Yerel Yönetim
Yaşadığımız dünyamızda bir yandan küreselleşme süreci yaşanırken, aynı zamanda da yerelleşme eğilimlerinin güçlendiği görülmektedir. Küreselleşme eğilimi, geleneksel yönetim anlayışlarını uluslararası yapılanmalara dönüştürmektedir. Buna karşılık; yerelleşme süreci, merkeziyetçi anlayışları yeniden biçimlendirerek daha insani ve yaşanabilir bir dünyanın yaratılmasına katkıda bulunmaktır. Merkezi ağırlıklı yönetim sistemlerinden güçlü yerel yönetimlere, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye doğru gelişmeleri kapsamaktadır.
Ülkemizde yönetim; idarenin kuruluş ve görevleri, merkezden ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Merkezi yönetim, kimi kamu hizmetlerinin bir merkezde toplanması ve bu hizmetlerin belli bir hiyerarşi içinde tekelden yürütülmesidir. Yerinden yönetim ise, halkın yerel, ortak gereksinimlerini, halk tarafından seçilen yerel yöneticilerle ve ağırlıklı olarak yerel kaynaklarla karşılanması olup bu sürece halkın katılımını öngörmektedir.
Bu kapsamda; 1580 sayılı Belediye Kanunu, 3030 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu; 2977 sayılı Mahalli İdare ye Mahalli Muhtarlık ve İhtiyar Heyetleri Seçim Kanunu, 5442 sayılı İl İdaresi ve 3360 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ile düzenlemeler yapılmıştır. Yerel yönetimlerin en genel özelliği; özerk ve tüzel kişiliklerinin olmasıdır. Kendilerine özgü bütçeleri olup, hak ve borç sahibi olabilir, kendi organları ile görevlerini yürütürler. Buna karşılık kendi gelirleri ile üstlendikleri görevleri yapmaları olanaklı değildir. Kanunlar çerçevesinde yönetsel ve mali açıdan merkez yönetiminin denetimindedir.
Toplumların özerk, demokratik, saydam, verimli bir yönetime sahip olmaları doğrultusunda yönetimin aşırı merkeziyetçi bir yapıdan kurtulması bölgesel yada yerel kurumların "yerinden yönetilmesi" eğilimlerini yansıtan bir kavram olan "yerelleşme" yirminci yüzyılın sonunda güç kazanan bir eğilimdir.
Bir yönetim biçimi olan ye kısaca halkın yerelde seçtiği organlar aracılığı ile yönetilmesini anlatan yerel yönetim kavramı aynı zamanda yerel iradenin inisiyatifinde yönetim anlamında kullanılmaktadır. Belli hedeflere ulaşmak, halkın ortak gereksinimlerine yanıt vermek üzere ortaya çıkmış olan yerel yönetim birimleri siyasal yönetsel ve toplumsal nitelikler taşımaktadır.
Başka bir anlatımla, yerel topluluklar kendilerini en yakından ilgilendiren işler hakkında özgürce karar aldıkları, demokratik yol ve yöntemleri, demokratik ilkelere ve davranışlara alışkanlığı yerel yönetimlerde kazanırlar. Böylece özgürlüğü geliştirerek, olası keyfi yönetime karşı birey ve birey gruplarının korunmasını sağlamakta ve aynı zamanda çoğulculuk yaratarak siyasal ve ekonomik gücün yoğunlaşmasını, tekelleşmesini önleyebilmektedir. Bu özelliklerden dolayı halkın yönetime daha çok ve daha aktif olarak katılması ile yerel politikaların önemi artmış, yerel düzeyde oluşturulan politikalar ülke çapındaki politikaları daha çok etkilemeye başlamıştır.
