ülke ekonomisi arazi rantı üzerine temellendirildi. İnşaat sektörü de bu temelin odağına yerleştirildi.

Ülke topraklarının tamamının, ormanlar, yaylalar, meralar, milli parklar ayrımı gözetmeksizin arsa olarak değerlendirildiği rant ekonomisinin egemen olduğu bir süreç yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.

Bunu özellikle yerel yönetimlerde ve kentleşme politikalarında gözlemleyebiliyoruz.

Oysa ki sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurmak ve yaşanabilir çevre oluşturmak Devletin anayasal görevlerinden biridir.

Bugün kentlerimize baktığımızda, barınma, altyapı, ulaşım, enerji, sağlık, eğitim, kültür ve çevre, konularında sorunlar bulunmaktadır. Dahası kentlerimiz, deprem, sel, heyelan ve yangın gibi afetlere de hazırlıklı değildir.

Bu durum bugüne kadar izlenen, toplumsal çıkarları göz ardı eden ve insan yaşamını hiçe sayan kentleşme politikalarının yetersizliğinin en açık göstergesidir.

Türkiye’de çarpık yapılaşma ve plansız kentleşmenin önlenmesine karşı hiçbir somut adım atılmadığı gibi afet ve risk maskesiyle ülke topraklarımız, hiçbir kurala ve koşula bağlı olmaksızın ranta açılıyor.

Sözde Afet risklerini azaltmak amacıyla çıkarılan , “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun”ise, kentlerimizi afetlere dirençli hale getirmek şöyle dursun, kentlerimizin rant ekseninde tahrip edilmesinin, ortak yaşam alanlarımızın yağmalamasının yasal aparatı haline gelmiş durumda.

Tüm uyarılarımıza rağmen bütüncül planlamanın benimsenmemiş olması, denetimsizlik, yanlış arazi kullanım politikaları, kaçak yapılaşma ve imar aflarıyla bugüne kadar geldik.

Bugün içinde yaşadığımız kentlerin mekansal ve çevresel bağlamda, niteliksiz yapılaşmasının, sağlıksız büyümesinin ardında da piyasa güçlerini kent politikalarının belirlenmesinde tek hakim güç olarak gören siyasal yaklaşımlar yatmaktadır.

Bu yaklaşım sadece kentlerin afet riskini büyütmekle kalmamakta, sağlıklı bir kentleşme anlayışını da dinamitemektedir.

Temel kentsel altyapı hizmetlerinin piyasalaştırılması ve ticarileştirilmesi nedeniyle kentlerde yaşayanların önemli bir kısmı barınma, eğitim, sağlık ve beslenme gibi temel haklardan yeterince faydalanamamaktadır.

Emekçilerin, yoksulların ve ezilenlerin sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamdan tümüyle dışlandığı yıkıcı bir ortamda yoksulluk ve yoksunluk giderek derinleşmektedir.                                                                                     

Sadece arazi rantına endekslenmiş, bir kent ekonomisi anlayışının ortaya çıkardığı sürekli ve plansız büyüme, teknik altyapı hizmetlerinin ve sosyal-kültürel olanakların yetersizliği gibi sorunları daha da büyütmektedir.

Değerl Konuklar,

Kentsel dönüşümün amacından saptırılarak rant dağıtma aracına dönüştürülmesi ise bir başka sorunlar yumağını beraberinde taşımaktadır.

Kent merkezlerindeki değerli araziler ve kentsel ortak mekanlar, “kentsel dönüşüm” adı altında, içinde yaşayanlardan bağımsız, yeni imar hakları verilerek sermaye çevrelerine pazarlanmakta, buralara lüks konut alanları, alışveriş merkezleri inşa edilmektedir.

Bu uygulamalarla, kentleri bir arada tutan unsurlar, kent ve kentli kimliği ve ortak kullanım alanları ortadan kaldırılmaktadır.

Bunun sonucunda kentler, giderek artan biçimde bütünlüğünü yitirerek birbirinden bağımsız ve ilişkisiz parçacıklara bölünmektedir.

Varsıl ve yoksul kesimler arası ayrışma ve uzaklaşma fiziksel mekana da yansımaktadır.

Bu durum sosyal kutuplaşmayı ve kentsel gerilimi de arttırmaktadır.

Kent, kentli ve vatandaş kimliğinin yok edildiği, herkesin sadece kendisi gibi düşünenlerle, sadece kendisi gibi yaşayanlarla temas ettiği, toplumun farklı kesimleri arasında görünmez duvarların örüldüğü bir ülke haline geldik.

Son yıllarda sokak röportajlarına bu kadar ilgi göstermemiz, sokak röportajlarında konuşulanlara bu kadar şaşırmamız bu sosyal ayrışmadan kaynaklanıyor.

Bu çok tehlikeli bir durum. Gündelik hayatımızda yüz yüze gelmediğimiz bir gerçekliği röportajlarda görerek anlamaya çalışıyoruz.

Değerli Konuklar,

Görüldüğü gibi gündelik hayatta yaşadığımız, deneyimlediğimiz her şey aslında siyasal iktidar tarafından hayata geçirilen politikaların birer yansımaları.

Yıllarca uygulanan rant temelli politikalar nedeniyle üretimi, yatırımı, sanayileşmeyi, bilimi, teknolojiyi, mühendisi, insanı dışlayan bir ekonomik yapı doğdu.

Bugün yaşadığımız yüksek enflasyon, kronik işsizlik, zamlar ve yüksek döviz kurları yanlış ekonomik tercihlerin ürünüdür.

