TMMOB 8. KADIN KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ YAYIMLANDI

18.12.2023

2-3 Aralık 2023 tarihlerinde Ankara MMO Eğitim ve Kültür Merkezi'nde "Cumhuriyetin 2. Yüzyılında MMŞP Kadınların Emek ve Özgürlük Mücadelesi" temasıyla gerçekleştirilen TMMOB 8. Kadın Kurultayı'nın sonuç bildirgesi yayımlandı.

TMMOB 8. KADIN KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ

2-3 Aralık 2023, Ankara

TMMOB 8. Kadın Kurultayı, 2-3 Aralık 2023 tarihlerinde Ankara’da MMO Eğitim ve Kültür Merkezi Toplantı Salonunda “Cumhuriyetin 2. Yüzyılında MMŞP Kadınların Emek ve Özgürlük Mücadelesi” başlığıyla, 235 kadın mühendis, mimar ve şehir plancı delegenin katılımıyla gerçekleştirilmiştir.

Kurultay öncesinde Adana, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Mardin, Mersin ve Van olmak üzere toplam 9 İKK Kadın Çalışma Grubu tarafından yapılan Yerel Kurultaylarda aşağıda belirtilen konu başlıkları çerçevesinde mühendis, mimar ve şehir plancı kadınların toplumsal ve mesleki sorunları tartışılmış ve merkezi kurultaya taşınmıştır.

Kurultay Konu Alt Başlıkları:

  • TMMOB’de kadın örgütlülüğü
  • TMMOB’li kadınların laiklik, eğitim, özgürlük ve eşitlik mücadelesi
  • Kadına yönelik şiddetle mücadele
  • Gericilikle mücadelede MMŞP kadınlar
  • Anayasa, medeni hukuk, TC kanunları ve uluslararası sözleşmelerde kadın hakları
  • İş yaşamında, istihdam ve ücretlendirilme konusunda cinsiyet ayrımcılığı, cinsiyetçi
    iş tanımlamaları
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması yönünde yasal haklarımız
  • Özelde 6 Şubat Depremlerinin, genelde doğal afetlerin kadınlar ve MMŞP kadınlar üzerindeki etkileri
  • Yaşanan ekonomik darboğazın MMŞP kadınlar üzerindeki yansımaları
  • Genelde siyasi süreçlerde, özelde ise yerel seçimler sürecinde kadın temsiliyetinin artırılması
  • Kadın çalışmalarının yereldeki yansımaları, meslek odalarındaki kazanımlar, ilham veren örnek çalışmalar 
  • Yerel Kurultaylarda yerellerdeki kadın sorunları üzerinden başlıklar oluşturulması

Kurultayımızı dünyanın ve ülkemizin çok kötü günlerden geçtiği bir dönemde yapıyoruz. Masum insanların acımasızca hedef alındığı, tüm insani hukuk kurallarının göz ardı edildiği Filistin’de kadınlar, çocuklar ve yaşlılar emperyalist saldırganlığın kurbanı olmakta. Bölgedeki insanlık dramı, bize daha önce yaşanan ve halen de devam eden Suriye, Irak ve Afganistan’da yaşanan insanlık kıyımı ve Orta Doğu’ya yayılmakta olan savaşın sonunun nereye varacağını gösteriyor.

Bu olumsuz koşullara ek olarak iktidarın baskıcı politikaları, hukuku ve adaleti yok sayan uygulamaları da hayatımızı yakından ilgilendiriyor. En yakın örneğini Gezi Parkı davasında görüyoruz. Meslektaşlarımız Mücella Yapıcı ve Tayfun Kahraman mesleklerinin gereğini yaptıkları için hukuksuz kararlar ile en ağır cezalara mahkûm edildiler. Milletvekili, çevre ve insan hakları savunucusu Can Atalay’ın tutukluluğu Anayasa Mahkemesi (AYM) kararına karşın devam ettirilmektedir.

Dün yerel yönetimlerde halkın iradesini kayyum atamalarıyla gaspedenler, bugün Türk Tabipleri Birliği (TTB) yönetimini yargı kararıyla görevden almaya çalışmaktadır. İşine gelmediğinde Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayanlar, emek ve meslek örgütlerini açıkça hedef almaktadır.

Siyasal iktidarın uyguladığı ekonomik ve sosyal politikaların sonucu olarak yaşanan ekonomik kriz, yoksulluk ve yoksunluk, işsizlik, barınma ve sağlıklı gıdaya erişim zorlukları, sığınmacı sorunları, kazanılmış kadın haklarına yönelik saldırılar, İstanbul Sözleşmesinden hukuksuz bir biçimde çıkılması, toplumsal cinsiyet kavramının işlevsizleştirilmesi, LGBTİ+’ların yok sayılması gibi ırkçı ve antidemokratik politikaların yanı sıra meslek örgütlerinin hedef tahtasına konması…

Tüm bu zorluklara karşın biz TMMOB’li kadınlar örgütümüze ve örgütlülüğümüze sahip çıkıyor, sömürüye dayalı, emeği hiçe sayan kapitalizme ve ataerkil düzene karşı mücadelemize devam ediyoruz.

