TMMOB SANAYİ KONGRESİ 2021 SONUÇ BİLDİRİSİ YAYINLANDI

04.02.2022

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) adına Makina Mühendisleri Odası (MMO) tarafından 17-18 Aralık 2021 tarihleri arasında gerçekleştirilen TMMOB Sanayi Kongresi 2021’in sonuç bildirisi açıklanmıştır.

TMMOB SANAYİ KONGRESİ 2021 SONUÇ BİLDİRİSİ

TMMOB adına Makina Mühendisleri Odası (MMO) sekretaryalığında düzenlenen TMMOB Sanayi Kongresi 2021, 17-18 Aralık 2021 tarihlerinde Ankara’da MMO Eğitim ve Kültür Merkezi’nde başarıyla gerçekleştirildi. 1962 yılından bu yana yapılan, 1987 yılından itibaren geleneksel olarak iki yılda bir düzenlenen sanayi kongrelerinin yirmi üçüncüsü Pandeminin Türkiye ve Dünyadaki Etkileri ve Kapitalizmin Açmazları ana temasıyla ve TMMOB Sanayi Kongrelerinin Yürütme Kurulu Üyesi, bu kongrenin Bilim Kurulu Üyesi Yavuz Bayülken’e Saygı ithafıyla düzenlendi. Kongre pandemi nedeniyle yüzyüze ve çevrim içi katılım ile yapılmış, Makina TV’den canlı olarak yayınlanmış, toplam 2 bin 500’ün üzerinde kişi tarafından izlenmiştir.

Kongrede, TMMOB ve MMO’nun örgütsel inat ve fikri takiple emeğin, üretimin ve sanayileşmenin yeniden örgütlenmesi fikrinin arkasında durmasının önemine ve emek ve meslek örgütlerinin zayıflatılmaya, kurumsal yapıların bilinçli bir şekilde çökertilmeye çalışıldığı bir dönemde sanayi kongrelerinin düzenli bir şekilde sürdürülmesinin, Türkiye’nin geleceğine önemli katkılarda bulunduğu dile getirildi.

Pandemi Sonrası Başka Bir Dünya Mümkün mü? konulu açılış oturumunda neoliberalizmin sınırsız tahakkümünün sağlandığı son 40 yılda yaşanan gelişmeler, dünyanın sınıf haritasındaki değişimler, emperyalizmin saldırgan politikaları, neofaşizm olgusu, pandemi döneminin mali destekleri ve güncel durumdan hareketle olasılıklar değerlendirildi. Pandemi, Bunalım ve Sonrasında Türkiye başlıklı oturumda, sanayi ne kadar, kimler tarafından, kimler için; pandemiden çıkarılması gereken dersler; kamuda kaynak sorunu ve çözümleri üzerine bildiriler sunuldu. Dünya ve Türkiye’de Sanayinin Genel Görünümü başlıklı oturumda, aynı konu başlığı altında dünya ve Türkiye’deki değişimler emek üretkenliği, reel ücretler, sanayi katma değeri sanayisizleşme ve sanayileşmenin yeniden keşfi; öngörülebilir bir gelecekteki küresel ve sınai gelişmenin arka planını oluşturacak uluslararası siyasi ve kurumsal çerçeve ve iklim politikaları; pandemi öncesi-sonrası imalat sanayi ve politika tercihleri için çok boyutlu sektörel model önerisi; tekstil mühendisliği ve savunma sanayinin güncel görünümü irdelendi. Kapitalizmin Yeşil Dönüşümü mü? oturumunda, sürdürülebilir kalkınma stratejisi olarak yeşil dönüşüm; kapitalizmi geliştirmeyi amaçlayan yeşil(?) dönüşüm programı yerine, enerjide toplum yararını gözeten, kamusal planlama temelli demokratik dönüşüm; kaldıraç olarak yeşil dönüşüm; dönüşümün adaleti üzerine bildiriler sunuldu.

İkinci gün ilk olarak, TMMOB adına MMO sekretaryalığında hazırlanan ve mühendis, mimarlarla yapılan anket araştırması Mühendis Emeği ve Covid-19’un bulguları paylaşıldı. Emeğin Pandemideki Durumu oturumunda, pandemi ve bölüşüm; pandemi ve kadın emeği, pandemi döneminde sosyal politika uygulamaları, sermayenin emek üzerindeki tahakkümünü yoğunlaştıran bir süreç olarak pandemi konularında bildiriler sunuldu. Güç Mücadelesinin Önemli Bir Ekseni Olarak Teknoloji oturumunda, teknoloji ekseninden ABD-Çin hegemonya mücadelesi; sermaye birikimi ve teknoloji; teknoloji, üretim ve emeğin alternatifi: salgının gösterdikleri; platform ekonomileri ve dijital tekelleşme konuları ele alındı. 1961 Anayasasının 60. Yılında Planlama oturumunda, birinci sanayi planı-nasıl bir miras devralındı; 24 Ocak kararlarına kadar kalkınma planları; IMF güdümünde planlama; neoliberal düzende planlama ve seçenekler üzerine bildiriler sunuldu. Kapanış konuşmasında, kongrede dile getirilen görüşler özetlenerek, planlama gerekliliğinin kongrenin ana temalarından biri olduğu, yeniliberalizmin oluşturduğu çöküntü ortamında planlama, kalkınma, sanayileşmeyi yeniden kurgulama ve bunun için mücadelenin önemine işaret edildi.

Kongreye sunulan bütün görüşler, bir süre sonra yayımlanacak olan TMMOB Sanayi Kongresi Bildiriler Kitabı’nda yer alacaktır.

Kongrede yapılan bazı saptamalar aşağıda kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır.

Dünya durumu, başka bir dünya mümkün mü?

Son 40 yılda sermayenin sınırsız tahakkümü sağlanmış, dünyanın sınıf haritası değişmiştir. Reel sosyalizmin çözülüşü ile bu ülkelerin iç dinamikleri ve Güney ekonomilerinde devlet-kamu öncülüğünde oluşturulan geç sanayileşme birikimleri, neoliberalizmin yarattığı çöküntü sonucu dağıldı.

Emperyalizmin çevre ülkelere dayattığı neoliberalizmin bu yıkım politikaları sonucu ülkelerinin dışına göçmek zorunda bırakılan insanlar bu sürecin parçası oldu. Emek piyasalarına katılım, son 40 yılda dünya nüfus artışının üzerindedir. Geleneksel sol akımların dağılmasıyla emek her coğrafyada kaybeden taraf olmuştur.

Emperyalizm, kendisinin neden olduğu bu göç hareketlerinin mağdurlarına ve bu dönemde güçlenen Çin’e savaş açmıştır. Paralel bir şekilde Latin Amerika ülkelerinde neoliberalizmin yıkımını önlemeye çalışan sol hükümetler ve Ortadoğu’daki “aykırı” rejimler, emperyalizmin saldırgan politikaları ile yıkıma uğradılar. Solun zayıflamış olması, emekçi sınıfların parçalı durumu ve göç hareketleriyle güçlenen yabancı düşmanlığı koşullarında neofaşizm birçok ülkede emekçi kesimlerden de destek bulmaktadır. Emperyalizminin saldırgan politikası, Güney Amerika’da Venezuela, Küba, Nikaragua’ya yönelik ambargolarla, Bolivya ve Venezuela’da darbe girişimleriyle, Suriye’yi işgalle ve İdlib’de toplanan cihatçılara destekle sürmektedir.

Göç hareketlerinin ülkelerin içinde oluşturduğu etkiler karşısında sol hareketlerin uluslararası dayanışmayı canlandıramadığı; emekçi sınıfların parçalanmışlığı, mavi yakalı-beyaz yakalı ayrımı, göçmen emekçilerine tepki gibi olgular, kültür savaşları mı, sınıf dayanışması mı sorununu önümüze koymaktadır. Türkiye’deki benzer sorunlarla birlikte düşünüldüğünde, Aydınlanma ideolojisi ile sınıf ideolojisi ve sınıf kardeşliği bilincinin enternasyonal dayanışmayı içererek birleşmesi gerekmektedir.

Üzerinde durulması gereken bir konu da ABD hegemonyası ve Çin’in yeni bir dünya gücü olarak gelişimidir. Öngörülebilir bir gelecekteki küresel ve sınai gelişmenin arka planını oluşturacak uluslararası siyasi ve kurumsal çerçevenin oluşumunda, bu iki gücün başını çektiği, iki kutuplu, kuralları iki tarafı ve önceliklerini gözeten yeni bir dünya düzenine doğru gidişten söz etmek mümkündür.

Son 40 yılın ekonomik, siyasal, sınıfsal bilançosu bu şekildedir.

Diğer yandan sağlık krizi, ekonomik kriz, istihdam krizi, sosyal kriz, iklim ve çevre krizi, yeni faşizmin yükselişi ve antidemokratik uygulamalar ile birlikte politik kriz ile bütünleşen topyekun bir kriz durumu vardır. Krizi çözmeye yönelik alternatifleri gerçekçi bir şekilde sergilemek gerekir.

Kamuculuk, demokratikleşme, çalışma koşullarının köklü bir şekilde değiştirilmesi, eşitsizliklerin yok edilmesi ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması öncelikli alternatiftir.

Diğer alternatif, kapitalizmi “sosyal reformlarla düzeltme”, sosyal tabanı görece rahatlatma ve talep artışı yoluyla düzeni kurtarma kurgusudur. Ancak kapitalizmin sömürgen doğasından uzaklaşması beklenemez.

Üçüncü alternatif, neofaşizmdir, sermaye egemenliğini pekiştiren diğer özellikleriyle birlikte göçmenler olgusu ve Covid-19 örtüsüne sarılarak otoriter yönetimlerin oluşma sürecidir.

“Başka bir dünya mümkün mü?” sorusuna yanıt, çirkin ve vahşet dolu, sermaye egemenliğine dayanan mevcut neoliberal dünya düzeninin mutlaka değişmesi gerektiği, dünyanın her tarafında itirazlar olduğu için bunun mümkün olduğu; Bolivya, Kolombiya, Honduras, Şili, Peru, Brezilya ve Hindistan’daki çiftçi hareketinde görülen yeni olumlu gelişmelerin gösterdiği üzere değişimin muhtemel de olduğudur.

Pandemi dersleri

20. yılına giren AKP iktidarı ve özel olarak saray rejiminin yıkım üreten politikaları, pandemi koşullarında artarak sürmüştür. Pandemi süreci Türkiye’de bir sosyal politika başarısızlığı olduğunu göstermiştir.

Önlemlerin yetersizliği, eksikli kapanmalar, erken “normalleşme”ler ve aşı olup-olmamanın kişilere bırakılması sonucu vakalar ve ölümler hâlâ çok yüksek sayılardadır. Pandemi, saray rejimi ve sermaye için yeni bir baskı ve sömürüyü yoğunlaştırma vesilesi olarak değerlendirilmiş; esnafa, çiftçiye, emekliye, halka sadece gidin kredi alın, borçlanın denilmiş; kaynaklar emekçilerden ve sağlık alanından esirgenmiş, işsizlik ve yoksulluk artmış, esnek-güvencesiz çalışma biçimlerine meşruiyet kazandırılmıştır.

Pandemiden çıkarılması gereken derslerin başında; iklim değişikliği, küreselleşme, uluslararası seyahat, türlerin aşırı istismarı, habitat parçalanması ve tahribi, yabancı türlere ilişkin olgulardan hareketle, doğanın daha fazla tahrip edilmemesi geliyor. Pandemi döneminin yanlış uygulamalarından hareketle bilimin yol göstericiliğini benimsemek, bilimsel kurum ve kurulların işlerliğini sağlamak, bilim kurulunun çalışma usul ve esasları ile görev yetki ve sorumluluklarının belirlenmiş olması, sağlık meslek örgütleri başta olmak üzere ilgili meslek örgütleri ve sosyal bilimcilerin bu kurulda yer alması gerekir.

Başarılı bir salgın yönetimi için, dürüst, şeffaf, güvenilir olmak, olguların saptanması, tedavisi ve salgının yayılmasını önlemede bilimsel yöntemleri uygulamak, test kapasitesini yüksek tutmak, filyasyona erken başlamak, önlemlerin zamanlamasının doğru olması ve sağlık çalışanlarının motivasyonunu yüksek tutmak gerekir. Varyantlar evrim teorisini gerçeğini ortaya koymaktadır, salgından tek başına kurtulmak mümkün değildir, herkese aşı yapılmalıdır. Salgın, bağımsız bilgi kaynaklarının çok önemli olduğunu da göstermiştir.

Emeğin ve mühendis-mimar-şehir plancılarının pandemideki durumu

Pandemi döneminde dünyada sosyal politikalara ve sosyal diyalog mekanizmalarına bir dönüş eğilimi ortaya çıktı ise de Türkiye, içinde yer almakla övünülen G-20 ülkeleri ve gelişmekte olan ülkeler içinde en düşük nakit gelir desteği sağlayan ülke oldu. Türkiye’nin yaptığı bütün destek ve ödemeler; sağlık harcamalarıyla birlikte GSYH’nin yaklaşık yüzde 2,7’si oranı ile gelişmekte olan ülkelerin yüzde 4 oranının bile gerisinde kalmıştır.

Kısa çalışma ödeneğinden kayıtdışı çalışanlar yararlanamadı, işini-gelirini en çok kaybedenler bu kesimdendi. 10 milyonu bulan işsiz kitlesine hiçbir destek, yardım yapılmadı. İşverenlere tek taraflı olarak zorunlu ücretsiz izne çıkarma olanağı tanınmış; işten çıkarılmayanların iş akitleri askıya alınmış, ücretleri ödenmemiştir. ILO verilerine göre pandemide Türkiye’de ortalama 4 milyon, bazı aylarda 8 milyon kişi iş ve gelir kaybına uğradı.

Pandemi sürecinde kadın işgücü istihdamında ve gelirlerde azalma erkeklerden daha fazladır, cinsiyet farklılıkları artmaktadır. Eğitim, sağlık, sosyal hizmetler dışında kadın emeği istihdamının en çok olduğu sektör ve hizmetlerde genç kadın istihdamı genç erkeklere göre iki kat fazla azalmıştır, kadınlar işgücü piyasasının dışına atılmaktadır. Pandemi sürecinde; ücretli emek, ücretsiz ev içi emek, çocuk ve yaşlı bakımı olmak üzere bakım emeği kadınların üstündedir. Toplumsal yeniden üretimde kadınların rolünde hem artış hem de çeşitlenme görülmektedir.

Pandemi, sermayenin emek üzerindeki tahakkümünü yoğunlaştıran; başlarda söylenenin aksine hepimizin aynı gemide olmadığını çok net bir şekilde gösteren, sermaye sınıflarının kazanımlarının, emekçi sınıfların kayıplarının olduğu, emeğe yönelik her türden hak ihlalinin yoğunlaştığı bir dönem oldu.

Mühendisler-mimarlar-şehir plancılarının koşulları da bu dönemde benzer olumsuzluklar gösterdi. TMMOB’ye bağlı Odaların üyeleriyle yapılan, Mühendis Emeği ve Covid-19 araştırmasında, meslektaşlarımızın salgın sürecindeki durumlarını tespit etmek hedeflenmiş ve geçmişte Türkiye’nin kalkınma ve sanayileşme süreçlerinde önemli roller üstlenen mühendislerin, hak ihlalleri, düşük ücret, işsizlik, güvencesizlik, yoksulluk, borçluluk vb. sorunların tümünü yaşadığı görülmüştür.

Asgari ücretin altında ücretle çalışmak zorunda kalan ve düzenli geliri olmayan mühendisler-mimarlar bile bulunmaktadır. Araştırmaya katılanların yaklaşık yarısı yoksulluk sınırının altında hanehalkı gelirine sahiptir. Salgın sürecinde geliri azalanların oranı yüzde yüzde 49,4; gideri artanlar yüzde 72,8 oranındadır. Borçlarının kendilerini zorladığını belirtenlerin oranı yüzde 55’tir. Ankete katılanların tamamı değişik düzeylerde borçludur, borçlu olmayan yoktur. Geçinemiyorum diyenlerin oranı yüzde 58’dir. Salgınla birlikte uzaktan çalışma, işten çıkarılma, ücretsiz izin ve işyerini/ofisini kapatma durumları tespit edilmiştir.

Mühendislik kitlesel mesleklere özgü özellikler göstermekte ve meslek dışı işlere kayış, işsizlik, ücretlileşme, dijital araçlar üzerinden denetim yaygınlaşmaktadır. Güvencesiz işler ile güvenceli işler arasında net, belirgin çizgiler yoktur. Gelir ve yaşam koşulları, mühendislerin orta sınıf karakterinin eridiğini göstermektedir. Yoksulluk meslektaşlarımızın yaşamını sarmıştır.

Pandemi öncesi-sonrası imalat sanayi göstergeleri

Salgının imalat sanayi ve alt sektörlerine etkilerinin, 2017 Ocak-2021 Eylül döneminin verileriyle ve 10 temel gösterge üzerinden analiz edilmesi sonucu, süregelen bir sorun yaratmadığı ve 2018 yılında yaşanan krizin, imalat sanayini çok daha kötü etkilediği görülmüştür. Hemen bütün göstergelerde 2020’nin ilk dört ayında önemli bir kötüleşme yaşanmış, ancak bu aydan sonra çok hızlı bir toparlanma görülmüş; toparlanma ve göstergelerde iyileşme 2021’de (küçük dalgalanmalar gösterse de) Eylül ayına kadar devam etmiştir. Pandemi ve sonrasındaki toparlanmada en düşük değerler işgücü kazançlarındadır. Bölüşüm, emek geliri aleyhine bozulma göstermiştir. İmalat sanayi sektörleri pandemi esnası ve sonrasında bilhassa Çin’in ihracattaki duraklamasından yararlanarak hem yurtdışı satış hacmini, hem de yurtdışı satış fiyatlarını artırmış görünmektedir. 2017.01–2021.09 döneminde imalat sanayi Yurtdışı ÜFE, sepet kur artışının da üzerinde gerçekleşmiştir. İmalat sanayi Yurtiçi ÜFE, tarım sektörü ÜFE, kur artışları, enerji fiyatlarındaki artış, pandemi sonrası konut/kira fiyatları artışı dikkate alındığında; TÜFE’nin düşük kalması izaha muhtaçtır.