Toplumsal hayatın kuralsız, denetimsiz bir şekilde sermaye kesimlerinin ve piyasanın insafına teslim edildiği neoliberal politika ve uygulamalardan ivedilikle vazgeçilmesi gerekiyor.

Egemenlerin sermaye çıkarlarına endeksli ekonomik-politik dayatmalarına karşı halkın ortak çıkarını, kamusal olanı önceleyen bir anlayışı hakim hale getirmemiz gerekiyor.

Çünkü bu sınırsız ve denetimsiz rant düzeni ve yağma anlayışı sadece ekonomik değerlerin ve imtiyazların belirli kesimler elinde toplanmasıyla sınırlı kalmıyor.

Rantiyeye dayalı kentleşme ve yapılaşma uygulamaları nedeniyle depremlere kaşı savunmasız hale geliyoruz.

Kamusal varlıklarımızın özelleştirilmesi nedeniyle ekonomik krizlere karşı savunmasız hale geliyoruz. Sağlık ve sosyal güvenlik alanındaki özelleştirme politikaları nedeniyle salgınlara karşı savunmasız hale geliyoruz.

Kar hırsı nedeniyle alınmayan tedbirler nedeniyle iş cinayetlerine, işyeri felaketlerine karşı savunmasız hale geliyoruz.

TMMOB olarak bizler 1970’li yıllardan beri mesleki çıkarlarımızı toplumsal çıkarlardan ayrı görmeyen bir anlayışı savunuyoruz.

Sahip olduğumuz bilimsel ve teknik aklı, sömürgenlerin değil halkın çıkarları için kullanmayı şiar olarak benimsedik.

Yurttaşlarımızın insanca yaşaması için bilim ve teknolojideki tüm gelişmelere adapte olmayı, bilim ve teknolojiden beslenen ve onu besleyerek büyüten bir mesleki çizgiyi benimsiyoruz.

Bu nedenle bize göre planlama ve kalkınma konuları, toplum yararının esas alındığı bir sanayileşme ile birlikte sağlık, eğitim, gelir-bölüşüm politikaları ve çevresel yaşanabilirlik ile birlikte tanımlanmalıdır.

Sorunlarımızın çözümü için ülkemiz stratejik ön görüyle tüm alanlarda ve tüm sektörlerde kendi ulusal politikalarımız hayata geçirilmelidir.

 Bilim ve teknolojide yetkinleşmeli ve bunu ülke ölçeğinde toplumsal ekonomik faydaya dönüştürmeli ve bu amaçla ulusal bir strateji belirlemelidir.

Son 30 yılda uygulanan neoliberal politikalarla harap edilen ekonomik ve sosyal yapı, kamusal bir anlayışla yeniden ayağa kaldırılmalıdır. Doğaya ve insan yaşamına saygı gösteren bir anlayışla sanayileşme, kalkınma ve üretim benimsenmelidir.

Topraklarımız, yer altı ve yer üstü kaynaklarımız, mühendislerimiz ve emekçilerimiz çok uluslu şirketlerin kasaları için değil, ülkemizin ve toplumumuzun gelişmesi için seferber edilmelidir.

Sevgili katılımcılar,

TMMOB olarak bizler, kentlerimizde var olan sorunların aşılması, sağlıklı kentsel çevrelerin oluşturulması ve kentsel yaşam kalitesinin iyileştirilmesi için kent halkının, emek ve meslek örgütlerinin demokratik katılımını ve denetimini sağlayacak bir anlayışın geliştirilmesini, öncelikli ve temel gereklilik olarak görmekteyiz.

Bunu gerçekleştirebilmenin yollarından biri de “toplumcu demokratik ve halkçı bir yerel yönetim” anlayışına sahip yerel yönetimlerin oluşturulmasıdır.

TMMOB olarak bizler bugüne kadar hiçbir zaman karnından konuşan, sözlerini esirgeyen bir örgüt olmadık.

 Ülkenin önemli tarihsel dönemeçlerinde halkın ortak çıkarı için en doğru gördüğümüz tavır neyse en gür biçimde bu tavrımızı dile getirdik.

Yargı organlarını siyasal iktidarın güdümüne sokan 2010 Anayasa Değişikliği Referandumunda da, tek adam rejimini inşa eden 2017’deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Referandumunda da, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de, geçtiğimiz seçimlerde de tavrımızı açık biçimde demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, demokratik hak ve özgürlüklerden yana koyduk.

Önerilerimizi, taleplerimizi ve görüşlerimizi içeren seçim bildirgelerimiz kamuoyuyla paylaştık.

31 mart yerel seçimlerde de aynı tavrı kararlılıkla sürdüreceğiz.

Toplumumuzu kuşatan karanlığa karşı aydınlıktan, savaşa karşı barıştan, dinci gericiliğe karşı laiklikten, faşizme karşı özgürlüklerden, ırkçılığa karşı eşitlikten, linç kültürüne karşı bir arada yaşamdan, rant ve sömürüye karşı emekten, yağma düzenine karşı kamusallıktan, emperyalizme karşı bağımsızlıktan yana bir ülke için tüm birikimimizi seferber edeceğiz

Ülkemizin güzel geleceği, umutlu yarınları için mücadele etmeye devam edeceğiz.

Maltepe belediyesi tarafından düzenlenen bu etkinliğin kentlerimizin sorunlarına yönelik önemli bir fikri birikim yaratacağına olan inancımla hepinizi bir kez daha sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum.

Sempozyumun başarılı biçimde geçmesini diliyorum.

İnsanların aç ve yoksul yaşamadığı, eşit adil bir ülke ve dünya özlemi ile TMMOB Yönetim kurulu adına sevgi ve selamlarımı sunuyorum.

EMİN KORAMAZ

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı