
DEM PARTİ HEYETİ, TMMOB'Yİ ZİYARET ETTİ
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimogulları, HDP Eş Genel Başkanı Sultan Özcan, DEM Parti Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yrd. Özturk Türkdogan ve Şanlıurfa Milletvekili Mithat Sancar'dan oluşan DEM Parti heyeti 18 Mart 2025 tarihinde TMMOB'yi ziyaret ederek TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz ve TMMOB Yönetim Kuruluyla görüştü.
Görüşmede, DEM Parti heyeti bir ayı aşkın süredir demokratik bir toplum ve barış çağrısı ekseninde yürüttükleri çalışmalar hakkında sürece dair bilgi ve görüşlerini sunduktan sonra TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Koramaz şöyle konuştu:
"Değerli Milletvekilleri, Değerli Misafirler,
Sizlere Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına hoş geldiniz diyorum.
Bugün Yönetim Kurulu üyelerimiz, Oda Başkanlarımız, Oda yöneticilerimizle birlikte sizleri burada ağırlamaktan mutluluk duyuyoruz.
Sizlerin de bildiği gibi TMMOB barıştan yana bir örgüt. Sadece yurtta değil bölgemizde ve dünyada da barışı savunduğumuzu her ortamda ısrarla dile getiriyoruz.
Birliğimizin Genel Kurul Sonuç Bildirgelerinde ve iki yıllık çalışma programlarımızda yıllardır ısrarla altını çizdiğimiz üzere Kürt sorununda bir arada yaşam temelinde demokratik ve barışçıl çözümlerden yanayız.
Sorunun çözüm yolunun savaş, şiddet, ölümleri kutsama ve milliyetçilik sarmalından çıkarılıp eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir zeminde ele alınması gerektiğini her ortamda dile getiriyoruz.
Bu anlamda süreci başlatanların kimlikleri, niyet ve çıkar beklentilerinden bağımsız olarak yaşanan son gelişmeleri de olumlu buluyoruz. Süreci yakından takip ediyoruz.
Ancak kuşku ve endişelerimiz de var. Onları da sizlerle paylaşmak isteriz.
Takdir edersiniz ki, gerçek anlamda demokratik bir ülke, demokratik bir toplum ve toplumsal barış herkese eşit adil hakların sağlandığı, düşünceyi ifade etme ve örgütlenmenin özgür olduğu ortamlarda yaratılabilir.
Oysa ülke halkı olarak, 100 yıllık cumhuriyet tarihinin belki de en baskıcı dönemlerinden birini yaşıyoruz.
İktidar partisinin yirmi üç yılda adım adım inşa ettiği laiklik karşıtı faşizan tek adam rejimi, ve bu yirmi üç yıldır uygulanan rant ve talan politikaları ülkeyi her alanda krize sürüklemiş durumdadır.
Ekonomiden siyasete, hukuk sisteminden eğitime, tarımdan sanayiye, kamu yönetiminden dış politikaya kadar her alanda derin krizler yaşıyoruz.
Meclisin etkisizleştirilmesi, güçler ayrılığının ortadan kaldırılması, yargı bağımsızlığının yok sayılması, hukukun üstünlüğü anlayışının bitirilmesi ülkeyi yönetilemez hale getirdi.
Yönetemedikleri bu ülkeyi ellerinde tutmaya devam edebilmek için de, her türlü zorbalığa başvuruyorlar.
Düşünün ki cumhurbaşkanlığı aday adayının diplomasını bile 30 yıl sonra iptal edebiliyorlar.
Muhalif siyasetçileri belediye başkanlarını hapsediyorlar, kayyumlar atıyorlar, basın organlarına ölçüsüz cezalar veriyorlar, haber yapan gazetecileri içeri atıyorlar, grevleri yasaklıyorlar, yasal görevleri gereği Gezi Parkını sahiplenen TMMOB yöneticilerini ve kentini, yaşam alanlarını, doğayı koruyanları yıllardır hapiste tutuyorlar.
Bırakınız AİHM kararlarını, mevcut Anayasa ve yasaların, hukukun evrensel ilkelerinin dahi yok sayıldığı, tümüyle tek adamın buyruklarıyla yönetilen bir ülke haline geldik.
Geldiğimiz noktada tek adam rejimi halkın desteğiyle değil, halka yönelik baskı ve zorbalıkla ayakta duruyor. Bir yandan yumuşama, normalleşme, açılım, demokratik Anayasa vb. tartışmalarla iktidar süresini uzatmaya çalışırken, diğer yandan siyasallaşmış yargı ve kayyım sopalarıyla toplumsal muhalefeti hizaya getirmeye çalışıyor.
Buna benzer süreçleri ülkece 2010 ve 2017 yıllarında yapılan referandumlarla ve sonuçlarıyla deneyimledik.
O zaman da ısrarla uyarmıştık. Şimdi yine uyarıyoruz. Bu iktidarın Türkiye halklarına verebileceği bir şey yoktur.
Şu tabloda hapishanelerde esir alınan siyasilere, gazetecilere, meslektaşlarımıza, seçilmiş belediye başkanlarına, belediye meclis üyelerine bakınca da ne kadar haklı olduğumuz gün gibi ortadadır.
Adalet ve adil yargılanma koşullarının yok edildiği, emeğin sınırsız sömürüldüğü, halkımızın açlık ve yoksulluğa mahkûm edildiği bu rejimin devamını ve meşrulaşmasını sağlayacak her adıma mesafeli yaklaşıyoruz.
Öte yandan yaşanan bu süreç, anayasa değişikliği ile Erdoğan’ın yeniden seçilme niyeti ve Suriye’de yaşananlardan bağımsız olmadığı da bir gerçektir.
Bu sebeple yeni Anayasa tartışmaları dahil ülkemizdeki ve bölgemizdeki tüm gelişmeleri büyük bir ihtiyatla izliyoruz.
Yıllardır bölgede devam eden savaş ve yıkım şimdi yeni bir evreye geçti. Afganistan, Filistin, Lübnan’ın ardından Suriye’nin de kaderi emperyalist ülkelerin beslediği İslamcı çetelerin insafına terk edildi. Tüm dünyanın gözü önünde kitle katliamlarına yol veriliyor. Bölge halkları deyim yerindeyse Orta çağ karanlığına geri döndürülmüş durumda.
Buradan bir kez daha ifade etmekte fayda var.
Bu ülkedeki hiçbir yurttaşımızın hayatı ve ülkemiz halklarının kaderi emperyalist merkezlerin ve onlara taşeronluk eden siyasi iktidarların iki dudağının arasına terkedilemez.
Sonuç olarak “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı “ çerçevesinde yürütülen girişim ve çalışmaları önemli ve anlamlı buluyoruz.
Ancak bu doğrultuda yürütülecek çalışmalar, Türkiye’yi derin bir uçuruma sürükleyen emek, halk, doğa, bilim ve aydınlanma, hak ve özgürlükler düşmanı mevcut rejime karşı yürütülen mücadeleyi ikinci plana itip, etkisiz kılmamalıdır.
Doğup büyüdüğümüz bu topraklarda eşit, özgür, laik, barıştan ve emekten yana bir ülke umudu burada yatmaktadır.
Gerçekten demokratik bir Türkiye mücadelesi bizleri ancak hayal ettiğimiz ve hak ettiğimiz yarınlara ulaştıracaktır."