Türkiye’nin sanayileşme-sanayisizleşme, planlama-plansızlaşma süreçleri ve günümüz

Birinci Sanayi Planı’nın Demiryolları+Sanayileşme=Devletçilik denklemi temelinde ekonomisini örgütleyen Türkiye’nin 1923-1938 dönemi, 20. yüzyılda ilk defa geri kalmış ve bağımlı bir ülkenin, dış açıkları, kronik dış borçları ve mali esareti olmadan, kendi kendine yeten bir sanayileşmeyi gerçekleştirmesinin ütopik bir fantezi olmadığını göstermiştir. Bu tercih sayesindedir ki; üretim, dolaşım(dış ticaret, borçlanma, finansal akımlar), bölüşüm, fikir alanlarına sahip özgür ve bağımsız bir ülke yaratılmıştır. İkinci Plan, savaş koşulları nedeniyle uygulanamamış; sonraki dönemlerde gerek 4 Ağustos 1958 İstikrar Tedbirleri gerekse 24 Ocak 1980 Kararları, onları takip eden darbelerin ekonomik ve siyasi yönelimlerin ve krizlerin nedenleri olmuştur.

1961 Anayasası, kalkınma planlamasını devletin temel görevleri arasında tanımlamış, Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) Anayasal statü vermiştir.

1960 darbesi öncesi Demokrat Parti politikalarına karşı toplumda gelişen yurtsever, aydınlanmacı ve emekten yana mücadelelerin etkisi altında 1960-80 arasında kalkınma planlaması bağımsızlıkçı, kamucu ve sosyal adaletçi bir anlam kazanmıştır. Sermayenin planlama yönelimi, 1957 yılında Hürriyet Partisi'nin ‘gayrı resmi’ planında bir restorasyon tasarımı olarak sunulduğu gibi özel teşebbüs merkezli ve emperyalist dünyayla bütünleşme eksenlidir. Buna karşılık 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesinin önünü kesmek istediği toplumsal mücadelelerin ürünü olan tutarlı ve halkçı bir planlamanın ‘gayrı resmi’ tasarımı sayılabilecek Türkiye İşçi Partisi’nin Demokratikleşme Planı, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na karşı bağımsız bir ekonomik kalkınmaya; tabii kaynaklar, enerji, bankacılık ve dış ticarette kamulaştırmaya ve devletleştirmeye dayanmaktadır. 1961 Anayasası’nın geçerli olduğu dönemi farklı kılan, planlamanın bir mücadele konusu olmasıdır.

80 sonrası süreçte önce planlar işlevsizleştirilmiş ve ardından DPT, Kalkınma Bakanlığı’na dönüştürülerek tasfiye edilmiştir. Planlama anlayışı yerine IMF tarafından dayatılan serbest piyasa ekonomisi 1980’lerden itibaren gündeme girmiştir. Planlamanın tasfiyesi, 24 Ocak Kararları ile 12 Eylül rejimi bağlantısında ve IMF güdümündeki yeni dönemde adım adım yapılmıştır. Tasfiye süreci, bağımsız planlama düşmanlığı tescillenmiş olan AKP ve IMF ittifakıyla sonuçlandırılmıştır.

1980’den günümüze uzanan dönemde ayrıca aydınlanma süreci tersine döndürüldü. “Plan-Program” enflasyonu, plansızlığın gerekçesi oldu. Tarımsal üretim nüfus artışına yanıt verecek düzeyde artırılmadı. Gıda egemenliği yok edildi. İç pazarı koruyan ve teknolojik dönüşüm potansiyeli olan KİT sektörü tasfiye edildi. Dışa bağımlılığı azaltacak bir sınai/teknolojik atılım yapılamadı. Önceki dönemlerde ağırlıklı olarak kamu sanayi atılımlarında somutlanan Türkiye’nin sanayileşme süreci, planlama-sanayileşme-kalkınma üçlüsünün terk edilmesiyle birlikte kesintiye uğratılmıştır.

