15. ULUSAL 3. ULUSLARARASI ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ KONGRESİ BAŞLADI

23.11.2023

15. Ulusal 3. Uluslararası Çevre Mühendisliği Kongresi 23 Kasım 2023 tarihinde çevrimiçi olarak kamuoyu ile buluştu.

Kongrenin açılışında bir konuşma yapan TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı şunları dile getirdi:

"Değerli konuklar, Sevgili Meslektaşlarım

Hepinizi TMMOB Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum.

15. Ulusal, 3. Uluslarası Çevre Mühendisleri Kongremizin başarılı geçmesini diliyorum.

Başta Çevre Mühendisleri Odamızın yöneticileri olmak üzere bu önemli ve geleneksel etkinliğe emek veren  tüm arkadaşlarımıza, tüm kurumlara ve değeri çalışmalarını bizlerle paylaşacak olan tüm konuşmacılara çok  teşekkür ediyorum.

Kongremizde yürütülecek tartışmaların ve yapılacak sunumların  hem çevre sorunlarının uluslararası ve ulusal çözümlerine hem de yurttaşlarımızda çevre bilincinin geliştirilmesine katkı vermesini diliyorum.

Sevgili Katımcılar,

Cumhuriyetimizin ikinci yüzlının ilk günlerini yaşıyoruz.

Halkın kendi yaşamı ve geleceği hakkında söz ve karar sahibi olduğu bir yönetim biçimi olarak Cumhuriyet, insanlık tarihinin en büyük kazanımlarından biridir.

Ülkemizde de bundan  100 yıl önce ilan edilen Cumhuriyet, ülkemiz için bağımsızlık demokrasi, laiklik ve çağdaşlaşma yolunda atılan en önemli adımlardan biri  olmuştur

Bu vesileyle başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, emperyalizme karşı bağımsızlık savaşımımızı kazananlara ve Cumhuriyet'i kuranlara minnet duygularımı bir kez daha iletiyorum.

Ne yazık ki, aradan geçen bunca yıl sonra, cumhuriyet kurumlarının ve birikimlerinin tek tek tasfiye edildiği, cumhuriyetin kurucu değerlerinin  tamamen ters yüz edildiği, emperyalizme her alanda bağımlı, halk egemenliği yerine tek adam rejiminin , aklın bilimin ve laikliğin yerini dinsel  gericiliğin ve hurafelerin aldığı  ülke haline getirildik.

Bu karanlığı tekrar aydınlığa çevirebilmek, bu karşı devrimi durdurmak için her zamankinden daha fazla mücadele etmemiz gereken günlerden geçiyoruz.

Değerli Arkadaşlar,

Günümüzde canlı ve cansız doğa büyük bir bozulma süreci yaşamaktadır.

Yaşam alanlarımız giderek yok olmaktadır.

Küresel iklim değişikliği,  kuraklık , çöp sorunu ,nükleer kirlilik, endüstriyel kirlilik, gürültü kirliliği, su, hava ve toprak kirliliği, ormansızlaşma, tarım alanlarının küçültülmesi ve  verimliliğin azalması, çarpık, sağlıksız, ranta dayalı plansız yapılaşma ve nihayetinde artan ölümcül sağlık sorunları ile açlık ve yoksulluk sadece  insanlığın değil tüm canlı yaşamın geleceğini tehdit etmektedir.

Lafı eğip bükmeden söylemek gerekir ki, doğal çevrenin  bu denli hoyratça yok edilmesinin en büyük sorumlusu küresel kapitalist sistemdir.

Kapitalizmin işleyiş mantığı, sadece insan emeğinin değil, doğal kaynakların da kontrolsüz biçimde sömürülerek karlılığı en üst seviyeye çıkarmak üzerine kuruludur.

Özellikle 80’li yıllardan itibaren uygulanmaya başlayan neoliberal politikalar ile , ikinci  Dünya Savaşı sonrasında dünyaya egemen olan refah devleti anlayışından tamamen vaz geçilmiştir.

Kamu yararı, kamusal hizmet, kamu sağlığı gibi kavramlar bütünüyle  dışlanmış, bunların yerini rekabet, verimlilik, karlılık gibi kavramlar almıştır

Bu uygulamaları   24 Ocak kararlarından ve 12 Eylül darbesinden günümüze kadar ülkemizde de yaşıyoruz.

80’lerden itibaren devreye sokulan ve 21 yıllık AKP iktidarı döneminde zirveye ulaşan bu dışa bağımlı piyasacı neoliberal politikalarla , ekonomik ve kamusal öncelikler ters yüz edilmiştir.

Bu süreç, sadece KİT’lerin özelleştirilmesi, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerinin ticarileştirilmesiyle sınırlı kalmamış, kıyıların yağmalanmasından orman arazilerinin satışına, SİT alanlarının yapılaşmaya açılmasından meraların özelleştirilmesine, tarihi kentlerin sular altında bırakılmasından kentsel dokunun kaybedilmesine kadar geniş çerçevede yıkıcı sonuçlar yaratmıştır.

Bu süreçte  ülkemizdeki tüm doğal kaynaklar, tabiat güzellikleri, tarihsel miras korunması gereken varlıklar olarak değil, ticari olarak değerlendirilmesi gereken varlıklar olarak, ekonominin bir türevi olarak  görülmeye başlamıştır.

Bu yağma ve talan önündeki yasal engellerin ortadan kaldırılması için de,  imar, orman, çevre, toplu konut, mera, kültür ve tabiat varlıkları, SİT’ler, dönüşüm alanları,   yapı denetim sistemi,  enerji, maden, gıda, tarım, belediyeler, il özel idaresi, su kaynakları, kıyılar başta olmak üzere, rant esaslı binlerce düzenleme yapılmıştır.

Yani ülkemizde  çevre ve yaşam alanlarımız, doğal ve tarihsel miras, bilinçsizlik, ihmalkârlık, özensizlik gibi nedenlerle tahrip olmamakta tam tersine bilinçli bir saldırının hedefi olmaktadır.

Sevgili Katılımcılar,

Doğal kaynaklarımız sermayenin sınırsız yağmasına bırakılırken, çevre sorunlarına ilişkin denetim ve yaptırım eksikliği yağışların sel felaketlerine, depremlerin katliama, çöp yığınlarının patlamalara dönüşmesine neden olmaktadır.

Aynı nedenlerle ülkemizin tatlı su kaynakları korunamamakta, yeraltı ve yerüstü su kaynakları kirletilmekte, nüfusun ancak üçte birine arıtılmış su verilebilmektedir.

Oysa sanayileşme ve kalkınma, çevre politikalarıyla doğrudan ilişkilenmiş bir uğraş ve amaçtır.

Sanayileşme ve kalkınmayı "sosyal kalkınma" anlayışı içinde, planlı bir yaklaşımla, tarım, çevre, enerji, ulaşım, teknoloji, sağlık, eğitim ve tüm diğer alanlara yönelik politikalarla bir bütünlük içinde tanımlamak gerekmektedir.

Başka türlü insanca bir yaşam geliştirmek olanaklı değildir.

Ancak böylece, teknoloji-sanayileşme ve çevre politikaları arasında bir uyum kurulabilecektir.

Bu bağlamda çevre politikaları: doğru sanayi, enerji, ulaşım tarım ve madencilik  politikalarıyla birlikte su kirliliği ve kontrolü, katı ve tehlikeli atıkların kontrolü, toprak kirliliği ve kontrolü, erozyon kontrolü, sera gazı salınımının kontrolü, deniz kirliliğinin kontrolü, biyolojik çeşitliliğin korunması ve geliştirilmesi, temiz üretim teknolojilerinin kullanılması, doğal kaynakların korunması, çevre dostu yerli, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı eşliğinde tanımlanmalıdır.

Ülkemiz sanayisinin enerji yoğunluğunu sektörel yapılanma değişikliği ile azaltmak üzere çalışmaların yapılması gereklidir.

Enerji verimliliğinin artırılmasının yanı sıra sanayinin enerji, emek ve kaynak yoğun üretimden ileri/yüksek teknoloji yoğunluklu ve enerji yoğunluğu düşük olan bir üretim ve sanayi yapısına geçilmesi gerekmektedir.

Sektörlerde bugün ve gelecekte beklenen kapasite ihtiyacı, sanayi dalının katma değer katkısı, istihdam katkısı, çevre kirliliği, enerji tüketim yapısı gibi kriterler göz önüne alınarak öncelik göstergeleri belirlenmeli, sanayi tesislerinin buna göre kurulması ve kapasite artırımı konusunda bir sanayi planlaması yapılmalı ve plana uygun izin ve teşvikler verilmelidir.

Tarım alanlarına sanayi tesisleri kurulmamalı, çarpık kentleşme ve kıyı yağmalanmasının önüne geçilmeli, sanayi atıkları kontrol altında tutulmalı, arıtma tesisleri şart koşulmalı ve titizlikle denetlenmelidir.

Madenlerimizin bulunduğu tüm arazinin harap edildiği, geride ise tümüyle verimsizleştirilmiş ve kirletilmiş bir toprağın bırakıldığı sömürge madenciliği anlayışından vaz geçilmelidir.

Değerli Konuklar,

Çevre, insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır.

Yaşamla kurduğumuz en kökten, en kalıcı bağdır. Hepimiz  içinde yaşadığımız  çevrenin hem yaratıcısı hem de bir ürünüyüz.

Mühendis, mimar ve şehir plancıları olarak bizler, insanın çevreyle kurduğu bu yaratıcı, kalıcı  ve karşılıklı ilişkinin bilimsel ilkeler ışığında gelişmesini sağlayan meslek mensuplarıyız.

Dolayısıyla çevreye karşı sorumluluğumuz, diğer mesleklerden çok daha fazla.

Bu doğrudan ilişkisi nedeniyle TMMOB Ana Yönetmeliğinin  3. Maddesinde Birliğimiz ve Odalarımız Çevre ve tarihi değerlerin ve kültürel mirasın korunmasında gerekli gördüğü tüm girişim ve etkinliklerde bulunmak” göreviyle sorumlu kılınmıştır.

Bizler de bu sorumluluğu hakkıyla yerine getirebilmek için, sanayileşme, kalkınma ve üretim politikalarının insan hayatına ve doğal çevreye zarar vermeden planlanması ve uygulanabilmesi için, temsilcisi olduğumuz  bilimsel ve teknik aklın, çevre, doğa ve insanlık yararına kullanılması için  tüm örgütsel varlığımızla yoğun çaba harcıyoruz.

TMMOB ve bağlı odalarıolarak, doğal hayatı ve ekolojik dengeyi görmezden gelen, halkın geleceğini tehdit eden tüm uygulamalara karşı yoğun bir mücadele sürdürüyoruz.

Ülkemiz genelinde   uygulamaya konulan madencilik faaliyetleri, kimyametalürji tesisleri, HES, GES, JES, RES, nükleer enerji santralleri, baraj, termik santral, çimento tesisleri, atık yakma tesisleri, boru hatları,  dere yataklarına, kıyı kenarlarına, ormanlara müdahale gibi proje ve mevzuat düzenlemelerini   titizlikle masaya yatırıyoruz.

Olası  çevre sorunlarının ve kamu zararının tespiti, toplumun konu ile bilgilendirilmesine yönelik teknik dosyalar hazırlıyoruz.

Kimi zaman bilimsel toplantılarla, kimi zaman uzman arkadaşlarımızın hazırladıkları raporlarla, kimi zaman kamuoyuna dönük açıklamalarla, kimi zaman da açtığımız davalarla bu konuda toplumsal duyarlılığı artırmaya, ülke politikalarının toplumcu bir anlayışla şekillenebilmesi için kamuoyu yaratmaya çalışıyoruz.

Tüm çalışmaların  en önemli özelliği, ülke genelinde yürütülen çevre mücadeleleriyle iç  iç içe yürümesidir.

TMMOM İl Koordinasyon Kurullarımız, Bağlı Odalarımızın Şubeleri ve yöneticilerimiz, bu süreçte çevre  mücadelerinin de  parçasıdır.

Sizler de biliyorsunuz TMMOB’nin doğayı ve çevreyi gözeten, halktan yana bu mücadelesi bazı kesimleri memnun etmiyor.

Sınırsız bir sömürü peşindeki rant çevreleri ve onların güdümündeki siyasi iktidarlar, bizlerin bu duyarlılığını ve çabasını kendilerine engel olarak görüyor. Bu nedenle yıllardır siyasi iktidarların hedefindeyiz.

Bir yandan TMMOB ve bağlı Odalarının mesleki  yetkilerini ve mesleki faaliyetlerini sınırlandırmaya çalışırken diğer yandan hakkımızda açılan davalarla, yöneticilerimize yönelik tehditlerle, yandaş basın ve sosyal medya trollerinin hedef göstermeleriyle bizleri susturmaya etkisiz kılmaya çalışıyorlar.

İmar planlarına aykırı bir şekilde Taksim meydanının yapılaşmaya açılmasını yargıya taşıdıkları için ve  Gezi parkına sahip çıktıkları için  yöneticilerimize 18 yıl hapis cezası verilen ibretlik dava örneğinde de  gördüğümüz gibi  İdari mahkemelerde davacısı olduğumuz hemen her davanın ceza mahkemelerinde sanığı durumundayız.

Bütün bunlara rağmen şu iyi bilinsin ki, TMMOB ve bağlı odalarımız asla  korkmayacaktır, sinmeyecektir, susmayacaktır.

ÇED raporlarının hazırlanmasından ihale süreçlerine, mahkemelerden bilirkişi raporlarına, yetkililerin uyarılmasından kamuoyunun aydınlatılmasına kadar her aşamada bu yağma ve talan düzenine karşı mücadele etmkten , mücadele edenlerin yanından olmaktan bir an bile vazgeçmeyecektir.

Hepimize insana, doğaya ve yaşama dair bu mücadelede başarılar diliyorum.

Burada 3 gün boyunca devam edecek kongremizin, insanca yaşanacak bir ülke ve dünya perspektifiyle tartışılıp deneyim ve bilgi aktarımı sağlayacağımız bir zemin olacağına inanıyorum.

Doğaya, çevreye ve insanlığın geleceğine sahip çıkan herkese en derin minnet duygularımla, hepinize saygılar sunuyorum.

Emin Koramaz
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı