TMMOB V. İSTANBUL KENT SEMPOZYUMU BAŞLADI

02.12.2023

“Kent ve Demokrasi” temasıyla Harbiye Askeri Müzesi’nde 2 Aralık 2023 tarihinde başlayan TMMOB V. İstanbul Kent Sempozyumu; "Toplumcu, eşitlikçi, doğadan ve bilimden yana; söz, yetki ve karar alma süreçlerini demokratikleştiren bir kent yaşamının örgütlenebilmesi"ni hedefliyor.

İki gün sürecek Sempozyumun açılışında TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, TMMOB İstanbul İKK Sekreteri Seyfettin Ancı ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu birer konuşma yaptılar.

"Kentlerimizi ve yaşam alanlarımızı savunalım" şiarıyla bir araya gelen Sempozyumda ilk olarak TMMOB Yönetim Kurulu üyesi Cevahir Efe Akçelik tematik sunumu gerçekleştirdi. Ardından 1. Oturum "Kent ve Demokrasi" ana başlığıyla devam etti.

Sempozyumun açılışında TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz salona şöyle seslendi:

"Değerli Meslektaşlarım, Değerli Konuklar,

TMMOB Yönetim Kurulu adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bu yıl 5’incisi düzenlenen bu anlamlı etkinlik için İstanbul İl Koordinasyon Kurulumuza, İstanbul birimlerimizin yöneticilerine, çalışanlarına ve sempozyum boyunca görüşlerini bizimle paylaşacak tüm konuşmacılara çok teşekkür ediyorum.

Sempozyumumuzun İstanbul’un yaşadığı kentsel ve sosyal sorunların çözümüne yönelik önemli bir fikri birikim yaratacağına, doğayı, tarihi, kenti ve kamusal faydayı öne çıkaran çözüm önerileri geliştirileceğine inanıyorum.

Değerli Konuklar,

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının ilk günlerindeyiz.

Yüz yıllık cumhuriyet tarihimiz boyunca farklı kalkınma anlayışlarını deneyimledik.

Yüz yıllık deneyimin ilk çeyreği, doğrudan kamu yatırımlarıyla planlı bir sanayileşme ve kalkınma anlayışını yansıtırken, son çeyreğiyse kamusal varlıkların, doğal kaynakların ve kentlerin yağmalanması anlayışıyla özetlenebilir.

Son çeyreğe damgasını vuran, toplumun ortak çıkarlarını gözetmeyen, bütüncül bir kalkınma hedefini taşımayan bu anlayış hepimizin yaşamını sandığımızdan çok daha olumsuz etkiliyor.

Bunu özellikle kentsel ölçekte çok yakından izleyebiliyoruz.

Bugün neredeyse tüm kentlerimizde barınma, altyapı, ulaşım, enerji, sağlık, eğitim, kültür ve çevre sorunlarıyla iç içe yaşıyoruz.

Kentlerimizin, deprem, sel, heyelan ve yangın gibi afetlere de hazırlıklı olmadığını da hepimiz biliyoruz.

Bunu en acı örneğini 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde yaşadık. Kısa bir arayla yaşanan depremler sonucu 15 milyondan fazla kişinin yaşadığı 11 kentimizde on binlerce yurttaşımız hayatını kaybetti, 35 bin 964 bina deprem anında yıkıldı.

 Şehirlerimizin ve binalarımızın depreme hazır olmaması, devletin sağlıklı işleyen bir afet-acil durum yönetimi planı olmaması yaşanan afeti toplumsal bir trajediye dönüştürdü.

Herkes biliyor ki, TMMOB’nin raporları ve önerileri dikkate alınsaydı, mühendislik, mimarlık ve plancılık hizmetleri bir prosedür haline getirilmeseydi, kentleşme ve barınma politikaları kamucu bir anlayışla oluşturulsaydı, TMMOB ve bağlı Odaları yapı tasarım, üretim ve denetim süreçlerinden dışlanmasaydı yaşadığımız acıların boyutu bu düzeyde olmazdı.

Sevgili Arkadaşlar,

Bu acı gerçekliğe karşın, çarpık yapılaşma ve plansız kentleşmenin önlenmesine karşı hiçbir somut adım atılmadığı gibi afet ve risk maskesiyle ülke topraklarımız, hiçbir kurala ve koşula bağlı olmaksızın ranta açılmaya devam ediyor.

Sözde Afet risklerini azaltmak amacıyla çıkarılan, “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” kentlerimizi afetlere dirençli hale getirmek şöyle dursun, kentlerimizin rant ekseninde tahrip edilmesinin, ortak yaşam alanlarımızın yağmalamasının yasal aparatı haline gelmiş durumda.

Bildiğiniz gibi bu yasada yakın zamanda yapılan değişikliklerle yurttaşlarımızın, kentsel dönüşüm adı altında süren gasp sürecine karşı hak arama yolları daraltıldı ve kısıtlandı. Rant çevreleri için sorun teşkil eden hukuksal engeller ortadan kaldırıldı.

Daha şimdiden Hatay Defne ve İstanbul’da birçok yer bu yasa kapsamında rezerv alan ilan edildi.

Buradan bir kez daha, TMMOB ve bağlı Odaları olarak, deprem ve afet gerçeğinin bir rant malzemesi haline getirilme sürecinin karşısında olmaya ve mücadele etmeye devam edeceğimizi sizlerle paylaşmak ve yetkilileri uyarmak isterim.

Sevgili Arkadaşlar,

Lafı dolandırmadan söylemek gerekiyor.

Bugün içinde yaşadığımız kentlerin mekânsal ve çevresel bağlamda, niteliksiz yapılaşmasının, sağlıksız büyümesinin ardında piyasa güçlerini kent politikalarının belirlenmesinde tek hakim güç olarak gören siyasal yaklaşımlar yatmaktadır.

Bu yaklaşım sadece kentlerin afet riskini büyütmekle kalmamakta, sağlıklı bir kentleşme anlayışını da dinamitlemektedir.

Temel kentsel altyapı hizmetlerinin piyasalaştırılması ve ticarileştirilmesi nedeniyle kentlerde yaşayanların önemli bir kısmı barınma, eğitim, sağlık ve beslenme gibi temel haklardan yeterince faydalanamamaktadır.

Emekçilerin, yoksulların ve ezilenlerin sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamdan tümüyle dışlandığı yıkıcı bir ortamda yoksulluk ve yoksunluk giderek derinleşmektedir.

Sadece arazi rantına endekslenmiş, bir kent ekonomisi anlayışının ortaya çıkardığı sürekli ve plansız büyüme, teknik altyapı hizmetlerinin ve sosyal-kültürel olanakların yetersizliği gibi sorunları daha da büyütmektedir.

Kentsel dönüşümün amacından saptırılarak rant dağıtma aracına dönüştürülmesi ise bir başka sorunlar yumağını beraberinde taşımaktadır.

Kent merkezlerindeki değerli araziler ve kentsel ortak mekanlar, “kentsel dönüşüm” adı altında, içinde yaşayanlardan bağımsız, yeni imar hakları verilerek sermaye çevrelerine pazarlanmakta, buralara lüks konut alanları, alışveriş merkezleri inşa edilmektedir.

Bu uygulamalarla, kentleri bir arada tutan unsurlar, kent ve kentli kimliği ve ortak kullanım alanları ortadan kaldırılmaktadır.

Bunun sonucunda kentler, giderek artan biçimde bütünlüğünü yitirerek birbirinden bağımsız ve ilişkisiz parçacıklara bölünmektedir.

Varsıl ve yoksul kesimler arası ayrışma ve uzaklaşma fiziksel mekâna da yansımaktadır.

Bu durum sosyal kutuplaşmayı ve kentsel gerilimi de arttırmaktadır.

Kent, kentli ve vatandaş kimliğinin yok edildiği, herkesin sadece kendisi gibi düşünenlerle, sadece kendisi gibi yaşayanlarla temas ettiği, toplumun farklı kesimleri arasında görünmez duvarların örüldüğü bir kentsel yaşama doğru hızla yol alıyoruz.

Sevgili Arkadaşlar,

Kentsel sorunların yanısıra ülke ölçeğinde de çok sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz.

Ekonomisi tamamen çökertilmiş, hukukun tamamen siyasallaştığı, parlamentonun etkisizleştirildiği, anayasa ve yasaların anlamsızlaştırıldığı, tek adamın buyruğuyla yönetilen, aklın ve bilimin yerini hurafelerin, liyakatin yerini parti devleti anlayışının aldığı bir ülke tablosuyla karşı karşıyayız.

Hayat pahalılığı, işsizlik, yokluk, yoksulluk ve gelecek kaygısı bütün toplum kesimlerinin yaşamını tehdit eder hale geldi.

 Gençlerimizin halini görüyorsunuz. Hemen her hafta bir gencimiz yaşamına son veriyor.

Bu acı durumun, tek sorumlusu olan siyasi iktidar ise, yaşanan sorunlara çözüm bulmak yerine halkı  baskı ve zor yoluyla kontrol altında tutmaya çalışıyor.

Yaşanan sağlık sorunlarını dile getirdiği, halkın sağlıklı yaşam hakkına sahip çıktığı için TTB yöneticilerini görevden aldırıyor.

Medyayı sansürlüyor, siyasetçileri-gazetecileri-muhalifleri tutukluyor, festivalleri, eğlence mekanlarını yasaklıyor, sanatçıları-gençleri susturuyor.

