DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ 47. KOLOKYUMU TAMAMLANDI

12.11.2023

TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından; 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 47. Kolokyumu "Yeni Yüzyılda Planlama" temasıyla 8-10 Kasım 2023 tarihleri arasında Gençlik Parkı Tiyatro Salonları`nda gerçekleştirildi.

Kolokyumda konuşan TMMOB 2. Başkanı Selçuk Uluata şunları söyledi:

"Değerli Meslektaşlarım, Sevgili Öğrenciler

Hepinizi şahsım ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

1977’den beri ülkemizde kutlanmaya başlanan Dünya Şehircilik Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen ve TMMOB bünyesindeki en uzun erimli etkinliklerden biri olan Şehircilik Kolokyumunun başarılı biçimde geçmesini diliyorum.

Sevgili Katılımcılar,

Konuşmama günlerdir hemen yanı başımızda yaşanan emperyalist saldırıyı şiddetle lanetlediğimizi bir kez daha belirterek başlamak istiyorum.

En son yapılan açıklamalara göre göre, İsrail saldırılarının başladığı günden bugüne, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 10 bin 22 Filistinli öldürüldü. Bir halk dünyanın gözü önünde resmen soykırıma uğruyor.

Emperyalist merkezler göz göre göre bu katliama sessiz kalıyor… Hepimiz biliyoruz; bu katliamları yapanlar kadar, sessiz kalanlarda, göz yumanlar da suçludur.

Filistin meselesi aynı zamanda emperyalizm meselesidir. Birliğimiz her zaman, her durumda barıştan, özgürlükten, dayanışmadan yana olmuş ve anti emperyalist tavrını cesaretle ortaya koymuştur.

Bu nedenle ısrarla bir kere daha söylüyoruz; TMMOB, Filistin halkının yanındadır. Bu emperyalist soykırımcı savaş derhal son bulmalıdır.

İsrail ile ekonomik, askeri, istihbari tüm ikili anlaşmalar iptal edilmeli,

destekçisi ABD’nin ülkemizdeki tüm askeri üsleri kapatılmalı, iki yüzlü politikalara son verilmelidir.

Sevgili Katılımcılar,

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının ilk günlerindeyiz.

Bu vesileyle başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, emperyalizme karşı bağımsızlık savaşımımızı kazananlara ve Cumhuriyet'i kuranlara minnet duygularımı bir kez daha iletiyorum.

Halkın kendi yaşamı ve geleceği hakkında söz ve karar sahibi olduğu bir yönetim biçimi olarak Cumhuriyet, insanlık tarihinin en büyük kazanımlarından biridir.

Bundan 100 yıl önce ilan edilen Cumhuriyet, ülkemiz için bağımsızlık, demokrasi, laiklik ve çağdaşlaşma yolunda atılan en önemli adımlardan biri olmuştur.

Ne yazık ki, aradan geçen bunca yıl sonra, cumhuriyet kurumlarının ve birikimlerinin tek tek tasfiye edildiği, cumhuriyetin kurucu değerlerinin tamamen ters yüz edildiği, emperyalizme her alanda bağımlı, halk egemenliği yerine tek adam rejiminin, laikliğin yerine gericiliğin, sosyal devlet anlayışı yerine tarikat-cemaat ilişkilerinin,  hukukun üstünlüğü yerine parti devleti anlayışının egemen olduğu bir ülke haline getirildik.

Bu karanlığı tekrar aydınlığa çevirebilmek, bu karşı devrimi durdurmak için her zamankinden daha fazla mücadele etmemiz gereken günlerden geçiyoruz.

TMMOB ve bağlı Odalar mesleki bilgisini halktan yana kullanarak kamucu anlayışla işte bu karanlığı aydınlığa çevirmek için yıllardır mücadele ediyor, etmeye de devam edecek.