Ancak günümüzde yerel demokrasiyi yalnızca yerel yönetimlerin seçimle gelmesi ile sınırlayan, aşağıdan yukarı demokratik örgütlenmeyi temel almayan anlayış bugün sadece merkezi yönetimde değil, yerel yönetimi temsil eden seçilmiş organlarda da gözlenmektedir. Gerçekte bu demokratik olmayan bir anlayışın yansımasıdır. Bu çerçevede yerel yönetimler yeniden ele alınmalı, halk katılımını ön plana alan kendi haklarını gözeten çağdaş kentsel planlamaya yönelen, şeffaf, demokratik bir yapı oluşturmalıdır. Bu bağlamda demokrasinin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması konusunda yerel yönetimlerin önemi yadsınamaz. Bu yönüyle de yerel yönetimler, yalnızca bir hizmet kuruluşu olarak değil, aynı zamanda demokratik siyasi kurumlar olarak yeni işlevler üstlenmektedir. Yerel yönetimleri diğer kurumlardan ayıran diğer bir özellik, yerel halkın katılımının ötesinde, yönetimin aldığı yada alacağı kararların yerel halkın gündelik yaşamını anında ve doğrudan etkileyecek olmasıdır. Çünkü yerel yönetimlerin görev tanımı alanı oldukça geniş bir yer tutmaktadır.
Ayrıca merkezi idarenin, İller Bankası, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü gibi kurumlarda doğrudan, diğer kurumlar ile dolaylı yönden uygulamada ilişkileri önem taşımaktadır. Örnek olarak sağlık, eğitim, kültür, konut, alt yapı, ulaşım ve trafik, kanalizasyon, yiyecek, içecek, çocuk ve yaşlıların sorunları, işsizlik, çalışma yaşamı, örgütlü topluluklarda hatta bireylerle bire bir ilişki kurabilecek örgütlenme yapılarını kurabilmeleri yerel yönetimleri ayrıca önemli kılmaktadır. Bu özelliklerden dolayı Türkiye, Avrupa Birliği‘ne tam üye olabilmek için yapılan başvurunun yanı sıra, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Avrupa Kentli Hakları Sözleşmesi, AGİK anlaşmasına koşut olarak Maastricht Anlaşması‘nın yanı sıra Habitat II, Yerel Gündem 21 gibi girişimlerde platformlar oluşturulmaya başlanılmıştır.
Türkiye‘de yerel yönetimlerde yeniden yapılanma planlı kalkınma dönemiyle başlamıştır, denebilir. Kısaca; 1962 tarihinde (MEHTAP) Merkezi Hükümet Teşkilatı Araştırma Projesi, 1971 de Bakanlar Kurulu ile "Devlet Kesiminin Yeniden Düzenlenmesinin Genel Yönünü ve Stratejisini tespit etmek, 1978 Ocak‘ta kurulup, 1979‘da kaldırılan "Yerel Yönetim Bakanlığı" 1991 ‘de tamamlanan Kamu Yönetimi Araştırma (KAYA), ayrıca 1992 yılında TÜSIAD ve Toplu Konut idaresi tarafından bir çalışma yapılmıştır. Fakat en önemlisi uygulamaya konan 1984-85 yıllarında gerçekleştirilen Büyükşehir Belediyeleri Reformu ve kent planlamaya ilişkin yetkilerin belediyelere devri, merkeziyetçi eğilimden uzaklaşma ve yerinden yönetimin güçlendirilmesi yönünde bir adım olarak kabul edilebilir.
Ancak yerel sınırların, idari bölümlenme esas alınarak yalnızca fiziki ve coğrafi verilere dayanılarak saptanması yeni sorunlar yaratmıştır. Kent planlaması açısından anlamlı olan "Metropoliten alan", nazım plan alanı, büyük şehir belediyesinin idari sınırlarının dışına tasmasıyla, bu alan içinde birden fazla merkezi yada yerel otoritenin yerelması bu kurumlar arasındaki uyumsuzluk ve yetki çatışmasına neden olmaktadır. Nitekim kent planlamaya ilişkin yetkilerin yerel yönetimlere devri, siyasal çıkarlar ve kentsel rant kazanımı Öncelik kazanarak nazım planları tamamen bir kenara itmiş, uzun vadeli strateji ve politikalardan yoksun parçacı, sürekliliği olmayan bir yaklaşım benimsenmiştir. Bundan da baskı ve çıkar gruplarının genel ve yerel politikada etkili olduğu anlaşılmaktadır.