Bu sürecin son yirmi yılına damgasını vuran AKP iktidarı döneminde, sanayi düşük teknolojili üretimle, emek yoğun sektörlerle finansal spekülasyonlar ve mafyatik, oligarşik bir rant ağı ile kuşatılmış durumdadır. Üretim gücünün tahribi, dış borçlara ve ithal girdilere bağımlılık, borç ve faiz ödemelerinin büyüklüğü, inşaat-rant odaklılık vb. olgular, ülkemizin sanayileşmeden tamamen uzaklaştığını ortaya koyuyor.

Bu dönemde oluşturulan döviz kuru-faiz-enflasyon sarmalı, ithalata ve ucuz işgücüne dayalı ihracat yapısı ile yağmacı rant ekonomisi, ülkemiz ve halkımızın yoksullaşmasına, geleceğimizin karartılmasına yol açmaktadır. Serbestleştirme–özelleştirmeler, planlı kalkınma ile kamusal üretim-hizmet ve denetimin tasfiyesi, üretim ile ihracatın ithal girdilere bağımlılığı ve fason üretim olguları, sanayisizleşmeyi sürdürmüş, tarımı mahvetmiş, mühendisliği değersizleştirmiştir.

Sanayileşmesiz sanayi, bir sektör gibidir. Bu nedenle 4.0 Türkiye’de bir fantezidir. Türkiye’de son 20 yılda sanayici çoğaldı ise de sanayileşme misyonunun sanayicileri yetişmedi. Üretim, ucuz emek kutsallaştırılması ile düşük ve orta teknolojiye dayalıdır. Fiyat koyuculuğu değil fiyat kabulleniciliği, eşitsiz koşullarda ihracat ve rekabetçilik ile ithalata bağımlılık hakimdir. Paranın değerini koruma değil dolarizasyon, borçlanma, faiz, açıklar ve deflasyon hakimdir, büyüme ve sanayi bu sarmal içindedir. Sanayileşme misyonerlerini beklemektedir.

“Çin modeli” ve Türkiye

Son dönemlerde sözü çok edilen “Çin modeli”ne bakıldığında, Çin’deki siyasi yönetimin, IMF’nin desteklediği neoliberal yapısal uyum programlarını reddettiği görülüyor. Çin başta Türkiye olmak üzere tüm çevre ülkeler için büyüme ve kalkınma yönünden ilginç olduğu kadar ders çıkarılacak bir örnektir. Modelin özgünlüğü Çin Komünist Partisi rehberliğinde kalkınma planları ile piyasa arasında uyum sağlanmasıdır. Sanayideki kapsamlı ve hızlı dönüşüm ile inovasyona dönük bir ekonomik-teknolojik yapı oluşturmaya devlet öncülük etmekte ve plan çerçevesinde hareket edilmektedir. Ayrıca Çin’in 2021-2025 Kalkınma Planı ile Türkiye’nin 2021-2024 OVP’si, döviz kuru karşısındaki durumları ve en temel göstergelerde hiçbir benzerlik yoktur.

İklim krizi, “yeşil dönüşüm” ve doğrusu

Küresel sınai gelişme perspektifleri ile çevre sorunları arasındaki ilişkilerde iklim değişikliği başat bir yere sahiptir. Küresel ısınmanın, kapitalizme özgü sistemik bir başarısızlığın tezahürü olduğu açıktır.

Gezegenimizin yüzey ısısı artışını 20C derecede, Paris Anlaşması’ndaki hedef olan 1,5 0C derecede tutabilmek için sera gazı emisyonun sınırlanması gerekiyor. Küresel karbon bütçesi olarak anılan miktarın yüzde 65’i şu ana kadar tüketilmiş durumdadır. Geriye kalan üçte bir oranındaki CO2 emisyon bütçesi/düzeyi, 10 yıl sonra tamamen kullanılmış olacaktır.

Çözüm olarak öngörülen “Yeşil dönüşüm”, fosil yakıt kaynaklı karbon salımlarını, sera gazlarını ve endüstriyel kirleticileri sona erdirmeyi öngörmüyor. Kömür santrallarının tedricen devre dışı kalması, doğalgaz yakıtlı santrallarla nükleer santralların ise faaliyetlerini sürdürmesi planlanıyor. AB’nin önerdiği karbon ticaret sistemi de dünyayı kirletme hakkını satın almayı öngörüyor. Bu sistemde karbon salımı sadece yer değiştirmektedir.

Türkiye’nin 2053’te Net Sıfır Emisyon hedefine nasıl ulaşacağına dair tartışılmış, açıklanmış bir stratejisi bulunmuyor. Birincil enerji arzında fosil yakıtların payının yüzde 83,3 olduğu ülkemizde bu durumu değiştirmeye yönelik kayda değer bir öngörü ve plan yoktur. Ayrıca dünyada olduğu gibi Türkiye’de de mineral ve metal madenciliğinin hazırlıkları var ki sonuçları her yerde korkunç olacaktır.

Sistem karşıtı seçenek olasılıkları ise emekçilerin ve müttefiklerinin 2020’li, 2030’lu yıllardaki sınıf mücadelelerinin seyrine bağlı olacaktır. Doğru alternatif, emek ve ekoloji mücadelelerinin birleşik şekilde yürütülmesiyle oluşturulacaktır. Doğayı ve iklimi olumsuz yönde etkileyen yıkım sürecinin, insan yaşamı ve tüm canlı varlıklara yönelik tehdide dönüşmesini önlemek için, başta emekçi sınıflar olmak üzere toplumun ezici çoğunluğunun ihtiyaçlarının karşılanmasını, hak ve çıkarlarının korunup geliştirilmesini öngören; kamucu, demokratik planlamacı, katılımcı, toplumcu bir programla, yeşil bir çevre, mavi bir gökyüzü, yaşanabilir bir doğa için, adaletli ve demokratik enerji politikası için, enerjide başka bir dönüşüm için mücadele etmeliyiz.

Teknolojinin kullanım biçimi ve olması gereken

Teknolojik gelişmeler ve dijitalleşme çok büyük vaatlerle dile getirilmişti. Buna göre eski ve hantal sektörler yavaşlayacak, yerlerine yeni bir ekonomi gelecekti. Bu yeni ekonomi sayesinde rekabet artacak, iletişim kanalları genişleyecek, herkes bir internet sitesi kurup iş yapabilecek veya sesini geniş kitlelere iletebilecekti. Başlarda böyle olduysa da internet ekonomisi/platform ekonomileri az sayıda şirket tarafından kontrol edilmeye başlandı ve ciddi bir tekelleşme oluştu. Öte yandan, son 20-30 yılda, dijitalleşme, robotlaşma ve otomasyonun net işsizlik yarattığını, teknolojik işsizliğe yol açtığını görüyoruz. OHAL vb. dönemler ve baskıcı yönetimlerde dijital teknoloji halka karşı dönen gözetim, denetim işlevine de sahiptir.

Teknolojik gelişmenin çalışma sürelerine etkisi üzerine beklentilerin koşulları, ulaşılan teknolojik seviye itibarıyla oluşmakla birlikte örneğin 1970’ten bu yana ofis işlerinde yüzde 84 üretkenlik artışı olmasına ve aynı iş 1,5 saatte yapılmasına karşın hâlâ günde 8+ saat çalışılıyor. Bunun nedeni, politik ve ekonomiktir.

Teknolojik gelişme, toplumsal, ekonomik gelişmelerden ayrı değildir, teknolojinin bağımsız bir varoluşu yoktur. Önemli olan, teknolojinin üretim--tüketim sürecinde, gündelik hayatı nasıl bir yere götürdüğü; teknolojinin hangi toplumsal sistem, hangi sosyal çerçeve içinde ve nasıl kullanıldığıdır. Dolayısıyla başka bir üretim örgütlenmesi gereklidir. Bilim üretiminin belirlediği bir sanayileşme gereklidir. Bütün alanlarda, emeğin ve üretimin yeniden örgütlenmesinde, planlamada dijital olanakların kullanımının önemi büyüktür. Başka bir üretim ilişkileri içinde yeni bir kamu, yeni bir toplum örgütlenmesi, emeğin ve teknoloji üretiminin bileşenlerinin yeniden örgütlenmesi insanlığın geleceğine yön verecektir.

Atılması gereken öncelikli adımları şöyle sıralamak mümkündür:

Kapitalizmin küresel yapılanma ağlarından, neoliberalizmden, pazar ekonomisinden, sermaye hareketlerinin serbestliğinden kurtulmadıkça, döviz kuru-faiz-enflasyon üçlüsünün yol açtıkları büyük toplumsal zararlardan ve bunalımdan kurtulmak mümkün değildir.