Toplumu baskıyla teslim almaya çalışıyor Bunun en uç örneğini Gezi’de yaşadık. Arkadaşlarımız en ağır cezalara çarptırıldı. Ne için? Mesleklerinin gerekliliklerini yaptıkları için. Ülkelerinin talan edilmesine müsaade etmedikleri için. İktidarın rant projelerini teşhir ettikleri için, Taksim Meydanı’na ve Gezi Parkı’na sahip çıktıkları için.

İktidarın isteği doğrultusunda kurgulanan bu hukuk dışı davanın sonucunda, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi eski başkanı Tayfun Kahraman ve Mimarlar Odası’nın Hukuk Müşaviri Can Atalay’ın da bulunduğu arkadaşlarımız en ağır cezalara mahkûm edildi.

Biliyoruz ki bu karar, sadece arkadaşlarımıza yönelik değildir. Bu karar, milyonlarca insanın demokratik hak kullanımlarını cezalandırmaya, barışçıl ve demokratik istemleri bastırmaya, siyasallaşmış yargı eliyle tüm ülke halkını sindirmeye susturmaya yöneliktir.

Ve elbette hepimiz biliyoruz ki, bu karar iktidarın yıllardır her fırsatta saldırdığı TMMOB ve bağlı odalarının toplumcu çizgisine ve onurlu mücadele geleneğine yöneliktir.

Ancak şunu unutmasınlar; bu ülke sahipsiz değildir. Gezi bu ülkenin yarınlarına sahip çıkan, hakları ve geleceği için mücadele eden, AKP’nin her tarafımızı saran gerici politikalarına itiraz eden milyonların sesidir. Bu sesi ne hapsedebilirsiniz ne durdurabilirsiniz! Biz buradayız…

Dün olduğu gibi bugün de TMMOB ve bağlı Odaları olarak, mesleki ve teknik bilgimizi halkın yararına kullanmaya devam edeceğiz.

Arkadaşlarımıza ve bu ülkenin en görkemli halk hareketi olan Gezi’ye sahip çıkmayı kararlılıkla sürdüreceğiz.

Değerli Konuklar,

İşte böylesi bir ülke tablosunda ve   arkamızda tarihimizin en kritik seçimlerinden birini bırakmışken, yüzümüz bu kez de 2024’ün Mart ayında gerçekleştirilecek Yerel Seçimlere dönmüş durumda.

Önümüzde en az genel seçimler kadar önemli, en az genel seçimler kadar kritik bir yerel seçim süreci duruyor.

Özellikle İstanbul, her seçimde olduğu gibi bu seçimde de kendi öznel koşulları sebebiyle oldukça önemli bir yer tutuyor.

Erdoğan’ın iktidarının ilk yıllarından bir sözü vardı hatırlarsınız; ‘ İstanbul’u alan Türkiye’yi alır’ diyordu. Bu aslında doğrudur.

Çünkü bir nevi Türkiye’deki halimizin aynasıdır İstanbul.

Eşitsizliğin, adaletsizliğin, yoksullaştırmanın, vurgunun, talanın, çevresel, kültürel ve tarihi dokunun metalaştırılmasının en çıplak örneğidir.

Bu yerel seçimlerde özellikle İstanbul ve 2019 yılında alınan diğer büyük kentlerde iktidar blokunun güç kazanması, emek düşmanı, bilim düşmanı, doğa düşmanı, hak ve özgürlükler düşmanı bu çağdışı, baskıcı, sömürgen rejimin daha da kurumsallaşması kök salması anlamına gelecektir.

Yaşam alanlarımızın, yaşam hakkımızın elimizden parça parça alınmasına seyirci kalamayız.

Bu geriye gidişi durdurmak için tüm demokrasi güçleri omuz omuza vermek zorundadır.

TMMOB örgütlülüğü olarak, seçim dönemlerinde de olduğu gibi bu seçim döneminde de görüşlerimizi, emekten, halktan yana tavrımızı ortaya koymaktan çekinmeyeceğiz.

Her merkezi ve yerel seçimden önce yayınladığımız gibi bu yerel seçim öncesinde de yayınlayacağımız seçim bildirgemiz ile TMMOB’nin, mühendis, mimar ve plancıların yurtsever çizgisini, yerel yönetimlere dair kamucu yaklaşımlarımızı kamuoyu paylaşacağız.

TMMOB’nin yerel yönetimlere bakışını ve toplumcu anlayışını tüm ilgililere ve kamuoyuna aktarmaya tüm gücümüzle devam edeceğiz.

Bugünkü etkinliğimiz de böylesi bir bakış açısının ürünüdür.

Etkinliğimizin demokratik, katılımcı, insanca yaşanacak kentler için uygulayıcıların eline bir yol haritası oluşturma çabamıza ışık tutmasını diliyorum.

Sözlerimi bitirirken bu salonda bizleri buluşturan İstanbul birimlerimize ve etkinliğimize emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür ediyor, sempozyumumuzun başarılı geçmesini diliyorum."