Kent planlamasında yerel yönetimle merkezi idare arasındaki yetki çatışmalarının yanı sıra, büyük şehir belediyesinin ilçe belediyelerinin almış oldukları kararları veto veya değiştirerek onama yetkisi ayrı bir sorundur. Büyükşehir belediye başkanı ve meclisinin bu yetkisi tam anlamıyla bir azınlık yönetimi oluşturmaktadır. İmar planlarının teknik zorunluluklar ve mahkeme kararları dışında, kişi veya kurumların lehinde sık sık değiştirilebilmeleri, değişiklik gerekçesi ne olursa olsun planlama ve uygulama disiplinini bozmakta, planlama etiğine uymamakta dahası giderek belediye meclislerine, belediye başkanlarına yani seçilmişlere de güven ve saygı kalmamaktadır.Bu duygu demokrasinin gelişmesini köreltmekte, başka yönetim arayışlarına yöneltmektedir. 1950‘li yıllardan başlayan ve gittikçe ivme kazanan zorunlu ve ucuz işgücü yaratılması amacıyla özendirilen göç olgusu, kentleri cazibeli çekim merkezi yapma anlayışı ile hızlı, çarpık ve sağlıksız kentleşen Türkiye‘de sermayenin yerel yönetimlere yaklaşımı açıktır.
1960‘lardan bu yana çok uluslu ortaklıkların kurulması kapitalizmin dünya ekonomik sistemine egemen olmasını amaçlıyordu. 1980‘li ve özellikle 1990‘lı yıllarda bir yandan ideolojik yapılanmayı anlatan küreselleşme, öte yandan devletlerarası kuruluşlar oluşturarak siyasal yönden örgütlenmeyi de gündemine almıştır. Ulusal devletler, uluslararası kuruluşların çatısı altında egemenliğin kendilerine sağladığı hakların bir bölümünü yerel birimlerin güçlendirilmesi, yerel yönetimlerin özerk kılınması yönünde eğilimleri güç kazanmaktadır. 1980‘li yıllarda başlayan bu süreçler Dünya Bankası gibi uluslararası tekelci sermayenin finans kuruluşları ile desteklenmiş, bir çok altyapı projesi, bu veya benzeri finans kuruluşlarınca kredi ile donatılmıştır. Bu kredilerin bir çoğunda ön koşulların arasında da belediye işletmelerinin özelleştirilmesi de yer almıştır. Bu anlayışla 1996‘da İller Bankası‘nın yasal düzenlemelerle fonksiyon değiştirmeye zorlanmasıyla, yerel yönetimler merkezi kamu maliyesinden koparak, sermaye piyasasına muhtaç ve ondan yüksek faizli krediler alan kurumlar haline dönüştürüldü. Faizlerin, ana paranın yanında kur farklarından kaynaklanan borçlanmalar halka ödettirilmeye başlandı. Böylelikle belediyeler hizmet kurumu olmaktan çıkmış, kar kurumlarına dönüşmüştür. Başka bir ifadeyle, halkın sömürülmesinden elde edilen karlar hem yabancı hem yerli sermayeye aktarılmakta aracı kurumlar haline gelmiştir. Bu bağlamda günümüzde sürekli olarak yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden, yerel yönetim reformundan söz eden tekelci ve yerel burjuvazi, yerel yönetimlerin özerkleştirilmesini demokratikleşme olarak sunsalar da aslında yerel yönetimleri birer işletme gibi görmektedirler.
Halkın söz, yetki ve karar sahibi olmasını istemeyip aksine engellemektedirler. Bu olgu, mecliste şu anda görülmekte olan Mahalli idareler Kanun Taslakları‘nda çok açık ve net olarak görülmektedir. Oysa ki; sağlıklı kentlere duyulan özlem gün geçtikçe yakıcı bir sorun olup, çözümü yine yerel yönetimlerdedir. Ancak, gerek yerel yönetimlerin bugünkü konumu, gerekse demokratik katılım düzeyi gereksinmelerin oldukça gerisindedir. Nedeni ise;
Ülkemiz insanı üzerinde baskılarla yaratılan depolitizasyon sonucu, örgütlü demokrasi mücadelesi geleneğinin oluşturulması engellenmiştir. Yurttaşlık bilinci gelişememiş, topluma ve kendine yabancılaşma yaşanmaktadır. Kentli olma bilinci gelişememiş, aksine arabesk bir kültür oluşmuştur. Toplumun bilgi edinmesi kısıtlanarak, dil, din, cinsiyet, etnik ve siyasal düşünce ayrımı körüklenerek halk kamplara bölünmüş, bireysel çıkarlar öncelikli olmuş, toplumsal sorunlara örgütlü olarak sahip çıkılması önlenmiştir. Bu ve benzeri olumsuzlukların sonucunda bugünkü yerel yönetim birimlerimiz çağdaş toplumun isteklerini karşılayabilecek demokratik, katılımcı, saydam, etkin, verimli ve arzulanan yönetim yapısına sahip değildir. Ayrıca, merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında demokratikliği artıracak, bilimsel verilere dayalı olarak bir görev ve sorumluluk bölüşümü yapılmamıştır.