8. Kadın Kurultayı delegeleri olarak, gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sorgulamak, devleti yönetenlerin sorumluluklarının gereğini yerine getirmesini ve faillerin yargılanmasını sağlamak amacıyla kamuoyu yaratmaya çalışan, Türkiye'nin en uzun süredir devam eden sivil itaatsizlik eylemi olarak kabul edilen ve 27 Mayıs 1995'ten beri cumartesi günleri Galatasaray Meydanında toplanan Cumartesi Annelerine selam olsun diyoruz.

6 Şubat’ta 11 ilimizi etkileyen depremlerle sarsıldık. Bu büyük felaket bir kez daha kanıtladı ki bu ülkede özelde depreme, genelde afetlere yaklaşım bile politiktir.

6 Şubat Depremlerinde hayatlarını kaybeden tüm meslektaşlarımızı saygıyla anıyoruz.

Bir anda yerle bir olan binlerce konut; günlerce enkazlardan yükselen, çoğu karşılıksız kalan yardım çığlıkları; ulaşım, iletişim, içme suyu gibi tüm altyapının çökmesi; dağıtılamayan yardımlar; kurulamayan çadır kentler, konteyner kentler; aylar sonra bile hâlâ çözülememiş barınma sorunu; depremden kurtulup yaşam savaşı veren, sorunlarını kendi olanaklarıyla çözmek zorunda kalan
bölge halkı ve en acısı da halen depremden rant devşirmeye çalışan bir iktidar...

Tüm bunlar bize ne bugün ne yarın, iktidarın hiçbir zaman tercihini halktan yana kullanmayacağını açıkça gösterdi.

Kuşkusuz deprem varsıl-yoksul, genç-yaşlı, çocuk-yetişkin, kent-köy ayrımı tanımaksızın herkesin yaşamını derinden etkiledi. İnsanlar eşitsizlikte eşitlendi.

Ancak kadınlar cinsiyet rolleri, sınırlı hareketlilik, kaynak eksikliği, cinsel şiddet ve ayrımcılık nedeniyle eşitsizlikte bile eşitlenemediler.

Bu büyük yıkımdan en çok etkilenenler, erkek egemen sistemin her türden şiddet, taciz ve istismarına daha da açık hale gelen kadın, çocuk ve LGBTİ+’lar oldu. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri depremin yıkıcılığını derinleştirirken felaketin yükünü kadınlar omuzladı.

Deprem öncesinde de ev içi hizmet ve bakım yükünü (çocuklar, yaşlılar, hasta ve engellilerin bakımı) üstlenen kadınların bu yükleri depremden sonra kat kat arttı. Gıda, su ve hijyen malzemelerine ulaşmanın çok zor olduğu bölgede kadınlar, depremin yarattığı duygusal çöküntüye karşın yakınlarını kaybetmelerinin yasını dahi yaşayamayarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Güvenli yaşam  koşullarının sağlanamaması kadınlar için hayatı daha da zorlaştırıyor.

Afet durumunda kadınlar, hem işlerinden hem eğitimlerinden bir biçimde uzak kalmaları, hem de artan ev içi iş yükünü ve ev içi-dışı bakım hizmetini üstlenmek zorunda olmaları nedeniyle
daha esnek, daha güvencesiz, daha çok şiddetin yer aldığı bir hayatla karşı karşıya kaldılar ve halen de bu koşullarda yaşamaya devam ediyorlar.

Aradan geçen yaklaşık 9 aylık süre içerisinde sorunların çözümüne, yaraların sarılmasına ilişkin çalışmalar yok denecek kadar azken çok sayıda yurttaş çadırlarda ve konteyner kentlerde yaşamını sürdürmeye çalışıyor.

Bir başka önemli husus, afet sonrası yapılan çalışmalarda, afetle ilgili tüm organizasyon ve koordinasyonlarda kadınların varlığının düşük kalmasıdır. Depremden sonra özellikle
devlet kurumları tarafından yürütülen tüm çalışmalarda erkek egemen bakış açısının yarattığı zafiyet ve sorunlar açıkça görülmektedir.

Örneğin çadır kentlerin kurulumu sırasında, yaşamlarını çadır kentlerde sürdürecek kadınların ve mühendis, mimar ve şehir plancı kadınların görüşleri dikkate alınmamıştır. Bu durum, toplu yaşam alanlarında tuvaletlerin konum ve mesafelerinin uygun olmaması, emzirme bölümlerinin bulunmaması gibi sorunlara yol açmış ve  kadınların yaşamını daha da zorlaştırmıştır.
Benzer şekilde depremzedelere yönelik yardım ve desteklerde de cinsiyete dayalı gereksinimler  dikkate alınmamıştır. Örneğin kadınların doğal döngüsü reglinin gereği olan hijyenik pedler
temel ihtiyaç malzemesi olmasına karşın yeterince önemsenmemiş, kadınlara bir mağduriyet daha yaşatılmıştır.

Oysa afet ve acil durumlarda toplumsal cinsiyet standartları öncelikli olmalıdır. Afetlerin hem toplumun genelinde hem de kadınlar ve kız çocukları üzerindeki zararlı etkilerini azaltmak için afet öncesi ve sonrasında yürütülen çalışmalarda toplumsal cinsiyet farklılıkları dikkate alınmalıdır.

Bunun için afet hazırlık çalışmalarına en baştan kadınların katılımının sağlanması gerekli ve önemlidir. Afet öncesi çalışmalarda sorumlulukların cinsiyetler arasında dengeli bir şekilde dağıtılması, afet zararlarının azaltılmasında doğrudan etkili olacaktır.

Yaşanan deprem göstermiştir ki afet bölgelerinde yalnız yaşayan ya da aile fertlerini kaybettiği için yalnız kalan kadınlar korunmasız bırakılmaktadır. Bu nedenle bütün afet ve acil durum hazırlıklarında kadın ve çocukların güvenliği öncelikli konular arasında olmalıdır.

Afet ortamlarındaki şiddet ve ayrımcılığın ortadan kaldırılması şarttır.

Arama-kurtarma ekiplerinde kadın desteği ve katılımın artırılması ve özendirilmesi şarttır.

Biz mühendis, mimar ve şehir plancı kadınlar biliyoruz ki mesleğimizin halktan ve bilimden yana uygulanmasını engelleyenler bu felaketin asıl sorumlusudur. Eğer kentleşme ve barınma politikaları ranta dayalı değil de kamucu bir anlayışla oluşturulsaydı deprem bir afet haline dönüşmez ve yaşanan acılar bu boyutta olmazdı.

Deprem ya da benzeri tüm afetler yaşandıktan sonra değil, yaşanmadan önce ele alınması gereken doğa olaylarıdır. Bu nedenle devlet kurumlarından bağımsız olarak TMMOB afet hazırlık ve müdahale çalışmaları yapmalı, olası bir afet durumunda zaman kaybetmeden müdahale edebilecek bir koordinasyona sahip olmalıdır.

Ülkemizde kentsel dönüşüm uygulamaları uzun yıllardır yürütülmekte ancak bilimsel ve kapsayıcı yöntemlerle değil ranta dayalı olarak ilerlemektedir. Halen yürütülen kentsel dönüşüm uygulamaları sadece fiziksel dönüşüm olarak ele alınmakta ve sosyal sorunlar göz ardı edilerek
kentsel dönüşümün var olan sorunlara çözüm getirmesi ilkesi yok sayılmaktadır.

Kentsel dönüşüm uygulamalarından en çok kadınlar mağdur oluyor. Uygulamalar kadın yoksulluğunu artırırken mevcut eşitsizlikleri de derinleşiyor. Kadınlar yaşam alanlarından, mahalle kültüründen ve dayanışmasından, komşularından uzak kalıyor. Benzer şekilde çocuklar da güvenli ve bildikleri çevrelerinden uzaklaşıyor. Halihazırda kadınlar için kent merkezleri bile güvensizken kentsel dönüşüm alanlarında durum daha da vahim oluyor.

Kentsel dönüşüm uygulamaları kadınların mülkiyet sahipliğini de etkiliyor. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü verilerine göre 2012’de erkeklerin mülk sahipliği oranı %43,7 iken kadınların %27,1; 2022’de bu oranın erkeklerde %55,8’e kadınlarda ise %40,7’ye yükseldiği görülüyor.

Türkiye’de son 10 yıl içerisinde kadınların mülk sahipliği oranı artış göstermiş olsa bile yine de erkeklerin çok gerisinde kalıyor ve mülkiyet açısından eşitsiz bir durum söz konusu.
Kentsel dönüşüm sonrasında kadınlar yeni ve güvenli evlere kavuşsalar dahi aile veya toplum baskısı nedeniyle tapu sahipliğinde bir değişim yaşanmasına çok sık rastlanıyor.

Kentsel dönüşüm süreçleri kadının bakım yükünü de artırıyor. Eskiden dayanışma ağı içerisinde paylaşma şansı bulduğu bakım yükü, kentsel dönüşümün beraberinde getirdiği yalnızlaşma ve ötekileşme ile daha da artıyor. Kısacası kentin sömürülmesi kadının sömürülmesi ile eşzamanlı yürüyor.

Kentsel dönüşümde cinsiyet körü yaklaşımlardan vazgeçilmeli, kadınların talep, ihtiyaç ve beklentilerinin dikkate alınacağı politikaların hayata geçirilmesi için çalışmalar yürütülmelidir.

Toplumsal cinsiyet eşitliği, sürdürülebilir kalkınmanın temel şartları arasında ilk sıralarda yer alan yoksulluğun ve açlığın giderilmesi, sağlıklı bireyler yetiştirilmesi ve nitelikli eğitim şartlarının sağlanması konularının hemen ardından gelmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile ülke büyüme olgusu arasındaki olumsuz ilişkinin iktisadi gerekçesi basitçe şöyle ifade edilebilir: eşitsizlik kadınların hem çalışan hem girişimci olarak ekonomik hayata katılımını ve niteliksel anlamda katılma biçimini olumsuz etkilemektedir. Bu durum, ülkelerin beşeri kaynaklarını etkin kullanmamaları ve dolayısıyla potansiyellerinin çok daha altında bir kalkınmaya razı olmaları anlamına gelir. Erkeğin üretiminin ücretlendirilmesi kamusal alandaki yerini sağlamlaştırırken, kadının ev içerisinde yeniden üretime yönelik harcadığı bakım emeğinin ücretsiz ve cinsiyet rolü gereği harcadığı emek olması, kadınların özel alana kapatılmasına neden olmuştur. Bu durumun deprem, pandemi vb. olağandışı koşullarda kadınların aleyhine daha da vahim bir hal aldığı bilinmektedir.

TMMOB’li kadınlar olarak çalışma yaşamında “cinsiyet ayrımcılığı ile mücadelede” önemli kazanımlar elde etmiş olmamıza rağmen istihdam politikalarında kadına yönelik ayrımcılık halen devam etmektedir. TMMOB ve bağlı odaların üyeleri başta olmak üzere, toplumun tüm kesimlerine yönelik cinsiyet ayrımcılığına karşı bilinçlendirme, toplumsal cinsiyet eşitliği ve farkındalığının içselleştirilmesi yönünde çalışmaların önceye kıyasla iyi sonuçlar verdiği gözlemlenmiştir.
Bu çalışmalara ve bilgilendirmelere devam edilmelidir.

Toplumsal cinsiyet ve makro iktisat alanında “Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçe ve Bütçeleme (TCDB)” oldukça önemli bir alt alan olup iktisadi dengesizliklerin giderilmesinde ülkelere reçete olarak sıkça sunulan kemer sıkma politikalarının toplumsal cinsiyet eşitliğini örseleyen etkileri olduğunu ortaya çıkarmıştır. TCDB, toplumsal cinsiyet eşitliğine ve kadınların güçlendirilmesine yönelik politikaların, politika belirleme faaliyetinin özünü oluşturan bütçeleme ve planlama alanlarının merkezine taşınmasını amaçlayan bir stratejidir. Hükümetlerin en temel politika aracı devlet bütçesidir ve ortaya konan politikaların başarılı şekilde uygulanabilmesi, hangi hedefler için ne kadar bütçe ayrıldığıyla ilintilidir. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet eşitliğinin tesis edilebilmesi için toplumsal cinsiyet politikalarının, bütçelerden ve bütçeleme süreçlerinden yararlanabilmesi çok önemlidir. Bu yaklaşımın temel hedefi, toplumsal cinsiyet boyutunun bütçe politikalarına dahil edilmesiyle kadınların ve kız çocuklarının gereksinim ve haklarının gerektirdiği uygulamaların eşitlikçi, pozitif ayrımcılık anlayışına sahip politikalar ve yatırımlarla yerine getirilmesidir.

Siyasal iktidar tüm gerici politikalarını kadınlar üzerinden yürütmekte, çocuk istismarına göz yummakta, çocuk istismarcılarını görmezden gelmekte ve LGBTİ+’ları ötekileştirmektedir.

İktidarın sistemli biçimde sürdürdüğü gerici politikaların somut örneği olan, 2012’de başlayan 4+4+4 eğitim sistemi, ekonomik sorunların da etkisiyle kız çocukların okullaşmasını büyük ölçüde azaltmıştır. 675 bin çocuğun okul dışında kaldığı 2020-2021 döneminde kız çocukların okullaşma oranı, örgün eğitimin tüm kademelerindeki erkek çocukların gerisine düştü. Kız çocuklarının ilkokuldaki okullaşma oranı 2012’de yüzde 97,8’ken 2021’de yüzde 93,1 oldu; 2021 verilerine göre ortaokuldaki okullaşma oranı yüzde 88.7’ye kadar geriledi.

İlk ve ortaöğretimdeki bir sorun da ders kitaplarında kullanılan dil ve tanımlanan rollerden tutun da meslek seçimine kadar tüm alanlarda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bilinçli bir tercihle
eğitim politikası yapılmasıdır. Şimdi bu ayrımcılığa Milli Eğitim Bakanının karma eğitimi
hedef alması eklendi. Milli Eğitim Temel Kanununda “Türk milli eğitiminde laiklik esastır” denmesine karşın bakan “Gerekirse kız okulları da açabilmeliyiz” diyerek laiklik karşıtlığını açıkça ortaya koymaktadır.

Bir yandan da “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES)” projesiyle “manevi danışman” olarak görevlendirilen imam, vaiz, din hizmetleri uzmanları, Kuran kursu hocalarıyla öğrencilere "değerler eğitimi" verdirilmektedir. 2021’de imzalanan ÇEDES protokolünde yalnızca ortaokullar ve imam hatip okulları yer alırken 2023’teki protokolle proje, ilkokul öğrencileri dahil tüm öğrencileri kapsayacak biçimde genişletilmiştir.

Oysa yapılan araştırmalar göstermektedir ki erken yaşta verilen dini eğitim, çocukların hayal güçlerini baskılamakta; bağımsız ve eleştirel düşünebilme becerilerinin gelişmesini engellemektedir.

Laikliğin temeli olan karma eğitimi yok edecek ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini katlayarak artıracak kız okulları konusu gündeme bile getirilmemeli ve din temelli eğitimin yolunu açan ÇEDES projesinden bir an önce vazgeçilmelidir.

Üniversiteli gençlerimiz de sorunlar yumağı içinde. Bunların başında barınma sorunu geliyor.
Ev kiraları ve yurt giderlerindeki olağanüstü artışlar nedeniyle gençlerimiz kelimenin tam anlamıyla sokakta kalmakta, okul kütüphanelerinde sabahlamaktadır.

Barınamayan, sağlıklı gıdaya erişemeyen, bilimsel eğitim göremeyen öğrenci kardeşlerimiz ekonomik ve psikolojik sorunlarla baş etmekte zorlanmakta, bu durum kimi gençlerimizi yaşamlarına son verme noktasına kadar getirebilmektedir.

Kadın öğrencilerimiz staj yeri bulamama sorununun yanı sıra bir de işyerlerinin cinsiyete dayalı stajyer seçimi sorunuyla uğraşıyor.

İhmalkârlık ve kayıtsızlık nedeniyle eski KYK yurtları bakımsızlıktan, yenileriyse işçilik ve malzeme kalitesizliğinden âdeta dökülüyor. Bunun sonucunda hayatının baharında bir kadın arkadaşımız KYK yurdunda asansör kabiniyle asansör kuyusu arasında sıkışarak can verdi.

Memleketi inşaat sahasına çeviren, inşaat işlerini siyasi ve ekonomik rant olarak gören iktidarın, çocuklarımız için yeterli sayıda ve sağlam yurtlar yapmaması da (tıpkı imam hatip liselerinin artırılması gibi, tıpkı milli eğitim müfredatında dini öğelerin öne çıkarılması gibi) bilinçli bir tercihtir. İsterler ki çocuklarımız, gençlerimiz tarikatların, cemaatlerin kucaklarına düşsünler!

Akla-bilime düşman iktidar, mesleklerimizi önemsizleştirmeye, emeğimizi değersizleştirmeye de sistematik olarak devam etmektedir. İçerisinde bulunduğumuz mesleki, ekonomik ve toplumsal koşullar, bizlere “boşuna mı okuduk” diye sorduruyor.

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken, mühendis, mimar şehir plancı kadınlar olarak bir asır boyunca yaptıklarımızı sürdürmeye, aklın ve bilimin öğrettikleriyle ilerlemeye kararlıyız. Çünkü bizim mesleklerimizin temel işlevi, toplumun ortak yaşamının üretimini ve devamlılığını sağlamaktadır. Bu bilinçle, toplumsal sorumluluğumuzla diyoruz ki: Hayır, biz boşuna okumadık!

Şiddet, erkek egemen düzenin kadına sınırını ve yerini bildirmek için kullandığı en yaygın araç; şiddet uygulayandan şiddet uygulanana yönelen bir güç ilişkisi... İktidarın, bireyi dışlayıp aileyi
öne çıkaran, kadını itaate ve hiyerarşik ilişki içinde susmaya zorlayan politikası ve şiddete kayıtsızlığından ötürü kadınlara, çocuklara, LGBTİ+ bireylere ve hayvanlara yönelik şiddetin her türü; baskı, dayak, taciz, tecavüz, cinayet ivmelenerek artıyor.

Başta Kürt coğrafyası olmak üzere tüm ülkede “üniformalıların” tacizini, “takım elbiselilerin” kız çocuklara yaptığı tacizleri, balkon ve pencerelerden “düştü” denerek üstü kapatılan
kadın ölümlerini biliyoruz.

Siyasi erk gerici, ırkçı, tarikatçı güçlerin taleplerini karşılayıp kendi varlığına yönelik tehditleri savuşturmak için İstanbul Sözleşmesinden çekilmesinin ardından şimdi de gözünü 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasaya ve Medeni Kanuna dikti.