Parkına, yeşiline, şehrine, doğasına, tarihine sahip çıkıyor, bu uğurda gerekirse bedel de ödüyor. Gezi Direnişi işte bu toplum yararına yürütülen onurlu mücadelemizin ülkemiz tarihindeki en kitlesel halk hareketi olarak en büyük örneğidir.

İktidarın toplumsal muhalefeti cezalandırma ve sindirme siyasetinin sonucu olarak Gezi Direnişine katılanlar, evrensel hukuktan yoksun mahkemelerin kararlarıyla hapislerde tutsaklar.

Şehir Plancıları Odasında yürüttüğü toplum yararına mücadele nedeniyle, iktidar güdümlü mahkemenin verdiği hukuksuz kararla tutsak tutulan Tayfun Kahraman bu nedenle bugün aramızda değil.

Bu hukuksuzluğa isyan ediyoruz, asla kabul etmiyoruz…

Bu hukuksuzluk bitene kadar da mücadele etmeye devam edeceğiz.

Gezi Direnişi ve bu direnişin parçası olmuş herkes, tarih karşısında ve toplum vicdanında tertemiz ve lekesizdir. Gezi Onurumuzdur…

Sevgili Katılımcılar, Değerli Arkadaşlar,

Şehircilik Kolokyumunun bu seneki teması “Yeni yüzyılda Planlama” olarak belirlenmiş.

 “Kentleşme, Planlama ve Kalkınma” konuları TMMOB olarak bizim ve bağlı odalarımızın kuruluşumuzdan itibaren en fazla önem verdiğimiz, üzerine en çok düşündüğümüz konuların başında geliyor.

Hepinizin bildiği gibi bu üçlünün temelini oluşturan “planlama” mühendis, mimar ve şehir plancılığı meslek disiplinlerinin ortak faaliyetlerinden birisidir.

Planlama, belirli bir amaca ulaşabilmek için geçmiş verilerden, tecrübelerden yararlanarak geleceğe dair yürütülecek faaliyetlerin  belirlenmesi sürecidir.

Bu anlamıyla planlama, geçmişin birikimiyle ortaya çıkan bugünü, yarınlara bilimle ve bilinçle bağlama etkinliğidir.

Cumhuriyetimizin ilk yüz yılında “planlama fikri”nin ve “kalkınma ideali”nin özel bir yeri bulunmaktadır.

Cumhuriyet daha ilan edilmeden toplanan İzmir İktisat Kongresi, Türkiye’nin kalkınması için iktisadi faaliyetin hangi temeller üzerinden işlemesi gerektiği yönündeki ilk sistematik çalışma olarak tarihe geçmiştir. İlerleyen yıllarda 1933-1937 yılları arasında uygulanmak üzere “Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı”nı hazırlamıştır.

Bu plan doğrultusunda 5 yıllık kısa bir süre içerisinde çimento, şeker, kömür, cam, seramik ve dokuma gibi temel sektörlerde birçok sanayi tesisi kurulmuştur.

90’lı yıllardan itibaren sağ hükümetlerin satmakla bitiremediği birçok KİT de bu dönemde yapılandırılmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin kapitalist devletlerle kurduğu siyasal ve ekonomik ilişki, planlı kalkınma hedefini bir ölçüde sekteye uğratsa da, 1962 yılından itibaren tekrar benimsenen planlı kalkınma anlayışı, ülkemizin ekonomisini yeni bir rotaya sokmuştur.

Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 5’er yıllık planlar, sadece devlet yatırımları için değil, özel teşebbüs için de yönlendirici olmuştur.

Sevgili Katılımcılar, Değerli Arkadaşlar,

Hepinizin bildiği gibi 12 Eylül sonrası dönemde kalkınma planları devam etti ama 1960’lı yıllardaki toplumsal kalkınma anlayışı tamamen terk edildi.

Neoliberal politikaların egemen olduğu bu dönemin yeni modası “özelleştirme”, “kuralsızlaştırma” ve “ticarileştirme” gibi kavramlardı.

Bütün bunların anlamı, 1930’lardan itibaren ülkede yaratılan tüm zenginliklerin, tüm yatırımların özel sektöre devriydi. Kamu girişimciliği ve işletmeciliği anlayışının, bir anlamıyla da aslında toplumsal kalkınma kaygısının bir kenara bırakılmasıydı.

Biraz iddialı olsa da şunu söylemek mümkün; neoliberal politikaların en büyük tasviyesi cumhuriyet ideallerinin terk edilmesiyle oldu.

Bugün karşı karşıya geldiğimiz baskıcı, piyasacı, laiklik ve bilimsel düşünce karşıtı tek adam rejimi de bir anlamıyla planlı bir toplumsal kalkınma anlayışının terk edilmesinin sonuçlarından biridir.

Sevgili Katılımcılar, Değerli Arkadaşlar,

Toplumun ortak çıkarlarını gözetmeyen, bütüncül bir kalkınma hedefini taşımayan bu anlayış hepimizin yaşamını sandığımızdan çok daha olumsuz etkiliyor.

Özellikle son 15 yıldır, imalat sanayiinden/üretimden neredeyse vazgeçildi. Ülke ekonomisi arazi rantı üzerine temellendirildi. İnşaat sektörü de bu temelin odağına yerleştirildi.

Ülke topraklarının tamamının, ormanlar, yaylalar, meralar, milli parklar ayrımı gözetmeksizin arsa olarak değerlendirildiği rant ekonomisinin egemen olduğu bir süreç yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.

Bunu özellikle yerel yönetimlerde ve kentleşme politikalarında gözlemleyebiliyoruz.

Oysa ki, sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurmak ve yaşanabilir çevre oluşturmak devletin anayasal görevlerinden biridir.

Bugün kentlerimize baktığımızda, barınma, altyapı, ulaşım, enerji, sağlık, eğitim, kültür ve çevre, konularında sorunlar bulunmaktadır. Dahası kentlerimiz, deprem, sel, heyelan ve yangın gibi afetlere de hazırlıklı değildir.

Bu durum bugüne kadar izlenen, toplumsal çıkarları göz ardı eden ve insan yaşamını hiçe sayan kentleşme politikalarının yetersizliğinin en açık göstergesidir.

Tüm uyarılarımıza rağmen bütüncül planlamanın benimsenmemiş olması, denetimsizlik, yanlış arazi kullanım politikaları, kaçak yapılaşma ve imar aflarıyla bugüne kadar geldik.

Bu yaklaşım sadece kentlerin afet riskini büyütmekle kalmamakta, sağlıklı bir kentleşme anlayışını da dinamitlemektedir.

Temel kentsel altyapı hizmetlerinin piyasalaştırılması ve ticarileştirilmesi nedeniyle kentlerde yaşayanların önemli bir kısmı barınma, eğitim, sağlık ve beslenme gibi temel haklardan yeterince faydalanamamaktadır.

Emekçilerin, yoksulların ve ezilenlerin sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamdan tümüyle dışlandığı yıkıcı bir ortamda yoksulluk ve yoksunluk giderek derinleşmektedir.

Sadece arazi rantına endekslenmiş, bir kent ekonomisi anlayışının ortaya çıkardığı sürekli ve plansız büyüme, teknik altyapı hizmetlerinin ve sosyal-kültürel olanakların yetersizliği gibi sorunları daha da büyütmektedir.

Sevgili Katılımcılar, Değerli Arkadaşlar,

Kentsel dönüşümün amacından saptırılarak rant dağıtma aracına dönüştürülmesi ise bir başka sorunlar yumağını beraberinde taşımaktadır.

Kent merkezlerindeki değerli araziler ve kentsel ortak mekanlar, “kentsel dönüşüm” adı altında, içinde yaşayanlardan bağımsız, yeni imar hakları verilerek sermaye çevrelerine pazarlanmakta, buralara lüks konut alanları, alışveriş merkezleri inşa edilmektedir.

Bu uygulamalarla, kentleri bir arada tutan unsurlar, kent ve kentli kimliği ve ortak kullanım alanları ortadan kaldırılmaktadır.

Kent, kentli ve vatandaş kimliğinin yok edildiği, herkesin sadece kendisi gibi düşünenlerle, sadece kendisi gibi yaşayanlarla temas ettiği, toplumun farklı kesimleri arasında görünmez duvarların örüldüğü bir ülke haline geldik.

Sevgili Katılımcılar, Değerli Arkadaşlar,

Egemenlerin sermaye çıkarlarına endeksli ekonomik-politik dayatmalarına karşı halkın ortak çıkarını, kamusal olanı önceleyen bir anlayışı hakim hale getirmemiz gerekiyor.

Üst ölçekli mekânsal planlara ve kent planlamasına da bu bakış açısıyla yaklaşmak zorundayız.

Ülke ve kent ekonomisinin arazi rantı üzerine temellendirilmesi politikalarından ve sektörel bazda parçacı yaklaşımdan vazgeçilmeli, sanayi, tarım, enerji , madencilik, kentleşme, kır kent ilişkisi, kültürel varlıkların ve doğal çevrenin korunması vb. bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak ele alınmalıdır.

Sağlıklı bir kentleşme, ancak kentsel hizmetlerin kamusal hizmet kapsamında ele alındığı bir yaklaşımla gerçekleştirilebilir

Barınmanın temel bir insan hakkı olduğu, hizmetlere eşit erişim; sağlıklı çevre; insan odaklı mekanlar, insan hakları-kentli hakları, katılım, yaşanabilirlik, toplumsal barış, birlikte yaşama; engelli, hasta, çocuk ve kadın duyarlı planlama; bu yaklaşımın odağında yer almalıdır.

Yerel yönetimlerin asli işlerinden olan sağlıklı ve güvenli yapı üretim ve denetim sürecini ticari bir alan olarak sermayeye teslim eden anlayışa son verilmeli; Yapı denetiminde imar planlarına, mimarlık ve mühendislik projelerine uygun, gerekli şantiye organizasyonunun sağlandığı bir kamusal denetim anlayışını etkin kılınmalıdır.

Doğa koruma statüsü verilmiş alanlar, tarım arazileri, zeytinlikler gibi yerler hiçbir koşulda yapılaşmaya açılmamalı ve mutlak biçimde korunmalıdır.

Kent hakkı, konut dokunulmazlığı ve barınma hakkı ilkeleri, kiracıları da kapsayacak biçimde kamusal güvence altına alınmalıdır.

Afetlerde can ve mal kayıplarını artıran faktörlerin başında gelen, adeta geçerli sistem haline getirilen kaçak yapılaşmayı özendiren imar afları son bulmalıdır.

22 yılda 9 kez çıkarılan imar afları, toplumda adalet duygusunun onarılmaz şekilde zedelemiştir. Deprem bölgesinde bulunan ve en çok kaybın yaşandığı Kahramanmaraş’ta 144 bin 556 ve Hatay’da 205 bin yapının imar affı kapsamında affedildiği açıklanmıştır. Teknik ve bilimsel gerçekleri görmezden gelerek adeta “ölüm garantisi” olan “kaçak yapı affı” bir seçenek olmaktan çıkarılmalıdır.

Sevgili Katılımcılar, Değerli Arkadaşlar,

Sözlerime son verirken başta Şehir Plancıları Odamızın değerli yöneticileri olmak üzere bu önemli etkinliği düzenleyen tüm arkadaşlarımıza ve değerli bilgilerini bizimle paylaşacak uzmanlarımıza teşekkür ediyorum.

Eşit adil bir ülke ve dünya özlemi ile etkinliğimizin başarılı geçmesini diliyorum."