Bu sorunların giderilmesi için şu anda yasallaşmakta olan Mahalli İdareler Reform Yasa Taslakları bugünkü eleştirilen yasal mevzuatı mumla aratacak niteliktedir.
Bu bağlamda sorunların gerçekçi ve demokratik çözümlenmesi için;
1) Sözü edilen yasa tasarılarının bu haliyle çıkmaması için gerekli her türlü yasal girişimlere hemen başlanılmalı.
2) Demokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek odaları, kooperatifler, üniversiteler v.b. oluşun kent meclislerinin, etkin bir şekilde, planlama ve denetim mekanizmalarında görevlendirilmeleri yasal olarak düzenlenmelidir.
3) 4046 sayılı Özelleştirme Yasası kentsel talana neden olmakta, buna karşın kamulaştırma tek çözüm olduğu bilinmelidir.
4) Popülist yaklaşımla imar affını siyasi istismarlara, kaçak yapılara, talana dönüştüren politikalardan ivedilikle vazgeçilmelidir.
5) Kente karşı suç kavramı geliştirilmeli ve yasal yaptırımlara gidilmelidir.
6) Yönetimlerin tüm icraatlarına ilişkin doğrudan kaynağından bilgi edinme hakkı ve yolları açık tutulmalıdır.
7) Meslek odalarının öncülüğü ile oluşturulacak kent bilinciyle halkın siyasetçiyi aktif olarak denetlenmesi sağlanmalıdır.
8) Kentleşme ve çevre arasındaki ilişkinin doğru kurulması, kent korumacılığı, bölgesel planlama ve nazım plan kararlarının sosyal içerikli olması ve doğacak rantın kent halkına bölüşümü sağlanmalıdır.
9) Gençler ve kimsesiz çocuklara gerekli özen gösterilerek suç işleme ortamlarından uzak tutulmalı, suç ortamları bertaraf edilmelidir.
10) Metropollerimiz için bölgesel acil durum planlan yapılmalıdır.
11) Çevre ve ekolojik değerler öne çıkarılmalıdır.
12) Ülke genelinde köykent oluşturularak göçler önlenmelidir.
13) İmar işleri ile ilgili imar ihtisas mahkemeleri kurulmalı, uzmanlık alanlarına yönelik mahkemelerde TMMOB‘nin belirlediği uzmanlardan bilgi alınmalıdır.
14) Plansız göçü önlemek için, nüfusu kırsal alanda tutacak önlemlere ağırlık verilmelidir. Az gelişmiş bölgelerde ekonomilerin geliştirilmesi, yatırımların teşviki, altyapı hizmetleri, vergi indirimleri, gümrük uygulamaları ile kentsel nüfusun ülke geneline yayılması sağlanmalıdır.
15) Türkiye imza koyduğu ve TBMM‘den geçirerek yasallaştırdığı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı v.b. belgelerde tanımlanan koşulları yerine getirerek, yerel yönetimleri yurttaşların yönetime katılması ve demokrasinin gelişmesi için önemli bir araç olarak görmelidir. Bu çerçevede yerel yönetimlerin yapılanması yeniden ele alınmalı, halk katılımını geliştirecek düzenlemeler yapılmalıdır. Ayrıca yerel özerkliğin Anayasa güvencesine alınması, yönetsel ve mali özerkliğin sağlanması görevleri ile koşut düzeyde yeterli gelir sağlanması v.b. uygulamalar yerel yönetim yapısı güçlendirilerek, özerk, demokratik ve verimli bir yapı oluşturulmalıdır.