Olası bir Anayasa değişikliğinde de sözde “aileyi koruma” adı altında kazanılmış haklarımıza bir kez daha el uzatılacağını tahmin etmek zor değil.

Biz mühendis, mimar, şehir plancı kadınlar “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” diyoruz.
İstanbul Sözleşmesinden ve haklarımızdan vazgeçmiyoruz. Anayasal ve insan haklarımızı korumak için, cumhuriyet değerlerini korumak için emekten, eşitlikten, özgürlükten, adaletten, laiklikten yana bir dünya istiyoruz.

Cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı sorunların yaygın olarak yaşandığı ülkemizde mühendis, mimar şehir plancı kadınlar da bu eşitsizlikten paylarını almaktadır; geçmişte olduğu gibi günümüzde de giderek daha fazla hak kaybına uğramakta, yasal haklarını kullanmalarının önüne engeller çıkarılmaktadır. TMMOB üyesi kadınların sorunları, toplumdaki diğer emekçi kesimlerin ve kadınların sorunlarından ayrılamaz bir bütündür.

Ülkemizde yaşanan ekonomik kriz istihdamı genel anlamda etkilese de herkesten çok kadınları vuruyor. Krizlerde ilk işten çıkarılanlar kadınlar oluyor ve kriz kadın istihdamını olumsuz etkiliyor. Kriz koşulları bir yandan kadınları işsiz bırakıyor veya zor koşullarda düşük ücretlerle çalışmaya zorluyor, diğer yandan da hane içerisindeki ücretsiz iş yükü, kadına yönelik şiddettin artışı ve muhafazakâr politikalarla kadınlara hane içerisine kapanmayı dayatıyor.

İşsizlik, hayat pahalılığı, eşit işe eşit olmayan ücretler, güvencesizlik, özlük hakları ve örgütlenme sorunları ülkemizde çalışan mühendis, mimar ve şehir plancıların özellikle kadınların hâlâ
en öncelikli sorunları olmaya devam ediyor.

Ülkemizdeki mühendis, mimar ve şehir plancıların bugün karşı karşıya olduğu sorunlar sadece ekonomik sıkıntılarla sınırlı değildir. Kamu kurumlarında çalışan meslektaşlarımız siyasi baskı ve sürgün tehdidi altında, güvencesizlik, liyakatsizlik, düşük ücretler, kadro sorunu, özlük haklarının ihlal edilmesi, düşük ek göstergeler, lojman, kreş gibi birçok sorunla yüz yüzedir.

Gerek kamuda gerek özel sektörde her türlü mühendislik, mimarlık ve şehir planlama hizmetlerini, planlama, projelendirme, uygulama ve denetleme işlerini yürüten tüm meslektaşlarımız giderek daha zor koşullarda ve yetersiz ücretlerle çalışmaktadırlar.

Ülke kalkınması, toplumların ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda dönüşüm ve gelişimlerinin inşa edilmesini ifade eder. Ancak kalkınma politikalarının, toplumu oluşturan bireyler arasında cinsiyet, cinsel yönelim, ırk, din ve yaş ayrımcılığı yapmadan, var olan tüm sosyal ve kültürel eşitsizliklerin giderilmesini temel alarak katılımcı ve sürdürülebilir kalkınma unsurlarını içerecek biçimde kurgulanması gereklidir.

İktisat alanında yapılan birçok feminist araştırma ve çalışma, kalkınma politikalarının kadın ve erkek üzerinde değişik etkiler bıraktığını ve farklı cinsiyetlerin toplumdaki konumlanma biçimini belirlediğini göstermiştir. Ana akım iktisadın toplumsal cinsiyet olgusunu göz ardı edici, eril bir temel üzerine inşa edilmiş olması, kadınların özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ekonomiden dışlanması sonucunu beraberinde getirmiştir.

Ekonomik kriz ortamlarından en olumsuz şekilde etkilenen kesimin kadınlar olmasının en temel nedeni, ana akım iktisadın erkekleri evin geçimini sağlayan, kadınları ise ikincil kazanan olarak değerlendirmesi anlayışıdır. Bu durum, kadınların istihdam alanında eşit biçimde yer alması konusunda ciddi bir ayrımcılığa uğramasına neden olmuştur. İktisat alanının toplumsal cinsiyet rollerini göz ardı etmesi, mesleklerin cinsiyetlere özgülenmesi, kadınların düşük ücretli işlerde yoğunlaşmalarının kendi seçimleri olduğu yönünde bir önyargı sergilenmesi, kadınlarda cinsiyete dayalı ayrımcılık temelli yoksunluğu beraberinde getirmiştir. Toplumsal cinsiyet rollerinin sosyal inşa olduğu göz önüne alınırsa aile içindeki cinsiyete dayalı işbölümünün aslında doğal gözükmemesi gerektiği ve eşler arasında uyum olarak nitelenen işbölümünün, toplumsal kalıp yargıların etkisiyle fırsat ve güç eşitsizlikleri sonucu oluştuğu anlaşılır.

Toplumsal kalkınmanın temel noktası, toplumu oluşturan bireylere yüksek yaşam standardı sağlayarak yararlandıkları özgürlükleri geliştirmesi; bireysel yaşamları, refah ve engelsiz hale getirmesi ve hatta bireysel iradelerin kullanılmasıyla içinde yaşanılan dünyayla etkileşmesini sağlayacak olmasıdır. Bu temelden bakılınca, insanların refaha erişme seçeneklerine ket vuran,  fırsat eşitsizliğine neden olan, yaşam alanlarını kısıtlayan “temel özgürlük yoksunlukları”’nı ortadan kaldırmak, kalkınmanın temel öğesidir. Kalkınma, salt ülkelerin ekonomik anlamda büyümesi ve toplumu oluşturan bireylerin gelir artışları ile ölçülemeyecek kadar farklı boyutları içinde barındırır. İnsani ve toplumsal yönleriyle değerlendirilmesi ve yapabilirlikler üzerinden yaşam kalitesinin ölçümlenmesi zaruridir.

Kadınların, kamusal alandaki üretimden uzak kalması ve ekonomik bağımsızlığının olmaması nedeniyle erkeğe bağımlı kılınması, kaynaklara erişemez konumunu artırır. Ancak kadınların özgürleşmesinin sadece ücretli işe katılımla sağlanması olanaklı değildir. Anahtar mesele, hangi eğitim seviyesinde olursa olsun kadının ev işlerinden de özgürleşebilmesidir. Ücretli işgücüne katılım sağlamış tüm kadınların ev içindeki sorumluluğunun devam etmesi iş yükünün katlanmasını getirmiştir. Çocuk ve yaşlı bakımı gibi kadının işgücüne katılımını engelleyen ya da iş yükünü artıran olguların göz önüne alınması ve yapılacak yatırımların salt fiziki alanlara değil (yol, köprü, bina yapımı vb.) toplumsal altyapıya (kreş ve bakım merkezlerinde çalışacak insan gücüne yatırım) yönelik olması sosyal ve ekonomik refahı artıracaktır. Özellikle bu harcamaların cari harcama değil, yatırım harcaması kategorisine alınması ise uzun vadede ülke kalkınması açısından kapsayıcı bir sonuç verecektir.

Yerel seçimler yaklaşırken daha fazla mühendis, mimar, şehir plancı kadını yerel yönetimlerin yönetim ve karar organlarında görmek istiyoruz.

Seçilmişlerin hiçbir gerekçe gösterilmeden görevden alınmasının, yerine kayyumların atanmasını, atanmışların kente dair kararlar vermesini kabul etmiyoruz.

Seçimler yaklaşırken yerel yönetimlerden beklentilerimiz:

  • Eşit temsiliyet ilkesi gereği yerel yönetimlerin yönetim ve karar organlarında (başkan, başkan yardımcısı, meclis üyeleri vb.) kadın sayısının artırılması.
  • Yerel yönetimler bünyesinde eşitlik birimlerinin kurulması.
  • Yerel eşitlik planlarının hazırlanması.
  • Halk ve sivil toplumla etkileşimin geliştirilmesi.
  • Tüm plan-proje ve programlara toplumsal cinsiyet eşitliğinin yansıtılabilmesi için
    veri paylaşımı ağı oluşturulması.
  • Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemenin yapılması.
  • Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yöneticilerin/karar vericilerin farkındalığının artırılması ve bu amaçla eğitimler verilmesi.
  • Mekânsal planlama ve organizasyonuna ilişkin çalışmalarda kadınların gereksinimlerinin dikkate alınması.
  • Kadınların tüm kentsel hizmetlere erişiminin kolaylaştırılması.
  • Kadına karşı şiddet ve taciz olaylarının önlenmesi amacıyla aydınlatma, acil yardım hattı vb. hizmetlerin oluşturulması yoluyla güvenliğin sağlanması.
  • Kadınların özellikle spor alanları olmak üzere rekreasyonel olanaklardan eşit yararlanabilmesi için gerekli önlemlerin alınması.
  • Kadın Dostu Kent Programlarının uygulanması.
  • Kamuya açık alanların (meydan, üst geçit, otobüs durakları vb.) aydınlatılması ve
    bu konudaki ulusal ve uluslararası kriterlerin izlenerek uygulanması.
  • Kadınlar için açık ve kapalı sosyal mekânlar yaratılması.
  • Çıkmaz sokaklar, virajlı yollar ve sağır cepheler oluşturulmaması.
  • Kamuya açık yerlerde kolay algılanabilen veya net bir şekilde görülebilen acil çağrı noktalarının oluşturulması.
  • Toplu ulaşımın kentin her noktasına, günün her saati kesintisiz ulaşılabilecek biçimde düzenlemesi ve geceleri otobüslerden istenilen yerde inme olanağının sağlanması.