Türkiye’de son yıllarda tartışılan kamuda kaynak sorununun çözümü zor değildir. Dolaylı ve dolaysız vergilerdeki adaletsizliklerin giderilmesi, kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesi, kamunun savurgan harcamalarının, dövize endeksli KÖİ projelerinin, bütçe büyüklüklerinde önemli bir yer tutan dövize endeksli faiz ödemelerinin, gelir ve kurumlar vergisinde istisnalar ve muafiyetlerin durdurulması ile Türkiye’nin açık ve borç sorunu kalmayacaktır. Böylece eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve sosyal yardımlar başta olmak üzere tüm kamusal yükümlülükler yerine getirilebilecektir. Gerek böylesi bir yönelimin benimsenmesi; gerekse mevcut durumun sürdürülmesi tamamen siyasi tercih konusudur.

Mevcut durumdan çıkış yolu, yıllardır dile getirdiğimiz üzere; emperyalizmden ve piyasa güçlerinden bağımsızlığı sağlayacak bir siyasi iradenin oluşumu; halkçı toplumcu planlama-kalkınma politikaları ve her alanda kamusal denetim ağlarının hakim olmasında, bu yöndeki bir demokratikleşme ve halk egemenliğinin tesis edilmesinden geçmektedir.

Radikal bir planlamanın sosyal adalet ve sosyal değişimi hedeflemesi beklenir. Bu kapsamda doğru bir ekonomi, sanayi ve kalkınma politikasının doğa, toplum, planlama, ekonomi, siyaset, devlet ilişkilerini yeniden düzenleyen uzun erimli bir toplumsal dönüşüm içeriğiyle ele alınması gerekir. Dolayısıyla sanayileşme, planlı ve uzun erimli bir toplumsal kalkınma ve demokratikleşme bağlamı içinde ele alınmak durumundadır. Bu kapsamda kamu mülkiyetinin yaygınlığı, kamu ekonomisinin kapsamı, kamusal ve sosyal hizmet alanının genişliği ve etkinliği, planlamanın başarılı olmasında ve toplumsal gönencin oluşturulmasında kullanılabilecek en önemli araçlardır.

Bu amaçlarla:

  • Ekonominin ve toplumsal yaşamın bütününde kamusal üretim, hizmet ve denetim perspektifi hızla benimsenmelidir.
  • Cumhuriyetin ilerici kazanımlarını benimseyen ve bir üst düzeyde yeniden tesis eden, laiklik ve hukukun üstünlüğünü temel alan, eşitlikçi, özgürlükçü, adil, demokratik bir rejim inşa edilmelidir.
  • Planlı kalkınma yaklaşımının benimsendiği, tam istihdam ve toplumsal refah odaklı üretken bir ekonomik model oluşturulmalıdır. Üretimin ithal bağımlılığını azaltacak, akıl ve bilim temelli bir üretim ve sanayi plânlaması; yüksek ve orta-yüksek teknolojili üretim ve kamu girişimciliği temel alınmalıdır.
  • Emek ve ekoloji mücadelelerinin birleşik şekilde yürütülmesiyle doğanın, kültürel varlıkların korunmasını içeren bir modelle karbon salımlarının en aza indirilmesi amaçlanmalıdır.
  • Sanayinin kesintisiz olarak gelişmesi ve yüksek katma değer üretmesiyle toplumsal gelişme ve refaha ulaşarak gelirin adil paylaşımı hedeflenmeli; tarım hasılası kamucu yöntemlerle artırılmalıdır.
  • Mühendislik-mimarlık-şehir plancılığı disiplinleri planlamadan sanayileşmeye, ekolojiye dek temel alınmalıdır.
  • Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çözülemediği hiçbir ülke demokratikleşemez. Bugün eğitimi ve kadınları merkeze alan bir gericileşme toplumun tüm alanlarını kuşatmaktadır. Bu kuşatmayı kırmak öncelikli görevlerimiz arasındadır.

Bu amaçlara ulaşmak, demokrasinin ilke ve kurumlarıyla egemen olmasıyla, temel haklar ve özgürlüklerin bütün boyutları ile uygulanmasıyla olanaklı olacaktır.

TMMOB’nin geleneksel antiemperyalist, demokrat, kamucu-toplumcu, halktan ve emekten yana çizgisi doğrultusunda, planlı kalkınma, sanayileşme, demokratik, başka bir Türkiye ve başka bir dünya için mücadelemizi sürdüreceğimizi, TMMOB Sanayi Kongresi 2021 dolayısıyla bir kez daha kamuoyuna açıklarız.

TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