Toplumun algısı, siyasi yönetimin bakış açısı, ataerkil düşünce tarzı değişmediği ve toplumlar belirli bir bilinç düzeyine ulaşmadığı sürece kadınların hak arama mücadelesinin devam edeceği net olarak görülmektedir. Bu daha ne kadar sürer bilinmez. Bilinen tek gerçek, kadınlar var olmadan toplumun var olamayacağıdır.

Bilim ve teknolojinin baş döndüren bir şekilde geliştiği bir dünyada cinsiyet ayrımı yapmak,
çağın gerisinde kalmak demektir. Kadınların temel hak ve taleplerinin yerine getirilmemesi ve cinsiyet ayrımı, toplumları yöneten hükümetlerin ve siyasilerin suçudur.

Toplumların yeni dünya düzeninde güçlü bir şekilde var olabilmesi kadın ve erkek ayrımı olmadan birey ve insan olarak üretim ve yönetim mekanizmalarında yer almalarına bağlıdır. İşte bu yüzden kadın ve erkeğin en iyi şekilde eğitim alarak yan yana, omuz omuza üretmesi ve çalışması gerekmektedir.

Hiç bitmeyen ve her geçen gün derinleşen ekonomik sıkıntılar, 22 yıllık AKP iktidarının toplum üzerinde yarattığı baskı, düzenin değişebileceğine olan inançsızlık, toplumsal muhalefetin örgütlü mücadelesini de etkilemektedir. Sendikalarda, meslek odalarında, siyasi partilerde yaşanan bu atalet kadın örgütlülüğüne de yansımaktadır. Kadınların bitmeyen ev işi sorumlulukları ve geçim sıkıntısı da örgütlenme sorununu artırmaktadır.

Gerek yerel, gerekse uluslararası hak mücadelelerinde cinsiyetçi bakış açısının bertaraf edilmesi, toplumsal ve mesleki statü eşitsizliğinin ve erkin egemenliğinin normalleştirilmesinin
önüne geçilmesi, ancak kararlı ve sürekli bir mücadeleyle mümkündür.

Biz mühendis, mimar ve şehir plancı kadınlar nesnel ve analitik yaklaşımlarımızla, yaratıcı örgütlenme modelleriyle bu ataleti kırmak ve mücadelemizi kesintisiz sürdürmek zorundayız. Bu bağlamda TMMOB, bağlı odaları ve şubelerde, karar alma mekanizmalarında kadın sayısının artmasını ve daha çok kadının görev almasını desteklemeli ve biz kadınlar bir araya gelerek güçbirliği oluşturmalıyız. Kurultaylarımızı gerçekleştirmek için sarf ettiğimiz enerji ve emeğimizi, aldığımız/alacağımız kararların yaşama geçirilmesi için de harcamalı ve uygulamaların takipçisi olmalıyız.

Toplumsal yaşamın üretimi ve sürdürülebilirliği için hayati önem taşıyan mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı meslek disiplinlerini bünyesinde barındıran TMMOB’nin üyelerinin dörtte birini oluşturan kadınlar olarak gücümüze inanıyoruz.

Cumhuriyet’in kurulmasından 100 yıl sonra halen mücadelesini verdiğimiz, kadınların yaşamakta olduğu yapısal ve temel sorunların çözüldüğü, kadınların kaynaklara, fırsatlara, hizmetlere erişimde eşit olduğu, temel haklardan faydalanarak yaşadığı, şiddet ve kadın cinayetlerinin olmadığı daha özgür ve daha güzel bir dünyada yaşama kararlılığındayız.

Evde, işte, sokakta, yurtta ve dünyada eşit, özgür, şiddetsiz bir hayatı ve barışı biz kadınlar inşa edeceğiz. Bize biçilen hayatı değil, kendi istediğimiz hayatı yaşama kararlılığımızı yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecek. Dayanışmaya, hem kendimizin hem de çocuklarımızın geleceğine, gücünü halktan alan laik Cumhuriyet’e sahip çıkmaya devam edeceğiz. 

Değişim bazen büyük, bazen de küçük adımlarla yaşanır. “Söyleyecek sözümüz, değiştirecek gücümüz var” sözü lafta kalmamalı, gücümüzü görmeli ve bunun etrafında dayanışmayla örgütlenmeliyiz.

Mücella Yapıcı’nın da “c”ezaevinden aktardığı gibi: “Bilimin, tekniğin, kadim bilginin, etik, ahlaki ve toplumsal değerlerin yeniden inşası ile hep birlikte daha sağlıklı, dayanıklı ve huzurlu hayatlara ve kentsel yapılara ve kırsal yerleşmeye, olabilecek en kısa sürede erişmek üzere…’’

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!

YAŞASIN TMMOB ÖRGÜTLÜLÜĞÜ!